Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

ALLAH’TAN KORKAN, HİÇBİR ŞEYDEN KORKMAZ

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 4 Aralık 2017 Pazartesi 13:49:05
 

– 43 –
“BEN Allah’ın düşüncesinin suretiyim” idrakıyla söylenen “BEN” bize lazımdır. “Müstakilen varım ve muhtarım” diyen diğer “BEN” lazım değil. Lazım olan “BEN” muhataptır, ayetler ona seslenir, ona buyrulur: Bu caddeye hanif olarak gel, çünkü cennete tanrılar giremez, cennete giden bu caddeye hanif olarak gel. Peki, bu caddeye nasıl hanif olup geliriz? Tanrılardan sıyrılarak, tanrıları bırakarak gelmek yetmez, gene almıyorlar. Neden? Çünkü sen tanrısın, kendi tanrılığın duruyor. Bu yüzden almıyorlar, “tanrılık iddiasında bulunmadan gel” diyorlar. “Tanrılık iddiasında değilim” dediğin zaman da sen yine “BEN” demeye devam edeceksin, ama bu sefer “ben Allah’ın düşüncesinin suretiyim” diyorsun. O zaman sana “olsun, o “BEN”le gel, bu caddeye gelmek için o “BEN” lazım deniyor; “BEN” Allah’ın düşüncesinin suretiyim” diyerek gelebilirsin. O diledi (KÜN fe YEKÜN) ve oldu, ben O’nun dileğinin suretiyim diyen “BEN” Allah’ın yarattığı “BEN”dir, sistemde o sakıncalı değildir. Bu idrak geri dönüşsüz yaşanıyor hale gelsin, sonra inşaAllah o “BEN”den de kurtulursun. Ama tanrılık ilanı olan müstakillikle “BEN” ayrıdır, onu sen ilan etmiştin. O müstakillik VEHMİN ZULMETİ’ydi, Vehmin Karanlığıydı, Vehmi Suiistimaldi, yasal değildi. Neden?
DÜNYA TANRILARA CAZİP,
DÜNYA TANRILARIN CENNETİ

Yaratılan bu suret bir vehimle vardır. İşte sen buradaki VEHİM SANATI’nı suiistimal edip onun zulmetini/karanlığını seçip vehmi suiistimal ettin. Bu halinle TANRILIK ilan etmiş oldun, “vehmin zulmeti, vehmin suiistimali” denilen budur. Ama Allah merhamet eder de bunu fark edersen, kurtulman için yapacağın duayı da öğretmiştir: “Allahümme ahricni min zulümatil vehmi ve ekrimniy Bi Nuri’l Fehmi; Allahım beni tanrılık ilan etmekten korutup kurtarıver, beni bu yolda kullanabileceğim, sonra da yok edeceğim BEN’e kavuşturuver. Beni tanrı yapan BEN’in zulmetinden, karanlığından kurtarıver. “Allahım vehmin zulmetinden beni kurtarıver.” Rabbimiz lütfetti ve sen şimdi sana lazım olan “BEN”le yoldasın, o idraka geri dönüşsüz yerleştin diyelim, inşaAllah. O zaman bakıyorsun ki yine çokluk var. “Tevhidi nasıl yaşarım, nasıl olacak?” demeyin, inşaAllah oraya bir gelelim, o çokluğun olduğu yere bir gelelim, sonrası kolay. Orada çokluk var, ama orada ne varsa hepsi Allah’ın düşüncesinin suretleri, hepsi öyle. Öncelik o idraka yerleşebilmektir. Oraya bir gel, yerleş, sonra onlardan kurtulmak da nasib olur. Oraya yerleştikten sonra sana kul olan “BEN”lerden kurtulma yolu açılır, o zaman yolun o yol olur. Ancak o “BEN” ile Ehadiyet’i kavramak mümkün olur, Ehadiyet’i bu BEN anlar.
Öyleyse önce bir kere kul olmak, sonra da kulluk yapmak gerekiyor. “Zaten kulum” mu diyorsunuz? Kul olduğunuzu fark etmeniz güzel, gereğini yaşamanız gerekiyor. Ama şuna dikkat edelim, kişi o kulda tanrılık iddia ederek doğdu, yaratılan yapı olan kula sahip çıkarak tanrılık iddiasında, önce o iddiadan vazgeçeceğiz. Peki, nasıl? Onun veri tabanını silerek. Sileceksin. Kolay mı? Hiç kolay değil. Niye kolay değil? Çünkü dünya öyle dilenmiş. Öyle bir yaşantı ki tanrıların galip olduğu bir hayat var. Yani siz tanrılardan ve her türlü tanrılık iddiasından kurtulmak istediğinizde bu dünyada sizi bekleyen bir cazibe yok, o yaşantı için size bir destek, bir mükâfat yok. Çünkü dünya tanrılara cazip, dünya tanrıların cenneti, tanrılık iddiasında bulunanların hele de narsist tanrıların cenneti dünyadır. Bu yüzden, önceki paylaşımlarımızda bahsettiğimiz “üç form”dan birini seçin; ya narsist tanrı, ya hümanist tanrı veya “B insan” olmayı tercih edin, arada kalmak iyi değildir. Hatta eğer tanrı olacaksan narsist tanrı ol. Çünkü bu dünya ona cennettir, bir daha onun eline böyle imkân geçemez, Çünkü burada kimi bulursa ezer. Evet, bu dünya tanrılar için cennet, özellikle de narsist tanrılar için. Siz tanrılar için cennet olan yerde, çıkıp “tanrılık iddiasında bulunmayalım” diyorsunuz. Hem de tanrılara. Hiç cazip değil, bu yüzden zor.
İNSANIN AKLINI DELİ GİBİ
“SALÂT”A TAKMASI GEREKİYOR

İdrakı bu iddiadan kurtarmak için ilk başlangıç düşünce budur: BEN Allah’ın düşüncesinin suretiyim. Bunu söyledikten sonra yaşantınızda buna hayat buldurtmak, bu cümleyi yaşıyor hale gelmek mücadelesi başlayacaktır. Bu “BEN”in hayat bulması, yaşanıyor hale gelmesini sağlamak gerekiyor. Onun yaşamasını sağlamak için ise “salât” çok önemli bir yöntemdir. Bu yolculukta hayat salâta, salât hayata destek verir, vermelidir. Bunlar birbirlerine o kadar destek verirler ve o kadar iç içe geçerler ki nihayet hayat ve salât diye ayıramazsınız. İşte o zaman onun adı DAİMİ SALÂT’tır. Normalde “salâttayım, salât bitti, şimdi hayata bakayım” deriz ama siz bu bahsettiğim “BEN”e hayat vermek için salâta yöneldiğinizde, salât onu öyle ayakta tutar ki daimi yöneliş olan bir hayat başlar. Bu sistemin direği salâttır. Hayat tarzı salâtı, salât hayat tarzını o kadar destekler ki nihayet hayat ve salât ayrımı olmaz. Bu yüzden, salât o kadar önemsenmesi gereken bir şey ki, insanın aklını deli gibi ona takması gerekiyor. Deli gibi. Hiçbir şey ondan daha önemli, öncelikli olmamalı. Eğer o noktada değilsek mümkün değil, bu olacak bir iş değildir. Eğer sizin için salâtın bir önceliği yoksa bu paylaşımlar, bu öğrendikleriniz, “güzeldi, konusu da iyiydi, beni etkilemişti” diyeceğiniz birer anıya dönüşür. Bu ilmi ve taşıdığı manayı daim kılacak, hayat tarzı haline getirecek olan antrenman salâttır. Salât, “veccehtü vechiye; yüzümü yüzüne hanif olarak döndüm” halini bizzat yaşayabileceğiniz ve bu hal ile hayatta kalabileceğiniz önemli bir alandır. Salâtta “veccehtü vechiye” halini, ancak “BEN Allah’ın düşüncesinin suretiyim” diyen söyleyebilir, yaşayabilir, yalnızca bu idrakta olan kişi kendisini Düşünen’e yönelebilir. Namazla tanrı meşgulse o namazı kılar ve bir şey değişmez. “B insan yani kul salâtı ikame eder. Salatı ikame etmek, hayat tarzı haline getirmek tanrılık iddiasında bulunmayanın işidir, ancak.
ALLAH’TAN KORKAN HİÇBİR ŞEYDEN KORKMAZ
“Tanrılık iddiasında bulunmamayı” kolay bir hayat tarzı haline getirebilmek için yani salâtı ikame edebilmek için iki şeyin bizde idrak olarak kuvvetlenmesi önemlidir: EHADİYET BİLGİSİ ve KADER BİLGİSİ. Bu iki bilgi birbiriyle öyle çok ilişkilidir ki… Ehadiyet Bilgisi yeterince oluşmamışsa kişi Kader’i kavrayamaz, Kader Bilgisi ikilemler içerisindeyse Ehadiyet idrakı yaşama imkanı bulamaz. İkisi birbiriyle! Bu ayrılmazlık çok önemli! Ehadiyet’in yani Ehadiyet bilgisinin görünüş biçimi kader yaşantısıdır, kadere teslim insanın görüntüsü de Ehadiyet bilgisinin görüntüsüdür. İkisi birbiriyle bu kadar ilişkilidir. Bu yüzden o bilgileri kuvvetlendirmek, hazmetmek, hayat tarzı haline getirmek için gayret etmek gerekiyor ki tanrı yaşantıda yer bulamasın. Salâtta “veccehtü vechiye” bu yüzden çok önemlidir. İlk Tekbir’le birlikte “Allahuekber” demekle kişi teslimiyetini ilan ediyor. Beşeri hayatta da öyledir. Elinde silahla birisi bir diğerini teslim alacak olsa, karşıdakinin eğer savaşacak bir şeyi kalmamışsa, hücum edecek bir şeyi yoksa teslim olur. Savaşamıyor, her şeyi bitmiş, ellerini kaldırır “teslimim” der. Savaşacak hiçbir şeyim yok. Bitti, o güce teslim olur. Biz de bize lütfedilen iman ve idrakla ama hanif olarak (yani Allah’ın ilminde O’nun dilediği suretler olarak) öyle diyoruz; Allahuekber; Allah’a teslimiz. Salâttaki her hareketin Allahuekber’le oluştuğuna da dikkat edin. Demek ki, salâttaki her kıpırdama sevgi sonucu değil, korku sonucu, korkuyla şekil değiştiriyoruz: Allahuekber. Allahuekber ürpermedir, ama beşeri bir ürperti değil. Öyledir ki Allah’tan korkan hiçbir şeyden korkmaz. Bu yüzden, beşeri korkuların silinmesi için Allah korkusu dediğimiz HAŞYET gerekir, Haşyetullah şarttır. Haşyet bütün korkuları öyle siler ki, hiçbir şeyden korkmazsın. Hiçbir şeyden korkmamak için ancak Allah’tan korkman gerekiyor, Allah’tan haşyet duymak şart. Allah’tan korku olan o haşyetin sesleniş biçimi ise Allahuekber’dir. “Allahuekber” onun dile getirilişidir.
“ALLAHIM BEN TANRI DEĞİLİM, TANRILIK İDDİASINDA DEĞİLİM” İDRAKIYLA YAŞAMAK LAZIM
Fatır Suresi 28: “Allah’tan gerçek haşyeti ancak âlimler duyar.” Anlıyoruz ki bu korku bir ilim içeriyor ve bu korku seni zavallı yapmıyor. Ama beşeri korkuda zavallı olmak şarttır. Oysa gerçek haşyeti duyabilmek için zavallı değil âlim olmak gerekiyor; ne kadar bilirsen o kadar korkuyorsun. O yüzden bilen yani âlim olan diyor ki: Allahuekber. Haşyetin seslendiriliş biçimi, dile gelişi, görünüşüdür Allahuekber. Demek ki salâttaki Tekbir’ler bir aerobikçinin “bir ki, üç, beş, hop zıpla, şimdi eğil, şimdi kalk” komutları değilmiş. Neymiş peki? ÜRKME ANLARI. Şekil “Allahuekber”le değişiyor. O şekil değişirken Allahuekber’le yeni bir evrensel biçime dönüşüyor; Elîf Lâm’a, Lâm Mîm’e dönüşüyor; Elîf Lâm Mîm şekilleri oluşuyor ki hepsi Evrensel Pozisyonlar’dır. O Evrensel Pozisyonların her birisinin diğerine geçişi Allahuekber iledir, değişim bir ürpertiyle oluyor. Bu özellikleri fark edilmediğinde, bir teslim oluş ifadesi olan Allahuekber noksan anlaşılıyor: “Ben tüm dünya işlerini bıraktım, sana teslimim Allahım. Şimdi namazda hiçbir şey düşünmüyorum, sonra düşüneceğim” gibi. Bu bir teslimiyet değildir, bu yaranmadır. Birisine yaranacağın zaman böyle dersin: Şimdi seninleyim hiç kimseyi düşünmüyorum, yalnız seni sevgilim, başkaları sonra… Niye? Çünkü o an ona yaranmaya çalışıyorsun. Bunun diğer adı TAPMAK’tır işte. Böyle teslimiyet olmaz. Allahuekber ve teslimiyet şudur: Allahım, tanrılık iddiam yok. Tanrılığı bıraktım, tanrı değilim; Allahuekber. Bu durumda, “evi, arabayı, çoluk çocuğu, onları namazdan sonra düşüneceğim. Şimdi yalnız seni düşünüyorum, şimdi sana teslimim” anlamında bir tekbir doğru olmaz. Öyle bir teslimiyet değil Allahuekber.
ALLAHUEKBER demek hanif olmaktır, “hanifim Allahım” demektir. Peki, bu idrak onu söylemekle hemen olacak iş mi? Hayır. Hayatta nasılsan o an öylesin. Bu yüzden, salâtta hanif olarak Allahuekber demek istiyorsan hayatın önemini fark edip yaşantına bakacaksın. Mesela, hayatta tüm işlerini tanrıyla/tanrılıkla ilişkilendiriyor musun? Her şeyini tanrıyla ilişkilendirmek önemli bir işin olmalıdır. Tanrılık iddiası anlamına gelen “BEN”le yaşıyor ama seccadeye gelince; “Allahım tanrıyı bırakıyorum” diyorsan olmaz. “Ben seccadeden önce ve sonra tanrı mıyım?” diye kendimize sormalı, tanrılığı hayatla ilişkilendirmeliyiz. Allahuekber: Tanrıyı bıraktım. Böyle diyorum ama hala tanrıyım. Olmaz! Demek ki ben “Allahuekber” derken oyuncakları bırakmışım, o an onları düşünmüyorum. Çünkü üst tanrı kızıyor. Bu idrakta olan kişi namazda tanrıdır. Salâtı ikame edebilmek için, yani salâtta kul “B” insan olarak “veccehtü vechiye” diyebilmek için, yaşarken “Allahım ben tanrı değilim, tanrılık iddiasında değilim” idrakıyla yaşamak lazım. Peki, o idrakla nasıl yaşanır?

HİSSETMEK VE MUHTARİYET-43-

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER