Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

VELİNİN İLMİ – 4

Esfele safiliyn idrakı oluşturan Müstakilen Varım ve Muhtarım İddiasının teşbih ve tenzih manalarını anlamayı da etkilediğini söylemiştik. Tenzih ve teşbih manaları ki bunlar aynı zamanda tenzih ve teşbih mertebeleri olarak da söylenir, bunları duyunca doğru anlayabilmek, sonra da gerektiğinde tenzih etmeyi ve teşbihi değerlendirmeyi yerinde ve doğru yapabilmek Talib için çok önemlidir. Allah’ı tanıma yolunda, Talib’e dȗniHİ algı ve zanları izah edilmemişse o “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiasının farkına varmayacaktır. Bu iddiasının farkında değilken ona eğitimi içinde Tenzih ve Teşbih anlatılırsa, maalesef talib kalıbındaki (kalbindeki) tenzih ve teşbih manalarını “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiası ve dȗniHİ algısıyla formatlar ve zanna çevirir, sadrında biriktirir. Beyin bu yanlış zanlara göre mana alanları açarak dȗniHİ algı ile tenzih ve teşbih yapar ki bu istenen doğrulukta olmaz. DȗniHİ algı ile tenzih ve teşbih olmaz! Bu noktadaki gayretimiz, doğru zannedip de yanlış tenzihler, küfür içerikli tenzihler yapmamaktır. Özellikle bu yanlış tenzihlerimizden tenzih etmeliyiz.
“Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiası varken ve dȗniHİ algı beyin alanlarına hâkimken talib tenzih ve teşbih tanımlarının, anlamak amacıyla yapılmış bir mana ayrıştırılması olduğunu bilemez. Bu mana ayrıştırmanın, yani tenzih ve teşbih manalarının, konu anlaşıldıktan sonra çakıştırılması gerektiğini de göremez, gerçekleştiremez. Öyle olunca da, anlayamadığı tanımlar arasında gezinir, yorulur, terler. Unutmayın ki, terledi diye sevap kazanamaz. Çünkü ahirete ancak manalarımızla gideriz. Ölümü tadan insan lafız bilgilerini ahirete götüremez. İnsan ancak Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’ndaki (nefsindeki) manalarla ahirete intikal eder.
Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu ile ahirete intikal ettirilen manalar iki ana gruptan birisinin şemsiyesi altındadır: 1) Kişi ya dȗniHİ algı ve zann’larının “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiasını ve bu iddianın küfür vasıflı his suretlerini ahirete intikal ettirir. Hesap sürecinin son anına kadar, Rabbi bir sebeple bu manaları silmezse sonuç cehennem olur. Ölüm anında da ona kaynar sudan bir ziyafet vardır. 2) Kişi ya da Billahi algı veya Billahi Hal üzere ölümü tadar. Bu durumda, Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’ndaki Allah Fıtratı üzere olan His Suretler cennete uygun olur. “Billahi Algı” manalarının hâkim olduğu Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu ölüm anında Selam ile karşılanır. Eğer ölümü tadan kişi “Billahi Hal” üzereyse doğrudan cennete kavuşabilir.
Gerçeğin böyle olduğunu anlayabilme, fark edebilme, tercihini bu yönde yapabilme ve bu gerçeğin gereğini yaşayabilme fırsatı ancak yaşarken vardır. İnsanın bu gerçeği, yani Efendimiz (SAV)’in açıkladıklarını ve öğrettiklerini kavrayabilme şansı dünya hayatında vardır. Bu şansın süreci o insanın “ASR”ıdır. “Asr”ın detayını kendi başlığı altında göreceğiz inşaAllah.
Ölümü tadan insan, bu gerçeği ölümü tatmakla da öğrenemez ve anlayamaz; hatta idrakı dünya hayatındaki durumundan daha kötü olur. “Amentü Billahi” imanını dünya hayatında bilememiş olan ölümü tadınca gerçeği anlar. “Herkes neymiş o zaman görür!” denmesinden maksat; İnkârcının çaresiz, Muhtariyeti Tercih Gücü kalkmış, korkunç bir zorluk içerisine düşmüş, tanımsız bir şok ve panik içerisindeki halidir. Karşı koyamadığı bir güç var ve bu durum da hiç geçici değil! Kurtuluş yolu da yok! Duyup da inkâr edenin ise, “Meğer Rasuller doğru söylüyormuş” itirafıdır. Ancak bu itiraf onun o anda “Söylenen asıl nedir?”i bilmesi değildir. Yalnızca “Bu zat bir şeyler söylüyordu, rasullerin söyledikleri meğer doğruymuş!” itirafıdır. Ama o Zat’ın söylediği nedir, o mananın aslı nedir, onu bilmesi mümkün değildir. Bilinecek olan; “Amentü Billahi diyenler meğer haklıymış. Eyvah, bize!” tespitidir. Sonuç şudur ki: “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiasının manalarıyla ahirete intikal eden, ölümü tadıp “Allah varmış” gerçeğini öğrenmekle, “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiası manalarından kurtulamaz. Bu iddia yüzünden dünyada şaşkındı, ahirette daha şaşkın olur…
Konuya şöyle bir tanımla devam edelim. Mana aslında kimliklenmiş “his”tir, yani “his suretler”dir. Bir mananın beyinde alan açması bir bilgi öğrenmekle tetiklenmişse, bu bilgiye yönelik his kümelenmeleri, yoğunlukları belirir; saf his bu bilgiye göre kıvam alır, his hislenir. Oluşan bu his yoğunluğunu kişi henüz benimseyememişse, anlamlandıramamısa, yani bu his kümelerini kimliklendirememişse, mananın bu ön dönemine “algı” diyebiliriz. Kişi bu ön manayı yani algıyı his olarak önemser, benimser, özümser, kendince delillendirir, tasdiklerse böylece oluşan his yoğunluğu bir kimlik kazanır. Mananın bu olgunlaşmış dönemine o bilgiyi hakkıyla idrak etmek denir. Bu tanımla biz mana ile idrakı ilişkilendirmiş de olduk.
Kişi idrak ettiği bilginin yani o mananın gerektiğinde iradesini ortaya koyar, yani mana irade kazanır ve fiillere dönüşebilir. Bir bakıma bu noktada mana iradedir. Sırasıyla; “bilgi, ön mana yani algı, kimliklenme, mana, idrak, irade, fiil” diye ifade edilen bu basamaklar konuyu anlayabilmek içindir. Hepsi hem aynıdır hem aynı anda çalışır. Eğer his yoğunluğu algı pozisyonundan kurtulamaz, idrak şekillenmezse, kimliklenme gerçekleşmez ise bu hususu kişi; “Emin değilim” diye ifade eder. Eğer bu kişi o konuda bir irade ortaya koymaya çalışırsa ona; “Bu senin iraden değil” derler.
Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’nda, “Mana” diye adlandırdığımız “His”te yer alan, varlığı hissederek anlaşılan, “His”ten müteşekkil “HİS SURETLER” âlemde iletişim sağlayan temel dil olan manalarla anlaşmanın harflerini oluşturur. Sihir, büyü, fal, kehanet, cincilik, meditasyon seansları gibi aktiviteler “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiasındaki kişilerin bilerek veya bilmeyerek mana dili üzerinden küfür vasıflı iletişimleridir. Yeri geldi, meditasyon seanslarıyla ilgili de kısa bir bilgi paylaşalım:
Bu seanslarda size düşünmeden, kıpırdamadan, sanki hiç yaşamamışsın, anıların yokmuş ve şu anda da sanki sen diye birisi yokmuş gibi durabilmeyi talim ettirirler. Kişi yaşadığı bu boşluğun ona oluşturduğu rahatlığı huzurluluk zannederek bir ibadet yaparcasına bu gayretini önemser. Eğer bu seanslara öğreti olarak uzakdoğu felsefeleri görüşleri de monte edilirse meditasyon seansları kutsanmış olur. Bu tür faaliyetler, insanın Allah’ı unutmuş olan halinin oluşturduğu beyin özründen yararlanarak kendisine alan açar. Beynin özür sebebini de saptırır, kendilerine göre bir tarif yapıp sonra da tedavi ettiklerini sanarlar. Lütfen düşününüz; 80 ˚C sıcaklıkta bir su ile doldurulmuş havuza girseniz ve kıpırdayacak olsanız çok acı çekersiniz. Bu havuzda durabilmeniz için kıpırdamamanız gerekir. İşte meditasyon size bu kıpırdamamayı ve havuzda durabilmeyi öğretir, ancak sizi bu havuzdan çıkaramaz. Havuzdasınızdır ama sanki havuzda değilmişsiniz hissini size yaşatır. Kişide bundan tatmin olur. Fakat meditasyon seni cehennemin sıcağından kurtaramaz.
Bütün yaratılanların, taş, toprak olarak cansız zannedilenler dâhil ortak dili mana harfleriyledir; yani his suretler üzerindendir. Rabbinin mana üzerinden konuşma öğrettiği, dili farklı her insanı anlaması ve ona seslenmesi, dille konuşmaktan kolaydır, dilbilgisi gibi kurallara da tabi değildir. Rabbi izin vermişse Hz. Davud (as), Hz. Süleyman (as) gibi dağla, taşla, rüzgârla, ağaçla, kurtla, kuşla, karıncayla iletişim kurabilir, hatta birlikte zikrullah yaparlar, beraber secde edebilirler. Hz. Davud (as)’ın kuşluk ibadeti gibi. Bu mana dilini suyun anladığı ve bu manalara göre molekül dizaynları gösterdiği bilim adamlarınca da belgelenmiştir. İnsanların küfre girerek de olsa, kutsalları adına sudan mana temizleyicisi olarak yararlandığını da biliyoruz. Müslümanlar abdest alırken su ile hem fiziksel hem de manasal temas kurarlar. Teyemmümde de bu manasal temas toprakla yapılır. Bu sebeplerden, abdest alan müslüman mana diliyle su veya toprakla iletişime geçse daha takvalı olur.
“Zikrullah”tan maksat şudur: Allah Fıtratı üzere olan kalb manalarının, kalb aklının; Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’nda idrak, irade, fiil olacak bir HİS SURET oluşturması, bu halin beyinde alan açması, yaşantı olarak da fıtrat üzere manaların talipte sürdürülebilir ve geri dönüşsüz hayat bulmasıdır. Zikrullah manadır ve mana üzerinden ilerler. Başka bir deyişle; zikrullah Allah fıtratı üzere kimlikler kazanmış “HİS”tir ve yaşamasını da “HİS” üzerinden yapar. Dolayısıyla, Esfele Safiliyn yaşantıyı benimseyip sonra da zikrullah diye lafız tekrarlarını sihirli bir araç görmek kişiyi doğruya ulaştırmaz.
Fıtrat Üzere Manalar’ın Kalp’te fonksiyon kazanması ve beyinde alan açması şöyle bir süreç izler ki bunlar “Mana” üzerinden tanımlardır:
1) Duymal Yakin Mana: Mananın duymal yakin seviyesi, mana açacak bilginin edinilmesidir, bilgi seviyesi demektir.
2) İlmel Yakin Mana: Mana açacak bilginin kesin ikna olunmuş seviyesidir.
3) Aynel Yakin Mana: Kesin ikna olunan bilginin HİS malzemesiyle temasıdır, irade arayıştır. Aynel yakin mana “manaya doğru” demektir.
4) Hakkal Yakin Mana: Kesin ikna olunan bilginin His’de His ile hissedilen His Suretleri’nin kimliklenmiş olarak teşkilidir. Hakkal Yakin Mana “manada”dır.
“Mana”yı zihnimizde şekillendirebilmek içi, paylaşımlarımızda tanımları peş peşe verip, onları basamak basamak ilerletmeye çalışıyoruz. “Mana”yı zihnimiz daha çabuk anlasın diye, bu amaçla “korku” ve “anne” kavramları ile konuyu somutlaştırmaya çalışacağız, inşaAllah.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER