Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Misafir Kalem

AMMURİYE’DEN NUR-U MUHAMMEDİYE’YE AÇILAN KAPI / Bilal Şenel

 

Selman-ı Farisi (r.a) AFYONKARAHİSAR
EMİRDAĞ’DAN MEDİNE’YE SEYRÜSEFERİ
Evliya Çelebi bir derviş sadeliğiyle Osmanlı kültürüyle ele aldığı seyahatnamesinde Afyonkarahisar’dan şöyle bahsediyor.
Karahisar münevver ve ruhani bir şehirdir. Girenin kalbi ve gözü açılır. Bağında gamı kederi dağılır. Canına can katar.
Afyonkarahisar tarihler boyunca (Hitit, Frig, Yunan, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı) önemli bir yaşam kültür ve inanç merkezi olmayı sürdüre gelmiştir.
Bu kadim tarihin önemli mihenklerinden birisi de Ammuriye (Amorium)’dir.
Rasulullah el-Fiten’de geçen bir hadisinde şöyle buyurmuştur:” İstanbul; Onun böbreği ele geçirilinceye kadar feth olunmayacaktır. Ya böbreği neresidir? diye sorulduğunda o Ammuriye demiştir.”
Amorium (Hisar), Afyonkarahisar’ın Emirdağ ilçesinin 12 km doğusunda yer alan M.Ö. 2000’li yıllara dayanan kesintisiz yaşama kültür, ilim ve inanç merkezi olması Bizans’a birçok idareci ve imparator çıkarması ve o dönemlerin en büyük askeri ve ticari merkezlerindendir.
Bu kadim merkezin İslam ve Müslümanlar için önemi ise Selman-ı Farisi ile başlamaktadır.
Selman-ı Farisi’nin hakikat arayışındaki yolculukta Nuru Muhammediye’ye ulaşmadan önceki, son durağı, son mektebi, son halkasıdır.
Ammuriye Nuru Muhammediye’ye Anadolu’dan açılan bir kapıdır. Bu kapıdan yolculuk Selman’la (r.a.) başlamıştır.
Selman, İstahan’ın Ceyy köyünde dünyaya gelmiş, ailesi imtiyazlı sayılan Dihkan sınıfındandı. Mecusi alimi olan babasının gayretleri ile Mecusilik’te önemli bir mevki olan ateşgedeliğe (ateşkörükçülüğüne) kadar yükselmiştir.
Selman (r.a.) Mecusilik’te kutsal sayılan; ateşi yakmak ve sönmesine engel olmakla sorumlu idi.
Bir gün babası çiftliğe gönderdiğinde Selman’ın (r.a) gözü ve gönlü, yoldaki bir kiliseye takılır. İbadet eden bir topluluk görünce de yanlarına yaklaşır, onları dinler ve takip eder.
O günün hak ve tevhid dini olan Hristiyanlığın Mecusilikten daha hayırlı bir din olduğu kanaati oluşur. Bunu koyu Mecusi olan babasına anlatınca aralarında tartışma çıkar ve babası Selman’ı ev hapsine alır. Selman, Hristiyan tüccarların yardımıyla Hristiyanlık’ta dini bir merkez olan Şam’a kaçar.
Bizans’ta devam eden din ve mezhep kavgaları sebebiyle Hristiyanlık inancı bozulmuştur ancak manastırlarda tevhid inancının bozulmadığını iddia eden rahiplerde bulunuyordu. Selman’ın da yanlarında kaldığı rahipler bunlardan bir kaçıydı.
Şam’daki rahip ölüm döşeğindeyken kendisinden sonra tevhid inancına sahip hangi rahibe gitmesi gerektiğini sormuş ve rahibin tavsiyesiyle Musul’a, oradaki rahibin tavsiyesi ile Nusaybin’e, buradaki rahibin de ölümle buluşmasıyla Ammuriye’ye gelmiştir. (Amoryum-Afyonkarahisar)
Burada yaklaşık 12 sene kadar ilim ve hizmetle meşgul olmuş. Geçimini sağlamak için de hayvan yetiştiriciliğiyle uğraşan Selman’a Ammuriye’deki zat, artık yeryüzünde bildiği bozulmamış bir manastırın ve rahibin kalmadığını söyleyerek vefat etmeden önce şöyle bir tavsiyede bulundu.
“Ahir zaman Resûlü’nün gelişi yakındır. O, Hz. İbrahim’in dini üzere gönderilecektir. O, Arap toraklarından çıkacak iki harre arasında hurmalık bir yere hicret edecektir. Onun gizli olmayan alametleri vardır: İki omuz arasında nübüvvet mührü bulunur, hediye kabul eder ama sadaka yemez. Kavmi ona “sihirbaz kâhin, mecnun” diyecektir. Ona kavuşmaya gücün yeterse hemen git.”
İçinde alevlenen hakikat nuruyla yetiştirdiği hayvanları, bu nura ulaşmak aşkıyla Arap tüccarlarından Beni Kelp kabilesi ile anlaşarak Hicaz’a ulaştırması için verdi. Ancak tüccarlar Vadi’l Kurâ’ya gelince ona ihanet edip, onu köle diye bir Yahudi’ye sattılar.
Hakikâta ram olan Selman, bu arayışta bütün malını verdiği gibi bedeni de vermiş. Ruhunun özgürlüğünde bedeni bir köle olarak devam ediyordu hayatına. Daha sonra Benî Kurayza’dan bir Yahudi’ye satılarak Medine’ye kadar gelir ve Kuba köyünün yanında Vadi Buthan civarında bir bahçede çalışmaya devam eder. Kendisine tarif edilen mekân olduğunun hissiyle kulağı gelecek olan Nebi’den haber beklemektedir. Hicrete kadar Resûlullah’tan hiç haber alamayan Selman (r.a.), bir gün bahçede çalışırken sahibine birisi geldi. Yüksek sesle “Allah kahretsin! Resûlullah(s.a.v) dedikleri kimse Kuba’ya gelmiş, Evs ve Hazrec Kabilesi de başına toplanmışlar” dedi. Selman, titreyerek ağaçtan düşercesine ne dedin? Ne dedin? diye sondu. Sahibi ise bir tekme atarak “bundan sana ne, işine bak” diyerek onu tersledi.
Selman (r.a.), o günü zor geçirdi, akşamı adeta iple çekti. Hava kararınca biriktirdiği hurmaları da alarak kendini Resulullah’ın(s.a.v) yanında buldu. Hurmaları ona uzatarak “İşittim ki salih bir zatsınız, yanında da fakir kimseler varmış. Şunları size sadaka olarak getirdim” diyerek Resulullah’a (s.a.v) uzattı. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz onları aldı ve yanındaki arkadaşlarına ikram etti. Kendisi yemedi. Selman, ilk alametinin mutluluğuyla bahçeye geri dönmüş, ikinci alameti öğrenebilmek için hurmalarını topladı ve bir müddet sonra Resûlullah’a gelerek “Bunlar size hediyemdir” diyerek takdim etti.
Bu defa ashabıyla birlikte yediler. İkinci alameti görmenin saadetiyle Medine’ye göçen Resulullah’ı(s.a.v) ziyarete gider. Baki-ül Gargat bugünkü Cennet’ül Bâki bölgesinde Resulullah’ı(s.a.v) bulur. Selman, üçüncü alameti de görmek için Resulullah’ın etrafında dolanmaktadır. Heyecan ve muhabbetini çok belli eden Selman’ı, Resulullah (s.a.v.) Efendimiz sezer ve ridasına hafif açarak iki kürek kemiği arasındaki mührü gösteriverir. Nübüvvet Mührünü gören Selman, kendini tutamaz hüngür hüngür ağlayarak mührü öper. Efendimiz onu “bu tarafa” buyurdular. Selman, iki cihan güneşi efendimizin karşısına geçerek Kelime-i Şahadet getirerek İslam’la şereflendi. Hakikat yolculuğunda nuru Muhammediye’yle tanışma şerefine erdi.
O, ömrünü, malını, bedeni özgürlüğünü vererek kavuştuğu nuru Resulullah’a (s.a.v), çektiği çileleri başından geçenleri hadiseleri bir bir anlattı. Resulullah (s.a.v) Efendimiz onun bu destansı arayışını, İslam’a kavuşma hasretini, aşkını, şevkini bu ibret dolu hayatını; “Anlat ya Selman” diyerek ashabına anlatmasını istedi. O da, İbn-i Abbas’a (r.a.) tek tek anlattı ve onun kanalıyla da bizlere ulaştı.
O, Resûlullah’tan (s.a.v.) hiç ayrılmak istemedi. Allah’ın habibinin nur cemalini görüp de ondan ayrı kalmak, onun için ne kadar zordu… Ama kader bu… Henüz hür değildi. Belki bir müddet daha hasret çekecekti. Bu arada o, fırsatını buldukça Efendimizin yanına koşuyor, sohbetinde bulunuyordu. İnananlarla-inanmayanlar arasında savaşlar dahi başlamıştı. O ise daha esaret zincirinden kurtulamamıştı. Bedir, Uhud Gazvelerine de bu sebepten katılamamıştı. İçin için kavruluyordu. Bu esaretten kurtulacağı, İslâm için çarpışacağı günleri bekliyordu. Bir gün Resûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimizi ziyarete gelmişti. Sevgili Resulullah (s.a.v) ona “Selman kendini mükâtebeye bağla. Kölelikten kurtar” buyurdu.
Selman (r.a.) işareti alır almaz derhal sahibine koştu ve teklifi götürdü. 300 hurma ağacı dikmek ve kırk ukiyye vermek şartıyla onunla anlaştı. Durumu Efendimize bildirince Fahr-ı Kainat (s.a.v.) ashabına “Şu kardeşinize yardım ediniz” buyurdu. Hemen oracıkta 30-40-50 derken 300 hurma fidanı toplandı. Efendimiz, Selman’a: “Bunların çukurlarını hazırlayıp tamamlayınca bana haber ver.” dedi. Selman kısa zamanda, büyük bir gayretle ve arkadaşlarının yardımıyla çukurları kazdı. İki Cihan Güneşi Efendimiz de bizzat kendi elleriyle o fidanları dikti. O hurmaların bir tanesi bile kurumadı. Hepsi meyve verdi. Geriye kırk ukiyye borcu kalmıştı. Onu da bir ödeyebilseydi… Selman tam hürriyetine kavuşacaktı.
Bir gaza dönüşünde Resûlullah (s.a.v) ona yumurta büyüklüğünde bir altın ayırmıştı. Ashabına “Mükâteb olan Farisli ne yaptı?” diye sordu. Hemen, Selman’ı bulup huzura getirdiler. Efendimiz ona: “Selman bunu al, kalan borcunu öde.” buyurdu. Selman altını küçücük gördü ve: “Ya Resûlullah(s.a.v) bu kadarcık şey benim borcuma nerden yetecek?” dedi. Efendimiz, Selman’ın gönlünü hoş etmek için o altını alıp mübarek dili üzerinde dolaştırdı ve: “Hele sen bunu al. Allah senin borcunu öder.” buyurdu. Selman o altın parçasını aldı ve tartmaya başladı. Kırk ukiyye eksiksiz tartarak sahibine ödedi ve azad oldu.
SELMAN-I FARİSİ’NİN
SADAKAT VE TESLİMİYETİ
Selman artık hürdü. Gönlünü o ilahı nur pınarından istediği gibi doyuracaktı. Rahmet ve şefkat Resulullah’ının(s.a.v) inci tanesi sözlerini, sohbetini hiç kaçırmayacaktı. Bundan sonra o, Resulullah(s.a.v)’dan hiç ayrılmadı. Tenhalarda o sevgili ile başbaşa kaldı. Geceleri birlikte çöllere çıkıp sohbet etti. Efendimiz, Selman’daki sadakat ve teslimiyeti, onun İslâm’a kavuşma yolunda çektiği çileleri, sabır, gayret ve azmi gördü ve onunla daha yakından ilgilendi. Onun Resûlullah (s.a.v.) başbaşa kalışlarını Hz. Aişe annemiz şöyle naklediyor: “Birçok geceler Selman, Resûlullah(s.a.v) ile yalnız sohbet ederdi. O sırada zevceleri dahi hizmetlerine giremezdi.”
İşte bu birliktelikler Selman’ı veliler zincirinin başı yaptı. Onu kölelikten mana sultanlığına çıkardı. Bu ilahî feyizlenme kalpten kalbe aktarılarak bugünlere ulaştı. Rabbimiz bizlerin gönüllerini o ilahî feyizle dolduruverir inşaallah. Bu yüce yolu insanlığın hizmetinde daim kılıver. Âmin.
SELMAN UL-HAYR
Selman-ı Fârisi (r.a. ) kısa zamanda ashabın sevgilisi, Resûlullah’ın (s.a.v.) gözdesi oldu. O, Hendek Savaşı’nın tek yıldızıydı. Hendek kazma teklifi ondan geldi? Bu savaşta o, bütün maharet ve becerisini gayret ve hizmetini gösterdi. Bu yüzden ona ‘Selman ul-Hayr’ lakabı verildi.
“SELMAN BİZDENDİR. EHL-İ BEYT’TENDİR”
O, tek başına on kişinin kazdığı yeri kısa zamanda bitirmişti. Onun hizmetteki sürati, feraseti ve işbilirliliği herkesin dikkatini çekti. Ensar ve muhacir arasında paylaşılamaz oldu. Her iki taraf da: “Selman bizdendir.” diyordu. Bu durumu gören iki Cihan Güneşi Efendimiz: “Selman bizdendir. Ehl-i Beyt’tendir.” (minnene ve min ehlibeytina) buyurarak hem ashabın arası telif edilmiş oldu, hem de Selman’a iltifat ederek kendi ailesine dahil edildiğini duyurdu.
Ne yüce şeref !.. Ne mutluluk!.. Ne seâdet !.. Allah’ım bu şeref ve mutluluğu bizlere de nasib et!..
Selman her şeyiyle kendini İslâm’ın hizmetine vermişti. İslâm, onun kanı, canı, damarıydı. Bir gün Sa’d İbni Ebi Vakkas (r.a.) ona, nesebini sordu. O da: “İslâm’a dahil olduktan sonra neseb aramam. Lâkin ben Selman İbn-i İslâm’ım.” dedi. Hz. Ömer de (r.a.) Selman’ı destekleyerek “Ben de Ömer İbn-i İslâm’ım” dedi.
RESULULLAH’IN (S.A.V) TAVSİYESİ
O son derece sâde ve zâhidâne yaşadı. Ömrü boyunca bir yolcuya yetecek kadar dünyalığı kendine kâfi gördü. Evlendiği gece odasının süslendiğini görünce “Resûlullah bana, dünyadaki eşyan bir yolcunun azığı kadar olsun.” buyurdu diyerek eve girmedi. Süs eşyaları kaldırıldı da öyle girdi. Aynı tavrı ölüm döşeğinde de gösterdi. Ziyarete gelenlere hem sevinir hem de ağlardı. Ağlayışını şöyle izah ederdi: “Dünyadan ayrılıp, ölümden korktuğum için ağlamıyorum. Resûlullah’ın (s.a.v.) tavsiyesine uyamadığım için ağlıyorum. O, bana; Dünyadan ayrılırken sermayeniz bir yolcunun azığından fazla olmasın.” buyurmuştu. İşte buna ağlıyorum derdi. Halbuki o vefat ettiğinde geriye bir leğen bir kap bir de abdest ibriği bıraktı. Hepsine 15-20 dirhem kıymet biçildi.
İşte saadet çağı simâları!.. O yıldız insanlar, inançlarını hayata geçirmek için tavsiyelere böylesine titizlik gösterirlerdi. Rabbimiz cümlemize uyanıklık veriver. Halimizi ıslah ediver.
“Cennet üç kişiye müştaktır. Ali, Ammar ve Selman.”
Hz. Ömer (r.a) devrinde İran fethine katılan Selman (r.a ) Medain’e vali olarak atanmıştır. Vâlilik onun hayatını değiştirmedi. Aldığı maaşı fakirlere dağıttı. Sepet örer ve kendi el emeği ile geçinirdi. Doğru dürüst ne evi ne giyeceği ne de yiyeceği vardı. Bunlar onun için bir gaye değildi. Yemekte ısrar edenlere Resûlullah’tan (s.a.v) şöyle duyduğunu söylerdi: “Dünyada iken karınlarını çokça doyuranlar kıyamet günü en çok acıkanlar olacaktır.”
Hakikat yolculuğunda her şeyden vazgeçerek teslimiyet gösteren Selman (r.a), Hz. Ömer (r.a) döneminde valilik yaptığı Medain’de vefatı gerçekleşmiştir.
Ammuri’ye, Anadolu’dan hakikat yolcularına, Selman (r.a) ile açılan bir kapıdır.
İşte bizler de bu kadim tarihin devam eden sürecinde kıymetli toprakların üzerinden geçmiş değerli şahsiyetlerin devam eden nesilleriyiz. Ahlak-ı ve Nur-u Muhammediye açılan bu kapıdan yolculuğumuz Rasulullah’a dolasıyla İdrak-i Muhammediye Ahlak-ı Muhammediye Nur-u Muhammediye yani Hakka ve Hakikate olacaktır.
Allah yolumuzu hak, hizmetimizi hakikatte daim ve sabit eyleyiverir inşallah
Ümmeti Muhammedi bu nura ulaştırıverir, hayırlı eyleyiverir, kolaylaştırıverir… İnşallah

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti