Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

DÜŞÜNCELER, AMELLER VE BİLGİNİN FAZLASI

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 28 Eylül 2017 Perşembe 13:40:52
 

– 41 –
“İnşirah” suresinin ilk ayetindeki “sadrak” ifadesini ve “sadr” kelimesini anlamaya gayret ediyoruz. Bu ayetin manasını ve bize mesajını anlamak için “sadr” ifadesiyle kastedileni iyi bilmek gerekiyor. Çünkü “sadr” birçok ayette geçiyor. Sadrı doğru anladığımız zaman o ayetleri anlamak, ilgilerini oluşturmak çok kolaylaşacaktır. Sadr, Kalb, Fuad, Lüb Organizasyonu mekanizmasını incelediğimiz bu yolculuğu Kur’an ayetleriyle yapıyoruz, Kur’an’dan ayrılmıyoruz. Çünkü yöntemimiz Kur’an’ı yine Kur’an’dan dinlemek; soruları Kur’an’dan sormak, cevaplarını Kur’an’dan almak, mümkün olduğunca içinde “bana göre” cümlesinin olmadığı bir anlatım tarzında olmak. Eğer beşere göre bir şey olacaksa, onu Efendimiz’in hadisleri kapsamında olacak şekilde anlatmak. Dolayısıyla daima usulümüz; Kur’an’ı Kur’an’dan öğrenmeye çalışmak.
Önce zahirdeki manaya bakacağız
Tevbe Sûresi’nin iki ayetinde de konumuzla ilgili kelimeler geçer; 14. ayette “sadr”, 15. ayette “kalb” geçer. Biliyorsunuz, konuyu özellikle içinde “sadr ve kalb” geçen ayetleri ele alarak inceliyoruz, anlatış ve kompozisyonumuzun çatısını özellikle bu ayetler oluşturuyor. Tevbe Sûresi 14 ve 15. ayetlerdeki “sadr ve kalb”in bize anlatmak istediği şeyi yakalayabilmek için, bir önceki ve bir sonraki ayetlere birlikte ele alalım inşaAllah.
Tevbe-13: “Yeminlerini bozmuş, er-Rasul’ü yurdundan ihraca kastetmiş ve üstelik ilk kere kendileri size savaşa başlamış bir kavme karşı savaşmayacak mısınız? Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer müminler iseniz haşyet duymanız için “ehakk” Allah’tır.”
Tevbe-14: “Mukâtele edin onlarla ki Allah sizin ellerinizle onları azablandırsın, rezil etsin onları, onların aleyhine size nusret versin. Ve böylece müminler kavminin sadrlarına şifa versin.”
Tevbe-15: “Kalblerdeki ğayzı (gadabı) gidersin. Allah dilediğinin tövbesini kabul eder. Allah Aliymun Hakiym’dir.”
Tevbe-16: “Yoksa siz, Allah sizden mücahede edenleri, Allah’tan ve Rasulü’nden ve iman edenlerden başkasını veli edinmeyenleri ortaya çıkarmadan bırakılacağınızı mı sandınız? Allah yapmakta olduğunuz her şey için Habiyr’dir.”
Bu dört ayetin meali zahiren böyle. Zahirin tarifini nasıl ele almalıyız, bunu göreceğiz.
Zahiri en azından iki türlü düşünmek lazım. Birisi; ayetin geldiği zamanki durum: Ayet hangi ortam için, nasıl bir durumda ve “ne demek” için geldi? Ancak zahiri bu yönüyle ele alan kişi, zahire yalnızca böyle bakar ve böyle değerlendirirse işi orada bırakır; bir hikâye gibi düşünüp o işi, o manayı orada, o olayda bırakır. Kişinin zahirle ilgili düşüneceği ikinci hal de önemlidir ki, o zahirin günümüze taşımasıdır. Evet, ayetler o günün şartları ve olayları içerisinde böyle geldi, bunu dedi ama ayet bugün bana ne diyor? Zahiren “ayet bana şunu diyor” diyeceğimiz bir bakış. bulmak gerekiyor. Eğer kişi bu iki zahiri bulup amele çevirmezse onda “bâtınî mana” açılmaz.
“Ne düşündün de cennete gittin?”
diye bir şey yoktur, “ne yaptın da

cennete gittin?” vardır
Hem yeri geldiği için, hem de çok önemli olduğu için vurgulayarak söyleyelim; bâtınla amel yapılmaz. Amel zahirle yapılır ve insanı kurtaracak olan şey ameldir. İnsanı ahiret hayatında kurtaracak olan onun amelidir. “Ne düşündün de cennete gittin?” diye bir şey yoktur, “ne yaptın da cennete gittin?” vardır. (Elbette yaptıklarınla cennete gidemezsin, cennet Allah’ın merhameti ile mümkün olur. Ama inanan kişinin salih amel yapması gerekiyor.) Yanlış düşünerek, yanlış inanışla iş ve amel yaparsan zaten yaptıkların boşa gider, o ayrı. Ayetler diyor ki, yanlış düşünerek, yanlış düşünceyle iş ve amel yapıyorsan yani şirk koşarsan amellerin boşa gider. Şirk koştun mu bitti, o zaten hesaba alınan bir şey değil. Ama sadece doğru düşünerek, doğru düşünüyor olmakla cennete gidilmez. O doğruyu yaparak gidilir, amelle gidilir, bu yüzden “Amenû ve amilus salihati” prensibi önemlidir. İşte onun için, bâtınla amel olmaz. Hele de gözünüzü kapatıp hayal kurarak bâtın yakalıyorsanız hiç amel olmaz. Onun adı ham hayaldir. Kişi kendisini ibadette zanneder, ama öyle bir ibadet yoktur; amel yapamadığınız amele dönüştüremediğiniz bir ibadet yoktur.
Bilgin kadar ameli ve amelin
kadar bilgiyi dengeleyeceksin

Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin hadisi şöyledir: “Her şeyin taşkınlığı olduğu gibi bilginin de taşkınlığı vardır. Taşkın olan bilgiden korununuz.”
Bilgi taşkınlığı nedir? Taşkınlık kapsamındaki bilgi, bir kere seni ikileme düşüren bilgidir, bilginin seni Hakk Yol’da tereddüde düşürmesidir. Böyle bakıldığında, az bilgili olup da ikileme düşmeyen kişi daha şanslıdır. Düşünün lütfen, siz normalde güzel güzel salâtınızı ikame ediyorken din adına bir bilgi duydunuz ve tereddüde düştünüz: Salât ikame etmeli miyim, etmemeli mi? O bilgi seni tereddüde düşürdü, sende taşkınlık yaptı. Böyle bir bilginin sana ne faydası var ki? Bu yüzden her şeyi öğrenmeye çalışmak şeytana kapı açar. Peki, nasıl bir yol takip edilmeli?
Denge önemli. Dengeleyerek yürümelisin; bilgin kadar ameli ve amelin kadar bilgiyi dengeleyeceksin. Daima, öğrendiğin bilgiyi bir amelle dengeleyeceksin, yani bilgini, bildiğini hayata geçireceksin. Hayata geçiremediğin bir bilginin peşine koşar ve onu da yığarsan taşkınlık olur. Zaten hadiste de “bilgi zararlıdır” denmiyor, “taşkınlığı zararlıdır” diye uyarıyor Efendimiz (SAV). Amele çeviremediğin bilgileri yığar da taşkınlık oluşturursan sana zarar verir. Neden? Seni fitneye düşürüp amelden uzaklaştıracağı için. Bu yüzden amel zahirle yapılır, daima.
Tevbe Suresi bize neler öğretiyor?
Peki, bâtınla amel olmaz mı? Şöyle olur. Bir kişi ona zahir olan bir şeyle, zahirle amel ediyorsa ve amelinde de ihlâsı yakalamışsa, onun daha önce bâtın diye bildiği bilgi onda zahir olur. Dolayısıyla yine zahirle amel yapar. Bir bâtın bilgi sizde zahir olmadan onunla amel yapamazsınız. O bâtın bilginin sizde zahir olması için, siz o bilgi kulvarının zahirinin ne olduğunu iyi öğrenip amele çevirmeli, sonra da onun ucundaki bâtının sizde zahir olmasını beklemelisiniz ki onunla amel yapasınız.
Şimdi bir örnek uygulama yapalım. Bir yöntem uygulayarak, ayetlere ilk basamak olarak hem o gün için hem de bugün için yani kendimiz için bakmaya çalışalım. Bu işi yaparken Tevbe Sûresi’nin 13, 14, 15 ve 16. ayetlerini ele alacağız. Tevbe Sûresi’nin bir özelliği var; ona Besmele ile başlanmaz, sadece “Euzü” okunarak başlanır. Çünkü o sure bir ültimatom ile başlar. Ültimatom Besmele’yle başlamaz. Eğer Allah’ın ültimatomu Besmele’yle başlarsa rahmeti gazabını geçer ve ültimatom kalkar.
Bu vesileyle bir önemi not edelim: Eğer bizler çok rahatlıkla, aklımıza geldikçe Besmele’yi kullanıyor, Besmele söylüyorsak bu bizim için nasıl bir lütuftur anlayın; ültimatomun dışındasınız. Eğer ültimatom kapsamında olsanız Besmele’yi bile söyleyemezsiniz. Size Besmele söylettirilmez, ki ültimatom yerine gelsin. Bu yüzden Tevbe Sûresi birinci ayet der ki; bu Allah’tan ve Rasulü’nden bir ültimatomdur, kendileriyle anlaşma yaptığınız müşriklere. Sure bu ayetle başlar, bu yüzden başına Besmele yazılmaz.
Bu parantezi kapatıp devam edelim, Tevbe Sûresi 13, 14, 15 ve 16. ayetlerinden öğrendiğimiz nedir, ona bakalım.
Birincisi şu; “onlar yeminlerini bozdular” deniyor. Mekke müşriklerinden bahsediyor ve diyor ki; siz onlarla anlaşma yapmıştınız ama onlar anlaşmalarını (yeminlerini) bozdular, yaptıkları anlaşmaya sadık kalmadılar.
İkincisi; ayrıca er-Rasulü yerinden yurdundan ihraç ettiler. Efendimiz (SAV)i Mekke’den çıkarmak için planlar yaptılar ve uyguladılar da. Nihayet Efendimiz Medine’ye hicret etti.Y
Üçüncüsü; bununla da kalmayıp saldırdılar, savaştılar. Baktılar Efendimiz Medine’ye yerleşti, Medine’ye nifak tohumları ekerek O’nu Medine’den çıkarmak için çalıştılar.
Onların özellikleri böyle anlatılıyor, yani bu savaşta karşı tarafın özellikleri işte bunlar: Onlar yeminlerini bozanlardır, onlar er-Rasulü ihraç edenlerdir ve onlar her seferinde ilk saldıranlardır. Siz onlar saldırınca kendinizi savunuyorsunuz. Hep onlar saldırıyor, savaşı hep onlar çıkarıyor, yani hep ilkin onlar sataşıyor, savaş açıyor, saldırıyor. Onlara ait bu üç özellik önemli: Yeminlerini bozanlar, er-Rasulü ihraç edenler ve her seferinde ilk saldıranlar.
Oysa bilmedikleri bir şey var. Elbette bilmiyorlar; çünkü gafletteler. O bilmedikleri şey ne?
Enfal Sûresi 33 onu bildiriyor: “Hâlbuki sen onların içindeyken Allah onlara azab vermezdi. Ayrıca istiğfar edenler varken de Allah onlara azab verici değildir.”

İNŞİRAH -41-

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER