Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 7

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 25 Haziran 2018 Pazartesi 14:16:40
 

“TERCİH” VE “İNFAK” ARASINDA  SIKI BİR İRTİBAT VARDIR
Bir önceki yazımız, kalblerindeki “tercih”leri doğrultusunda ilk adımı atıp Efendimiz (SAV)’in yanında olacaklarına, onunla savaşa gideceklerine ve savaştan kaçmayacaklarına dair biat ettiklerinde, müminlerin bu ilk adımlarından Allah’ın razı oluşunu anlatan ayetle tamamlanmıştı. Bu tercihlerini tam mânâsıyla yerine getirememe endişesine karşı, mü’minlere mükâfat olarak tüm endişeleri, ikilemleri ve beceriksizlikleri yok eden bir sekine inzali ve sevab olarak da Feth-i Kariyb lütfediliyordu. Hep böyle elhamdülillah…
“Tercih” ve “infak” arasında sıkı bir irtibat vardır. Bu önem yüzünden tercih-infak ilişkisini ele alacağız. Allah yolunda infakın ne olduğu bilinmezse infak hayat bulamayacağı için de tercih-infak ilişkisi önemlidir. İnfak, Allah’ın verdiklerini Allah için vermeniz, esma’ül hüsnaları Hakk Yol’u tercih için değerlendirmenizdir. Esas zikrullah olan bu infak sâlih amel için elzemdir.
“Yoksa Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?” (Âl-u İmran; 142)
“İnsanlar fitneye düşürülmeksizin, iman ettik demeleriyle, bırakılıverileceklerini mi sandılar?” (Ankebut-2)
Görüyoruz ki sistem daima tercihe zorluyor. Tercihiniz belli olmadan, Rabbinize olan yönelişinizdeki sebatınız görülmeden, yalnızca “inanıyorum” demekle cennet olmuyor: Sürekli Hakk yolu tercih etmek şart!
BÂTIL BİR DAVRANIŞIN HEMEN
 AKABİNDE TERCİHİMİZİ BELİRTMEK VE HEMEN AF DİLEMEK GEREKİYOR
“Muhakkak ki Rabbin, cehalet ile kötülük yapıp sonra bunun arkasından tövbe edip (Rabbine yönelip), (hallerini de) ıslah edenlerden yanadır. Muhakkak ki Rabbin, onlardan (Rabbini tercih edip durumlarını düzeltmelerinden) sonra Ğafurun Rahiym’dir.” (Nahl-119)
“Onlar bir fahşâ işlediklerinde yahut nefslerine zulmettiklerinde hemen Allah’ı hatırlayıp düşünürler, (böylece) günahları için mağfiret isterler. Kim mağfiret eder günahları? Ancak Allah. Ve (onlar) yaptıkları yanlışlarda bile bile ısrar etmezler.” (Âl-u İmran; 135)
Anlıyoruz ki; bâtıl bir davranışın hemen akabinde tercihimizi belirtmek ve hemen af dilemek gerekiyor. Bu ayet böyle öğretiyor: Onlar bir fahşaya düşmüşlerse (utanılacak bir iş yapmışlarsa) yahut nefslerine zulmederlerse yani bâtıl bir davranışta bulunurlarsa, Allah Yokmuş Gibi davranırlarsa bunu fark ettiklerinde hiç vakit geçirmeden hemen Allah’ı düşünür, Allah’ı hatırlar ve bu yaptıkları için af, mağfiret isterler. Lütfen merhameti izleyin. “Niye yaptınız?” demiyor, “neden yapıyorsunuz?” demiyor, “yapmamalısınız” demiyor. “Dünyadasınız, yapmak zorundasınız, günah işleyeceksiniz. Ancak günaha düşünce, günah işlediğini fark ettiğinizde Allah’ı unutmayın, çabuk dönün, vakit geçirmeyin, çabuk olun” diyor. En alt sınır budur: Günah işlediniz mi hemen Allah’ı hatırlayın, vakit geçirmeyin, hemen tercihinizi yapın. Ayet “hemen” diyor: Onlar vakit geçirmez, tercihlerini hemen yaparlar; “Allahım” deyip hemen af isterler. Yanlışlarını fark etmişlerse, tespit etmişlerse yanlışta bile bile ısrar etmezler.
ÖNCE KENDİNİZDE VAR OLANI
ZORLAYIN, KENDİNİZDEKİ İRADEYİ TÜKETİN. SONRA DESTEK İSTEYİN!
Bazı konulara böyle kısa başlıklar halinde değinip geçiyoruz, aslında bunların her biri birer ana başlık ama şimdilik çok kısa geçiyoruz ve ayetlerin yalnızca konumuzla ilgili zâhirine bakıyoruz.
İnsanın kendisindeki esmayı nasıl tespit edeceği de bir ana başlıktır. Kendimizdeki esmayı tespit edip onu ihsâ edeceğiz, ama nasıl? O esmalar hayatımızdaki nelerdir ve onları nasıl tespit edeceğiz? Önce şunu fark ederek:  bizdeki esmalara başka isimler veriyoruz. “Şu karakterdeyim, şöyleyim, şu özelliğim var” diye kendinizi tarif ederken tarif ettiklerinizin hepsi aslında birer esmadır. Önce bunu fark etmemiz, idrak etmemiz ve şöyle başlamamız gerekiyor. Onlar birer esma olmasına rağmen, tespit ettiğimiz o vasıflara, o özelliklere orijinal ismini veremiyor olabiliriz, mesela “Mürid” diyemiyor olabiliriz. Böyle olsa bile, yani şimdilik kendi verdiğimiz isimlerle de olsa o esmaları tespit edip kullanmalıyız. Şimdilik ona kendi verdiğiniz ismi söyleyin; “irademi kullanacağım” deyin, ama yeter ki o özelliği kullanın. Yani önce kendinizde var olanı zorlayın, kendinizdeki iradeyi tüketin. Kendinizdeki Halîm esmasına henüz orijinal ismiyle yaklaşamamış olabilirsiniz, olsun, şimdilik ona hoşgörü deyin ama onu Allah’ı tanımada kullanın. Kaderle didişmeme hali olan Halîm esmasına şimdilik hoş görmek deyin ve kullanmaya böyle bir başlayın. Ama sonra mutlaka onların orijinal ismini de öğrenin ve kullanın. Orijinal isimleri kullanmak önemlidir. Siz isminizin yanlış kullanılmasından memnun olur musunuz? Size farklı bir isimle hitap edilmesine razı olur musunuz? Tam da bu yüzden esmanın orijinalini, asıl ismini kullanır hale gelmeyi önemseyin. Şimdilik hoş görülürsünüz ama bu şuna benzer: Yeni biriyle tanıştığınızda, sizin isminizi şaşırabilir, size farklı isim söylerse gülümsersiniz, “öğrenecek” dersiniz, o halini hoş görür, kabul edersiniz. Çünkü sizi tanıyınca şaşırmayacağını bilirsiniz. Siz de şu an farklı isimlerle bile olsa o esmaları tespit edip kullanın, kullanmak için kendinizi zorlayın. Onları kullanmak infaktır ve zikrullahtır. Onları kullanın, hatta zorlayın. Çünkü kuraldır, önce var olanı vermeli, desteği son noktada istemelisiniz. Elbette onu da vermek için istemelisiniz.
PARANIZ VAR AMA, “ALLAHIM PARA VER DE İNFAK EDEYİM” DİYORSUNUZ. BU OLUR MU?
“Muttakiler (bâtıla düşmemek için korunanlar) kendilerine rızk olarak verdiklerimizden infak ederler.” (Bakara-3)
Müttakileri bu özellikleriyle bildiren başka ayetler de mevcuttur. Ayetteki “infak”ı yerine oturtabilmek için, normal hayattan bir örnek verelim. Hatta bu örnek para olursa konu çok daha iyi anlaşılır. Hayr yapmak istiyorsunuz ve bir miktar da paranız var. Ama kendi paranıza hiç dokunmuyorsunuz, sürekli “Allahım para ver de infak edeyim, hayr yapayım” diyorsunuz. Komik değil mi? Cebinizde para var ama siz elinize tespihi almış; “Allahım para ver, Allahım para ver de infak edeyim” deyip duruyorsunuz. Bu zikirle meşgulsünüz ama cebinizde para duruyor. Böyle zikrullah olur mu? Önce cebindeki parayı kullanmandır zikrullah! Allah yolunda vereceksin ve yine vermek için de Allah’dan isteyeceksin. Allah diyor ki verirsen daha çok veririm. Neyinin artmasını istiyorsan onu ver. Cebindeki parayı verirsen daha çok verecek. Ama cebinde o duruyor, sen; “Allahım hayr yapmak istiyorum, para ver” diyorsun. Zikrullah ve Esma’ül Hüsna ile Allah’tan yardım istiyorsunuz ama sizdekini kullanmıyorsunuz, köşenizde oturup “ver de yapayım Allahım” diyorsunuz. İş böyle değil, mekanizma öyle çalışmıyor. Nasıl çalışıyor bakın: Önce tercihinizi belirteceksiniz ve tercihiniz doğrultusunda sizdeki esmayı kıpırdatacaksınız, böylece esas zikrullahı yapmış olacaksınız. Bunu yapar da zorlarsanız, sizdeki bittiğinde, tükendiğinde size gerekli destek gelir. Tabi bu zor bir sınavdır… Bu zor sınavı yaşayanlardan birisi elbette bir Rasûldü: Hz. Eyyüb aleyhisselam. Hep gayret etti, hep dayandı, hep dayandı. Nihayet dilinde bir yara oluşunca “Allahım, Seni zikredemiyorum” dedi. Son noktasıydı, son noktaya kadar hep gayret etti. O son noktada destek geldi, şifa buldu, hiçbir şeyi kalmadı. Çünkü hastalığı veren de, kaldıran da Sahibi! “Ol” dedi hasta oldu, “Ol” dedi hastalık kalktı. Hepsi Allah için çok kolay: Çünkü O, inneHU Aziyzün Hakiym.
ALLAH YOLUNDA OLANA YALNIZCA “ELİNE TESBİH AL, ZİKİR ÇEK, OTUR BEKLE” DİYORSAK OLMAZ
Tercih ve İnfak’la ilgili bu işleyişi şu örnekle de anlamaya çalışalım. Birisi bize bir konuda yapması gerekeni sorduğunda; “otur, şu kadar sayıda şunu tekrarla”  demeyiz. O işle ilgili özelliklerini çalıştırmasını, yeteneklerini kullanmasını, gayret etmesini öneririz, değil mi? Şöyle gayret et, şöyle yap deriz. Çalışmaksa “çalış”, yürümekse “yürü”, koşmaksa “koş” der, ona yapacağı bir fiil öğütleriz, “köşene çekil” demeyiz. “Çok zor bir sınavım var, ne yapacağım?” diyene “git yat” demeyiz. “Çalış, gayret et, kendini zorla” diyoruz. “Tam çalışmaya oturunca uykum geliyor” diyene, “zorla kendini, zihnini açacak bir şeyler iç” diyoruz. Allah yolunda da aynı öneriyi yapmıyorsak olmaz. Bu yolda olana “eline tesbih al, zikir çek, otur bekle” diyorsak olmaz. Bu bir ironi değil mi? Normal hayatla ilgili bir iş olunca “davran, gayret et” diyoruz, bu yolda olunca oturup zikir çekmesini öneriyoruz. Olmaz! Eğer davranılacaksa, bir gayret gösterilecekse bu asıl Allah yolunda olmalıdır. Esas gayret Allah yolu içindir ve onun adı Sâlih Amel’dir. Ayetler bize “siz sa’yinizin (yaptığınızın) karşılığını bulacaksınız” der, “oturup beklemenizin, yatmanızın karşılığı” demez. “Yatmak” yanlış anlaşılmasın, bazen yatmak da gayrettir. Bu gayrete girenin yatması, dinlenmesi da gayrettir, o âlimin uykusu nafile ibadetten hayrlıdır. Gayret yerine uyku, uyku yerine gayret olursa o yanlıştır. Yerinde kullanılırsa uyku da gayret olur. “Tercih ve İnfak” sisteminin nasıl çalıştığı anlaşıldı mı? Paranızı verirsiniz, paranız tükenince Allah’dan istersiniz. Esmalar da öyledir, önce sizdeki mevcut esmaları kullanacaksınız. Böyle yapınca yürümüş olursunuz. Siz yürürseniz Allah size koşar. “Kulum bana yürürse, ben ona koşarım” müjdesi şimdi somutlaştı mı, daha iyi anlaşıldı mı? Ama siz, hiç yürümeden “Allahım koş bana” diyorsunuz, olmaz. Sistem siz yürüdükten sonra çalışıyor.
TÖVBE RABBE DÖNÜŞ, HAKK YOL’U TERCİH DEMEKTİR
Bize “TÖVBE, HİCRET ve TERCİH” öğütleyen bazı ayetlerle devam edeceğiz.  
“Allah’ın (kabulünü) üzerine aldığı tövbe, ancak cehalet ile bâtıl bir davranış yapıp, sonra çok geçmeden tövbe edenler içindir. İşte Allah bunların tövbesini kabul eder. Ve Allah alîmen hakîm’dir.” (Nisa-17)
“Yoksa, bâtılda ısrar eden, (nihayet onlardan) birine ölüm gelip çattığında “işte şimdi tövbe ettim” diyenlerinki değildir. İşte onlar için elîm bir azab hazırladık.” (Nisa-18)
Bu ayetleri amele çevirebilmek için çok basit bir mânâ dikkati gerekiyor. O yüzden ayetlerdeki “tövbe”yi iyi tanımlamalıyız. Tövbe Rabbe dönüş demektir, yani Hakk Yol’u tercih demektir. Tövbeye böyle bakarsanız, “Rabbinize dönüş” ne demektir, onu çok kolay çözümlersiniz. Nisa Suresi 17. ayeti kerime bize tövbeyi şöyle açıklıyor: “Allah’ın kabulünü üzerine aldığı tövbe, cehaletle bâtıl bir davranış yapıp sonra da çok geçmeden tövbe edenler içindir. Yanlış bir şey yaptığında çok geçmeden Rabbini tercih edenlerin dönüşünü Allah kabul eder.” Demek ki tövbe etmek bir tercih yapmaktır, bir tercihi belirtmektir. Tövbe cümleleri tercih belirten, tercih belirttiğiniz cümlelerdir: “Allahümmağfirliy; beni bağışla Allahım” deyip af dilersiniz, sonra da tercihinizi belirtirsiniz: Estağfirullah el aziym ve etubu ileyh; Ona (sana) döndüm.  
Billahi idraktasınız ve “sana döndüm, sana yöneldim Allahım” diyerek tercihinizi belirtiyorsunuz.

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 7

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER