Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Agah Bıyıkoğlu
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI

Agah Bıyıkoğlu 24 Nisan 2014 Perşembe 03:00:00
  Çağdaş, “muzaffer ve muvaffak” Türkiye Cumhuriyeti’nin üç ulusal bayramından biridir 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı. Dün bir kez daha kutladık hâkimiyetin kayıtsız ve şartsız milletin oluşunun yıl dönümünü…
Ulusal bayramlar, ulusal duyguların heyecanların doruğa çıktığı günlerdir; “Türk’ün Ateşle İmtihanı”nın ulusça hatırlandığı günlerdir.
23 Nisan 1920’ye uzanan tarihsel süreci belirtmek amacıyla yıllar önce okuduğum “Suyu Arayan Adam”dan bazı alıntılar aktarmak istiyorum.
Osmanlı İmparatorluğu’nun batmakta olduğu yıllarda (1897) Edirne’de doğan, Balkan göçlerini ve felâketlerini yaşayan Şevket Süreyya Aydemir’in inanılmaz kişisel öyküsüdür Suyu Arayan Adam…
Kafkaslar’da şehit düşen ağabeyinin ardından Kafkas cephesine gitmek üzere kendisi gibi subay adaylarıyla Haydarpaşa’dan biner trene Şevket Süreyya Bey. Ve şöyle anlatır başından geçenleri: “İstanbul’un köşkleri, konakları, bahçeleri, bağları, sırtlarını yeşil yamaçlara vermiş köyler pek çabuk arkada kaldılar. Sonra tren gecenin bağrına daldı.” “… . gözlerimi açtığımda tren bir bozkırın ortasında ilerliyordu. Bu bozkır benim şimdiye kadar gördüğüm, alıştığım topraklara hiç benzemiyordu. Yol ilerledikçe çıplaklık da artıyordu. Keltepeler, çiğ bir güneş altında yanan kıraç, çorak kırlar alabildiğine uzanıp gidiyordu. Tek bir yeşil dal görünmüyordu, tren bile steplere daldıkça çevikliğinden bir şeyler kaybediyor gibiydi. Yorgun, şikâyetli bir didinme içinde yol almaya çalışıyordu. ”Ne var ki yol ilerledikçe tren yavaşlar lokomatifi çalıştıran kömür tükenir, yol kenarlarındaki ağaçlar kazana atılır, tren yokuşlarda ikide bir durunca yolcular vagonlardan inerek yürürler. 1915’ler Anadolu’su budur, idealist ve daha çocuk denecek yaştaki Şevket Süreyya’nın şiirlerde okuduğu, okul şarkılarında haykırdığı Anadolu değildir buralar. Çağlayan sular, öten bülbüller, altın başaklar, altı üstü birbirinden zengin ve dünyanın hazinesi olan Anadolu yerine “burası, dünya kabuğunun çoktan ölmüş bir parçasıydı ki yakan güneş, kavuran soğuk altında, kumları, kireçleri şerha şerha ufalanarak her gün biraz daha çölleşiyordu”
Tren Ulukışla’da durur, Şevket Süreyya Bey, bir arkadaşıyla inerler trenden, Kafkas cephesine gitmek için yollarına yaya olarak devam edeceklerdir, tren, Arap cephelerine gidecekleri yerlerine ulaştırmak üzere Toroslar’ın kıvrımları arasında kaybolur… Şevket Süreyya Bey Anadolu toprağına ilk kez basar ayağını, “… etrafıma uzun uzun bakındım. Burası, birkaç toprak kulübesi olan kıraç, tozlu, kasvetli bir yerdi… . Erzincan’a, Erzurum ilerisine, Rus, Acem sınırlarına varan yollar buradan başlıyordu. Bozuk düzen bir takım izlerden ibaret olan bu yolların uzandığı istikametlerde ne bir karış demiryolu ne de motorlu vasıta vardı. ” Şevket Süreyya Bey, binlerce Mehmetçik’in soğuk ve tipiden tek kurşun atamadan donup şehit düştüğü Kafkas Cephesi’ne doğru yaya olarak müthiş bir istek ve şevk içinde adeta koşar adım gider. “Türküz, ederiz dâima iftihâr/Hilkatle başlayan tarihimiz var/Kalplerde Türklük aşk ile çarpar/Yok bize başka yâr/Önde sancak, elde süngü, kalpte Tanrı biz/Dünyaya hâkim olmak isteriz… ”marşının ruhları galeyâna getiren, heyecanları doruklara çıkaran sözleri eşliğinde gider…
23 Nisan 1920’den dört beş yıl önce budur Anadolu.
Yarın Atatürk’ün Ankara’ya geldiği
günlerdeki Anadolu’yu anlatacağız.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER