27 Ekim 2011 Perşembe 03:00:00 GÖKLERİN VE YERİN MÎRASI ZATEN ALLAH’IN DEĞİL MİDİR?
Demek ki bu mallar, mülkler, servetler, imkânlar, fırsatlar gerçekte bizim değildir. Kazandığımızı, sahibi olduğumuzu sandığımız mallarımızın, servetimizin gerçek sahibi Yüce Allah’tır. Bunları belli kurallar çerçevesinde kullanmak üzere bizlere veren ve emânet eden Allah’tır.. Her şeyin sahibi o’dur. Malın, mülkün, rızkın, hayatın sahibi O’dur. Bir başka yerde:
“Size ne oluyor ki Allah yolunda malları harcamıyorsunuz! Göklerin ve yerin mîrası zaten Allah’ın değil midir? Sonunda hepsi O’na kalmayacak mıdır?”deniliyor.(57/Hadîd-10)
Yüce Allah yukarıda mealini verdiğimiz Hadid suresi onuncu ayette bize şöyle sesleniyor:
Ne zannediyorsunuz yâni? Ölümle birlikte maddî anlamda bir şey götüremediğimize göre sonunda semâvat ve arzın mîrası Allah’a kalmayacak mı? Şu cebimizdekiler, şu kasalarımızdakiler, şu koynumuzdakiler, şu boynumuzdakiler hepsi Allah’a kalmayacak mı? Bilelim ki hepimiz gideceğiz ve her şeyiniz Allah’a kalacaktır. Ne kadar akıl erdirici bir ifade değil mi? Yâni sizler tuttunuz, öptünüz, sarıldınız, kasalarda, bankalarda sakladınız, kimseye zırnık koklatmadınız, hattâ yemediniz, içmediniz peki sonunda kime kalacak bunlar? Allah’a kalacaksa sonunda niye vermiyorsunuz? Niye bunu anlamaya yanaşmı-yorsunuz? diyor Rabbimiz.
Biraz ilerideki âyette de şöyle buyurulur:
“Allah’a ve peygamberine iman edin! Ve sizi halef kıldığı mallardan Allah yolunda harcayın!” (57/Hadîd-7)
Allah’ın bizi halef kılması; birinin arkasından bir başkasının gelip sahip olması demektir. Bugün birinin cebindeki para, dün bir başkasının cebindeydi. Bugün birinin tohum attığın tarlaya, dün bir başkası tohum atıyordu. Bugün birinin bindiği araba, dün bir başkasına aitti, yarın da bir başkasına ait olacaktır. Bugün size yağmur gönderen bulut dün başkalarına hizmet ediyordu. Bugün size süt veren inek dün başkalarına hizmet ediyordu.
Bir zamanlar sultan iken İbrahim Ethem hazretlerinin sarayının önüne bir derviş gelir ve başlar saray nöbetçileri ile “İllâki ben bu handa bu gün misafir olacağım” diye münakaşa etmeye, münâkaşayı duyan İbrahim Ethem Hazretleri dervişi çağırır ve :
—Ey Adam! Buranın bir han değil bir saray olduğunu görmezmisin? Der. Derviş sorar:
Bu sarayda sizden önce kim kalıyordu? Sultan cevap verir:
—Babam.
—Ondan önce kim kalıyordu?
—Dedem. Ondan da önce?
—Onun da babası. Bu cevaplar üzerine derviş derki:
—Bu kadar insanın konup geçtiği bu yer han değil de nedir?
Mevlânâ, dünyanın gerçek yüzünü şöyle ifâde eder:
”Bu dünya hayatı, rüyâda define bulmaya benzer. Sabah kalkınca ne define kalır, ne de başka şey!.. Ölümle daldığı uykudan uyanmış bulunan insanoğlu da hakikat ile rüyayı birbirinden ayırır ama nâfile!.. Elde bir şey kalmamıştır”.
Mesnevî’de, bu dünyaya dalanların boş hayal ve hülyâlarla, paha biçilemez ömürlerini nasıl heder ettikleri de şöyle tasvir edilmektedir:
”Dünyaya gönül verenler, tıpkı gölge avlayan avcıya benzerler. Gölge nasıl onların malı olabilir? Nitekim budala bir avcı, kuşun gölgesini kuş zannetti de onu yakalamak istedi. Fakat dalın üzerindeki kuş bile bu ahmağa şaştı kaldı.”
Not: Arapça ayet metinlerini Türkçe harflerle yazarken sad harfi büyük S, peltek zel ve peltek se harflari küçük ve koyu olarak (z,s), s,z harfleri küçük renksiz , Zý harfi büyük Z ile, Tý harfi büyük T, te harfi küçük te, Dat harfi büyük D, dal harfi küçük d ile gösterilmiþtir.