Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

BU YAZILARI “RAHATSIZLIĞIMDAN KURTULUP KALBİMİ TATMİN EDECEK NE ALABİLİRİM?” DİYE OKUYUN LÜTFEN

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 6 Şubat 2018 Salı 14:10:09
 

– 98 –
Düzeltmek istediğiniz bir konu varsa ne yapacaksınız? Bir şeyi, bir davranış biçimini düzeltmeyi planlıyorsanız yönteminiz ne olmalıdır? Aslında yöntem hep aynıdır: Düzeltmek istediğiniz konuyla ilgili çok önemli bir mekanizma olan rahatsızlık mekanizmasından yararlanmak, yani yeterince RAHATSIZ OLMAK gerekiyor. Yeterince rahatsız olmak! Yeterince rahatsız olduğunuz zaman, o konuyla ilgili nefs-i levvameye, o konunun nefs-i levvamesine gelirsiniz. Nefs konularını henüz tek tek ele alma fırsatımız olmadı, nefs mertebeleri nefs-i emmareyi saymazsak, kitaplarda nefs-i levvame, nefs-i mülhime ve devamı olarak anlatılır. Ama aslında, nefs mücadelesi içerisinde “her davranışın kendine ait bir nefs mertebesi” vardır, o davranış biçiminin kendi süluğu içerisinde ona ait nefs mertebeleri yaşanır. Siz herhangi bir davranışınızı, fikrinizi, yorumunuzu bir mertebeye sıçratmış olabilirsiniz, ama buna rağmen diğerleri başka bir nefs halinde olabilir. Mesela, bir fikir, yorum ve davranışınızı nefs-i mülhimeye, bazen sıçramalarla nefs-i mutmainneye, nefs-i raziyeye taşıyabilirsiniz, ama diğer fikir ve davranışlarınız henüz nefs-i levvamenin girişi ile nefs-i mülhime arasında gidip geliyordur. Bu yüzden, ileri götürdüğünüz bir davranışa bakarak tüm dosyalarınızı, yani her şeyinizi o nefs haline taşımış sanmayın. Taşınma sürecinin tamam olması için her bir davranışınızı TEK TEK TAŞIMAK gerekiyor; davranışlarınızın her birinin tek tek nefs-i levvamesini hissetmeniz gerekiyor. O nasıl olur? Kendinizi inceliyorsunuz, incelerken tesbit ettiğiniz ve üstüne gitmeyi düşündüğünüz “A” kapsamında bir konu fark edip ondan rahatsız oldunuz. O rahatsızlığı kuvvetle hissetmekle siz o davranış veya düşüncenin nefs-i levvamesine girmiş olursunuz. Eğer o rahatsızlığı kuvvetle hissetmezseniz; “neyse, böyle ama” gibi düşünüp önemsemezseniz levvame sistemi çalışmıyor. Çok kuvvetli bir rahatsızlık duymak şart! Aslında öyle bir rahatsızlığı kuvvetli yaşamak, yani rahatsızlığın kuvvetli olması çok önemli bir lütuftur, hediyedir. Çünkü o rahatsızlık levm etmek demektir ki sizi tövbeye götürür. Eğer tövbeye götürmüyorsa, rahatsızlık çok fazla bir mana ifade etmez. Rahatsız olmak, levm etmek bu prosedürde bir basamaktır. Ama o rahatsızlığın yaşantınızı etkilemesi gerekiyor. Sevdiğiniz bir arkadaşınızın bir tavrı sizi nasıl birkaç gün etkiliyor! Sizi görenler; “ya ne oldu sana, bir hal var sende” diyorlar. “Bir şey yok” deseniz de sonra, eğer ısrar ederlerse anlatıyorsunuz: “Şöyle bir şey oldu, hala etkisinden kurtulamadım” diye. Sizi etkiliyor! Duruşunuzu, davranışınızı, bakışınızı, iştahınızı, yerine göre normal iş akışınızı etkiliyor. Hatta o kişiyle ilişkinize göre, hayatla ilişkinizi etkiliyor. Ama Allah’la olan ilişkimiz? Allah’la ilişkimiz hiç bu kadar etkilenmiyor. Bu durum, sizce de incelenmesi gereken önemli bir şey değil mi?
“BEN HAYATIMA ALLAHUEKBER
FARKI KATACAĞIM” DEMELİYİZ

Demek ki rahatsız olabiliyoruz. Birçok şeyde rahatsız olabiliyoruz, arabanın bir yeri çiziliyor, üç gün uyuyamıyor insan, cüzdanından küçücük bir şeyini kaybediyor, etkileniyor insan. Ama Allah’la olan ilişkimiz bir gün uykumuzu kaçırmıyor! Bu yüzden bu noktaya bir isim verdik; ALLAHUEKBER FARKI. Hayatla ilgili olarak bu farkı önemsemeliyiz, “Ben hayatıma Allahuekber farkı katacağım” demeliyiz. Bunu kim der? Ancak talib olan der. Talib’in işidir bu, bunu talib olan söyler: “Ben hayatıma Allahuekber farkı katacağım.” Böyle der ve her bir davranışını tek tek elekten geçirir, yakalar, sorar; ben bunun Allahuekber farkını oluşturdum mu? Ve Biiznillah onun Allahuekber farkını hayatına kazandırır. Nasıl olur o? Mesela siz bir kişiye bir işle ilgili teşekkür ettiğinizde, Allah’a olan şükrünüz o teşekkürden bile geriyse olmaz. “Allah’a şükredelim, zaten şükrediliyor, belli sayıda şükür zikri yapalım” gibi düşünüyorsanız olmuyor. Sen arkadaşına, yüzüne bile bakmadan teşekk��r etsen, yani candan ciğerden teşekkür etmesen nasıl olur? Mesela, Ayşe diye bir arkadaşın olsa, eline de tesbihi alsan yüz kere “teşekkür ederim…” deyip, “Ayşe, sana bugün bir tesbih teşekkür ettim” desen, bu Ayşe için ne ifade eder? Hiç bir şey! Bir insan için bile hiçbir şey ifade etmeyen bir şeyi sen ibadet diye Allah’a sunarsan onun getirisi çok fazla olmaz. Niye?
RAHATSIZLIK, TÖVBE,
 DUA MEKANİZMASI ÇALIŞMALI

Çünkü sende bir kapasite var. Sen o kapasiteyle insana veya başka bir şeye daha fazla yönelebiliyor, daha içten teşekkür edebiliyorsun, bir işe daha fazla üzülebiliyorsun, daha fazla koşturabiliyorsun, daha fazla uykusuz kalabiliyorsun, daha fazla yoruluyorsun. Ama Allah’la ilgili bir şey olduğu zaman en azı! En azını yapıyoruz, en azını yapmak bize yetiyor. Olabilir mi? Bir gün arkadaşlar arasında hem de namaz kılan arkadaşlarla dürüst bir test yapmaya çalışmıştık, “hayatta en uyduruk yaptığınız şey ne?” diye sormuştuk. Cevap “namaz” çıkıyor, “en uyduruk onu yaparım. Diğerlerini daha titiz yaparım; öyle bir cam silerim ki. Veya öyle bir evrak düzenlerim ki. Veya şu işi öyle bir yaparım ki” cevabını alıyoruz. Namaz en geride kalıyor. Demek ki hayata bir Allahuekber Farkı kazandırmak gerekiyor, bu telaşta olmak lazım. İşte ancak bu telaş, insana o işe layık rahatsızlığı getirir. O rahatsızlık ki tövbeyi getirir, tövbenin kapısını açar. Tövbe yeter mi, son durak mı? Yetmez, hayır. Tövbeden sonra dua gerekir, bir hedef koymanız gerekir, bir hedef belirlemeniz lazım. Bir arkadaş “gün içinde Allah’ı unutuyoruz” demişti, bu vesileyle söyleyelim; eğer Allah’ı unuttuğunuzu sandığınız o anları böyle bir rahatsızlığa çevirebilirseniz, o rahatsızlıktan sonra tövbeyle Allah’a yönelirseniz, sonra da bir hedef koyar, Allah’a dua eder ve bir talepte bulunursanız, bu çok güzel çalışan bir mekanizma olur. Neden böyle bir mekanizma? Çünkü bu iş sizin “bir daha Allah’ı unutmayacağım” demekle başaracağınız bir yol değil, siz verdiğiniz o kararla başaramazsınız. Ama kendinizde var olan bu mekanizmayı çalıştırırsanız, bu konuda kendinizi fark etmediğiniz bir başarıya ulaşmış bulursunuz. Çok istemek gerekiyor, konsantrasyon öyle geliyor. Ancak! Ancak öyle! Ancak çok istemekle! Kesin! Ancak çok istediğiniz zaman o sizin önceliğiniz oluyor. ÖNCELİĞİNİZ haline geldiği zaman o size rahatsızlığı getiriyor. Rahatsızlık tövbeyi, tövbe duayı getiriyor. Bu çark bu mekanizmayla dönüyor: Rahatsızlık, tövbe, dua.
ÇOK İSTİYOR OLMAK ÖN ŞARTTIR
Konservatuarlardaki keman eğitimini incelediniz mi hiç? Eğitimlerinin, eğitim sürelerinin önemli bir kısmı ne ile geçiyor, biliyor musunuz? Kemanın üstüne sürdükleri yayın nasıl tutulacağıyla ilgili. Yay nasıl tutulur? Bunu o işi bilenlerden dinledikten sonra çok dikkatimi çekmeye başladı. Diyelim ki Tv’de bir konser var, bir sanatçının saz ekibi var, arkada beş altı tane kemancı var, hareketlerine dikkat ediyorum, aynı müziği çaldıkları halde yayı aynı anda getirip götüremiyorlar, küçük de olsa farklar var. Ama büyük orkestraları, bir klasik müzik orkestrasını izlediğinizde belki yirmi tane kemancı var, ama yay aynı anda gidip geliyor. Çünkü o eğitimi çok aldılar. Diğerleri çok kendi kendilerine yetiştikleri için o birliği sağlayamıyorlar. Oysa bunlar o yayı tutabilmek için eğitimlerinin çok önemli bir kısmını sırf yay tutmayı öğrenmeye harcıyor. Hocaları geliyor, konuları yay. Bir sene geçiyor konuları yay, bir sene daha geçiyor konuları gene yay. Yayı hakkıyla tutmadıkça bir ileri geçemiyorlar. Bu bir keman eğitimi, kemanı çalmak gibi bir ideali, bir hedefi olan için böyle bir eğitim gerekiyor. Kemanla ilgili şöyle bir yan da var; keman dinletisi. Kişi bir keman konserine gider, ister ki bir virtüöz gelsin, o da orada güzel bir konser dinlesin, “oo, ne kadar güzel çaldı” desin. Bir başka konsere gidince; “bu da iyi ama diğeri şöyle çalmıştı” desin, konserleri kıyaslasın, eleştirsin. Bu iki aktivite de kemanla ilgilidir, ama birbirinden çok farklı, değil mi?  
Bu yazıları bu sayfadan sizlerle iki yıldır paylaşıyoruz. Bu süre zarfında hep belli bir müfredatı izlemeye çalıştık, paylaşımlarımızı stratejik götürdük, bu paylaşımlarla bir şey bina etmeye çalıştık. Yani bir virtüöz konseri vermeye çalışmadık, size konser dinletmeye çalışmadık. Ne yaptık? İdrakımızı birlikte bir hedefe götürmeye ve ilerletmeye gayret ettik. Bunu yaparken mecburen (belki hala yapmamız gereken bir şey) aynı şeyleri ama farklı cümlelerle söylemeye, vurgulamaya, tekrar tekrar örneklendirmeye gayret ettik, ediyoruz. Bu bir yöntem! Bu yöntem bu tür paylaşımın bir yanıdır, bir tarzdır. Bu tarz paylaşımlarda karşılaşılabilecek bir başka tarz da şu olabilir: Yazan, paylaşan kişi yeni bilimsel bulgular, mekanizmalar, bir şeyler fark etmiştir, duymuştur, öğrenmiştir onu paylaşır, o farklı bir paylaşımdır. Bizim hedefimiz salt bir bilgi paylaşımı değil! Sizlerle bu yazılar vesilesiyle yan yana gelişimizde, yani yazılarımızda hep bir hedefimiz olsun, idrakımızı birlikte bir yere taşıyalım yöntemini uyguladık. Onun için bugüne kadar size “ben ne biliyorum”u anlatmaya, onun sınırlarını ortaya koymaya hiç gayret etmedim. Bu tabi, zaman zaman zihinlerde bazı soruların oluşmasına yol açtı, çünkü uyguladığımız yöntem bazı tekrarlar içeriyor. Özellikle de “A” Takdim Formu”nu çok ele aldık. Paylaşımlarımızda kesintisiz hep “A” Takdim Formu” dedik, onu inceledik. Ondan kurtulmaya talip olanlarla buna devam edeceğiz de… Az önce, “demek ki bu işi çok istemek lazım” demiştik ya, kurtulmayı çok isteyenlerle devam edeceğiz. Bu anlatılanları bir havuz gibi düşünün, bu havuza yaklaşan birisi var ki susuzluktan dili yapışmış, dudakları çatlayacak derecede kurumuş, öyle çok susamış, konuşamıyor, “dilim damağıma yapıştı” denilen hali yaşıyor, gerçekten yapışmış. Bu kişi suya yaklaşır yaklaşmaz ilk yapacağı şey, kanasıya suyu içmektir, suyun temizliğini bile çok incelemeden suyu içer. İçtiği su onun tüm hücrelerine yayılır gider ve hayat bulur. Ama yeterince susamamış birisi bu havuzu gördüğü, bu paylaşımları okuduğu zaman “gitsem de kanasıya bir su içsem” demez ki. Ya ne der? Gitsem de bir ayaklarımı suya soksam, şöyle cıbı cıbı yapsam diye düşünür, bu yazılara öyle bakar. Bu iki aktivite birbirinden çok farklıdır. Hakk yoldaki yazılara, toplantılara, bilgiler anlatanlara, kitaplara böyle çok susamışçasına yaklaşmak gerekiyor. Bu çok önemli bir ön şarttır; Çok istiyor olmak ön şarttır. Çok arzulu, çok istekli olmak sizde yanlıştan kurtulmak ve ilerlemek için rahatsız olmayı hayat tarzı haline getirir. Başka hiç bir şey düşünemeyen hale gelmiş olmak gerekiyor, bu çok önemli. Bu yüzden, buralarda anlatılanlara bilgi yarışması jürisi gibi yaklaşmayın. “Yararlanabilir miyim?” diyorsanız buna dikkat edin. Bu yazıları “bu kişi ne biliyor?”u ölçmek için değil de “rahatsızlığımdan kurtulup kalbimi tatmin edecek ne alabilirim?” diye okuyun lütfen. Okuyup, size ne lazımsa alıp onu salih amel haline getirmek gerekiyor. Bunu yapmak çok yararlı olur…

 

HİSSETMEK VE MUHTARİYET-98-

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER