Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 67

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 7 Eylül 2018 Cuma 14:19:18
 

İNSANI HALİFETULLAH YAPAN ESAS
ÖZELLİK “ADIMA BEN DE” YETKİSİDİR
Kurtuluşa dair bir bilgi ile başlayalım. Kurtuluş dediğimiz zaman biliyoruz ki kastımız Allah’ın râzı olduğu bir kul olmak lütfuyla, ikramıyla cennetine dâhil olabilmek. İşte bunun kısa yollarından birisi, kulun ihtiyâcı olan ve isteyen özelliğiyle ilgilidir, “İyyaKE nesta’iyn” ile ilgili bir haldir. Şöyle ki: İhtiyâcı olan ve isteyen olması insan için bir sonuçtur. Bu neden böyle, anlamak için çok kısa bir idrak seyahati yapacağız, birlikte basamak basamak dikkatle ilerleyelim. İnsanın ihtiyacı olan ve isteyen vasfı bir sonuçtur; insan (kul) “BEN” dedikten sonra isteyen hali başlar, isteyen olur. Önce Allah’ın “kendini bil” manasında “KÜN” emriyle “fe yekûn” kendini bilir ve Allah’ın “BEN” demesinden verdiği yetkiyle “BEN” der. Allah bu emriyle ona “Sen de adıma BEN de” diyerek yetki vermiştir. Halifetullah’ın en önemli özelliği budur. Halifetullah tanımı için kitaplarda birçok şey sıralanır, hepsi tamam ama insanı Halifetullah yapan esas özellik “Adıma BEN de” yetkisidir. Halifetullah olmak, Allah adına “BEN” kelimesi kullanma yetkisidir. İnkârcılar o yetkiyi kendi adlarına, kendi zatları namına “BEN” diyerek kullanır ama inanan kul Allah adına “BEN” der. “BEN” Allah’ın vasfıdır ve kul için verilmiş çok şerefli bir hediyedir. Biz Allah adına “BEN” deriz. İnsan “BEN” dedikten sonra kendini bilir, dışını fark eder ve isteyen olur, dışı olduğunu anlayınca isteyen olur, isteyince de ihtiyaç sahibi olduğunu anlar. Dolayısıyla, kulun ihtiyaç sahibi ve isteyen olması onun sonuç olarak yaşadığı bir hali, bir vasfıdır. Allah adına “BEN” dedi, sonra dışı kavramının olduğunu yaşadı, bu hali yaşayınca ihtiyaçlarını anladı, o zaman da isteyen oldu.
ALLAH İSTEYEN DEĞİL VERENDİR
Kişi Esfele Sâfiliyn idrakta olduğu için ihtiyaçları için ne gerekiyorsa yapar, hatta o işin yarışına girer. Baktı ki “BEN” dedikten sonra ihtiyaçları var ve onları istiyor, hayatını onlarla sürdürebilecek, onlarla itibar kazanacak, dûniHİ algı ve zann’larının hâkimiyeti altında da bu ihtiyaçlarını tedarik edebilmek için ne mümkünse yapar, hatta o işlerin yarışına girer, bu yöntemlerde başkalarıyla yarışır. Bu, dünya yaşantısının normal halidir. Kur’ân’dan öyle öğreniyoruz. Bu yaşantıyı Kur’ân bir uyarıyla kesiyor, diyor ki: Ancak size hüdam gelince! Dolayısıyla, eğer kul bu durumda yaşarken kendisine Rabbinden ulaşan hüdaya (hidayete) uyarsa öğrenir ki Rabbi farklı, O isteyen değil veren. Bu iyi sindirmemiz gereken çok önemli bir bilgidir; Allah isteyen değil verendir.
Biz bazen kelimeleri emir olarak kullandığımız için idrakımız bizi yanıltır. Bunu niye yapıyorsun diye sorulduğunda “Allah istedi diye” deriz ve idrakımız hemen Allah’ı isteyen yapar. Bu yüzden, salât ikame eden yani namaz kılan Allah istedi de yapıyorum sanar. Buradaki istek öneridir, “bana bunu yapın” ricası değil. Bunu ileride daha geniş göreceğiz, şimdi konumuz “isteyen” olduğu için bu kadarla kalalım: Allah’ın isteyen değil veren olduğunu, her fiilimizde kaçırmadan uygulamalıyız.
“SEN İSTEMEKTEN BIKMAZSAN
ALLAH VERMEKTEN BIKMAZ.”
“İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn” kula aittir, Allah’a ait gibi kullanmak doğru olmaz. Allah verendir. Efendimiz (SAV)’e “Ya Rasûlallah, ne kadar dua edeyim?” diye sorulduğunda Efendimiz (SAV) buyuruyor ki; “sen istemekten bıkmazsan Allah vermekten bıkmaz.” Dikkat edin, kul isterken bile bıkıyor, sıkılıyor. Efendimiz (SAV) “siz bıkmazsanız, Allah da vermekten bıkmaz” buyuruyor. Bunu lütfen değerlendirin, fırsatınız olduğunda Tahıyyat’tan sonraki dua hâlini değerlendirmeye özen gösterin. Arada bir de olsa kısa dua yaptığınızda sakın “bu kadar yeter” duygusuna girmeyin. “Bu kadar yaptım, Allah bu kadarını kabul etsin” demek, “Bu kadar verdim, bu kadarla yetinsin” demektir. Allah ihtiyâcı olan ve isteyen değildir, verendir. Salâtta, duada kendi küpünüzü dolduruyorsunuz, eğer “bu kadarla yetineyim” derseniz, o kadar olur. Çünkü bu kadarla yetineyim diyorsunuz. Bu iş, bu ilişki bu kadar hassastır. Allah’a “bu kadar yetsin” diyemezsiniz. Bütün yaptıklarınız kendi küpünüze, yine de “bu kadar yeter” diyorsanız siz bilirsiniz.
KULA HÜDA ULAŞTIĞINDA KULUN BAKIŞI DEĞİŞMEYE BAŞLIYOR
Kula hüdâ (doğru bilgi) geldiğinde, hidâyet ulaştığında öğrendi ki Rabbi verendir, kendisi isteyendir. Öyleyse şimdilik şöyle düşünelim: Mutlaka bir ihtiyacım olacak, ne isteyeyim? Dolayısıyla, Allah’tan isteme listesini şu noktaya getirirsek kurtuluş kısa yollarından birisini Fâtiha Sûresi içerisinde yakalamış oluruz. Kul öncelikle Esfele Sâfiliyn’den kurtulabilmek için, sonra da Ahsene Takviym hâlde ilerleyebilmek ve Rabbinin ahlâkıyla ahlaklanmayı öğrenmek için talepte bulunmalıdır. “İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn” ancak bunun için söyleniyor olmalıdır. Bu manada isterseniz, yaşantınızda bunların olması için neler gerekliyse, Allah melekten bir servis yapıyor, onlar onu yazıyor, çiziyor, Rablerine sunuyor, size onları çıkarıyor. Bu ayeti daha önce paylaştık: (Görevli melekler diyor ki) Ey îman edenler, ey sâlih amel işleyenler, Allah’ın size vâd ettiği cennetle sevinin. Biz dünyada ve âhirette sizin dostunuz ve yardımcınızız, işinize biz bakacağız. Yeter ki siz bunu isteyin. Siz bunu isterseniz biz size görevleneceğiz. Böyle diyorlar.
İdrakımız ilerliyor, onu şimdi yeni bir yere getiriyoruz. “İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn” şansını kullanabileceğimiz bir önemli nokta da şudur: Kul “BEN” dedikten sonra isteyen değil veren olmalıyım der. Kul ihtiyacı olan ve isteyendi, bu “BEN” dedikten sonraki sonuçtur. Esfele Sâfiliyn hayatta bu özelliğini fark edince ihtiyacını karşılayabilmek için gerekenleri dünya kuralları ile yapmaya başladı. Ama kula hüda ulaştığında kulun bakışı değişmeye başlıyor. Allah’ın merhameti onu sarmışsa, indinden bir nur ona ulaşmış da onun sadrı İslâm’a şerh olmuşsa işte o zaman Rabbinin veren, kendisinin isteyen olduğu idrakıyla istemeye başlar ve “isteyen değil veren olmalıyım” talebinde bulunur. Bu talepte bulununca onda bir duygu oluşur, Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmak ister. Daha önce “Allah veren, ben isteyenim” demişti. Baktı ki ayrılık oldu, şimdi şöyle demeye başlar: Eğer Allah ahlakıyla ahlaklanacaksam ben isteyen değil veren olmalıyım. O artık veren olması gerektiğini öğrendi. “Vasfım isteyen ama ben veren olmalıyım. Allah ahlakıyla ahlaklanmayı talep ettiysem, onu istediysem veren olmam lazım” der ve ne vereceğini, nasıl vereceğini, kime vereceğini bilmediğini görür. Veren olayım ama bu mal mülk dağıtmak mı? Değil. Rastgele dağıtmak hiç değil diye düşünür. Rastgele dağıtmak zaten Kur’ân’da yasaklanmıştır. Aslında “rastgele” herşey yasaktır da…
VEREN OLMASI KULUN
 İSTEYEN VASFINI KALDIRMAZ
Veren olmayı istemesi, kulu isteyen vasfından çıkarmaz. Çünkü o kuldur, Allah ahlakıyla ahlaklanmak Allah olmak değildir. Allah Allah’tır, kul kuldur. Kul Rabbinden Allah ahlakıyla ahlaklanmayı dilediğinde Rabbi ona veren olmasını ilham eder. Ancak, veren olması onun isteyen olmasını kaldırmaz, bu çok önemli! Kişide bir gizli mütekebbir duygu vardır ki çok tehlikelidir, bunu müslümanın çok önemsemesi lazım. Bu duygu mütekebbir yaşayanlar için hiç önemli değildir, çünkü gizli açık zaten öyle yaşıyor. Ama mütekebbirliği reddetmiş, ona sırtını dönmüş kişi için gizli mütekebbirliği fark etmek ve ondan kurtulmak önemlidir. O “ben kimseden istemem” duygusudur, bu gizli mütekebbirliktir. Bunu çok iyi fark etmiş öyle evliyaullah vardır ki sırf o duyguyu kırmak için birilerinden bir şeyler ister, istemeye çıkar. Çünkü veren olması kulun isteyen vasfını kaldırmaz. Siz tutar onu kaldırırsanız mütekebbir olursunuz. İstemek de vermek içindir, “veren olayım Allahım” derken bile istiyoruz. Bu vasfı kaldırırsak olmaz. DûniHi algıyla da kişi “ben veren olacağım” diyebilir. Ama bunu duniHi algıyla söylediği için kendi tespitini yapıyor, “ben istemem” diyor. Bu onun kendi tespiti, Allah’tan isteyip de elde ettiği bir hal değil. Oysa biz, Allah’ın indinden gelen bir nurla “veren” olmayı istiyoruz. O zaman “isteme” vasfı bizden kalkmaz. İsteme vasfı kalkarsa nasıl “İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn” diyeceğiz? Olmaz. İdrak seyahatimize devam edelim: Kul kendini veren olma noktasına getirdiğinde, yani onun isteği “Allahım veren olayım” noktasına geldiğinde neyi, nereye, nasıl vereceği hususunda tereddüt yaşamaya başlar. O zaman Rabbi ona der ki; neyi vereceğim diye merak eden kulum, Allah’ın verdiğini Allah’a götüren yolda infak et. “Allah’ın verdiği” yerine “verdikleri” de denebilir. Aslında “verdiği” ifadesi de çoğul mânâsındadır. Her halükarda Allah’ın verdiğini Allah’a götüren yolda infak edin…
İHTİYACIMIZI BÖYLECE TESPİT ETTİK:
 ALLAHIM İHTİYACIM SENSİN.
“İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn” ayetiyle yaşarken infak etmeyi öğrenen kul “infak etmeliyim” dedi. Bu durumda o bir ihtiyaç belirleyecek ki önce onu istesin sonra da infak yapsın. Peki, ihtiyâcı ne? Önce isteyen olduğunu öğrendi, şimdi bir ihtiyaç belirleyecek. İhtiyâcını da ona Rabbi öğretir: Allahım ihtiyâcım sensin. “İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn” diyerek çıktığımız yolda geldiğimiz noktayı fark ettiniz mi? Bu yüzden, tarikat ehlinin zikrullahın arasına sıkıştırdıkları bir cümle vardır. Genellikle takliden yapılıyorsa da aslında “böyle söyleyin, böyle yapın” diyenler onu bilerek önermişlerdir: Allâhümme ENTE maksudiy ve RIZAKE matlubiy. Allahım, amacım SENSİN ve RIZANA kavuşmak. İhtiyacımızı böylece tespit ettik: Allahım ihtiyacım sensin.
“Allahım ihtiyacım sensin” diyen ve infak etmek isteyen kul için “İyyaKE nesta’iyn” şu hale gelir: Allahım, infak etmek istiyorum, bu konuda yardım ve destek istiyorum. Bu açıklamayla birlikte “İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn” halinin bir manasını daha görmüş olduk. İleride bu manaları birleştirip hepsini içeren bir anahtar kelimeye ulaşacağız. Bir kelime ki o anlattıklarımızın hepsini içerecek. Kul şimdi “iyyâKE nesta’iyn” derken şu düşünceyle söylüyor: Allahım infak etmek istiyorum, bunun için de senden yardım ve destek istiyorum. Bunu söylemekle onun idrakı “dûniHi algı ve zannlarını reddediyorum” demektedir. Bu haliyle bu istek, “Ve la havle ve la kuvvete İlla Billah” seslenişidir, o istek bu yakarışı da içermektedir.
HEDEFİMİZ OLAN, AHİRET İÇİN OLMALI
Son olarak, “İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn” için geldiğimiz bir sesleniş biçimi de şöyledir: Müstakilen VAR ve Muhtar olan ancak Allah’tır ki bizler O’nun kullarıyız. Ve hayat tarzımız tümüyle infak üzere olup bu konuda O’ndan rızasını ve yardımını isteriz. (ÂMİN)
İnfak üzere bir hayat tarzı müthiş bir şeydir. Hayat tarzımızın infak üzere olması ne demek, hayat tarzı nasıl infak üzere olur, ne infak edilir, göreceğiz inşâAllah. “İyyâKE na’budü ve İyyâKE nestaiyn”i hakkıyla söyleme, onu hayat tarzı haline getirmek için anlama, bilgi ve idrakımızı yükseltme gayretimize, uyarıcı şu ayetler ve hadisle devam edelim.
“Allah’ın sizi, birbirinizden üstün kıldığı şeyleri (başkasında olup da sizde olmayanları) hasretle arzu etmeyin. Erkeklerin de kazandıklarından nasipleri var, kadınların da kazandıklarından nasipleri var. Allah’tan lütfunu isteyin. Muhakkak ki; Allah, Bi külli şey’in aliym’dir.” (Nisâ-32)
“Yardım ancak ve yalnız Aziyzil Hakiym olan Allah indindedir.” (Âl-u İmran-126)
Efendimiz (SAV) buyuruyor: “Dünya ile ilgili bir kıyas yaparsanız durumu sizden iyi olmayanı ölçü alın. Âhiretle ilgili kıyas yapacaksanız sizden yukarıda olduğunu sandıklarınızı ölçü alın. Böyle yapmanız, ibret almanız, şükretmeniz, sabretmeniz ve kendinize çekidüzen vermeniz için daha hayrlıdır.”
“Dünya malı ile ilgili bir kıyas” için bir kesin ifade kullandık: Durumu sizden iyi olmayan. Çünkü dünya malını görüyor, tespit edip karar veriyoruz. Ama âhiret ile ilgili kıyas yaparken “durumu sizden yukarı olan” demedik. Durumunun sizden yukarıda olduğunu “sandığınız” kişileri ölçü alın dedik. Bu konuda hüküm cümlesi kurarsak yanlış olur diye korkuyoruz, âhiretle ilgili kimin bizden iyi olduğunu bilemeyiz ki! Bu yüzden, kendimizi “şunun durumu âhiret açısından benden iyi” diye hüsnü zanda bulunduğunuz birisiyle kıyaslıyoruz. Ona yetişmek için. Dünya malıyla ilgili bir kıyas yapacaksak, durumu sizden geride olanı ölçü alalım ki zahiren ne kadar avantajlı olduğumuzu görelim. Bu öneriler müslüman için dünya hayatının en alt sınırlarıdır. Aslında dünya konusunda öyle bir kıyası bile yapmamak lazım. Yapacağımız kıyas, hedefimiz olan ahiret için olmalı…
Cumamız mübarek oluverir inşaAllah…

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER