Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 80

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 22 Eylül 2018 Cumartesi 11:59:13
 

Dünya hayatının bir prosedürü var. Bedeninizin bu prosedürü on dört buçuk milyon yıl sürdü
Önemi nedeniyle hatırlayalım: Amaç âhiret hayatını oluşturmaktır. Dünya hayatındaki imtihan için nefslerdeki “kalu, bela” yapısı yani “elestü Birabbiküm” sözleşmesi gerekliydi. Çünkü tercih yetkisini kullanarak, rasûl ve nebilerden öğrendiğiyle Rabbini tercih edebilecek, O’nu tanıyabilecek. Kulun Rabbine ulaşmasını bu alt yapı sağlayabilecektir. Ancak dikkat edin, bütün bunlar ahiret hayatı içindir. Bu durumda, dünya hayatı ahiret için imtihan yeridir. Böyle olmasının bir açıklaması da şudur: Dünya hayatı bir prosedürdür, esas olan âhiret hayatıdır. Nefslerin esas yaşayacağı yer ahirettir, esas hayat âhirettedir. İnsan âhiretteki yaşayacağı pozisyonları oluşturmak üzere, âhiret yaşantısını oluşturmak üzere dünyada yaşar. Bu yüzden, ayetler ve hadislerde “esas olan dünya hayatı değildir” diye öyle çok uyarılırız ki. “Esas olan burası değil. Bu yaşantı fanidir, ahireti ihmal etmeyin, esas hayat âhirettedir” diye uyarılırız. Dünya hayatını oluşturan malzemelerin bir prosedürü var. Birbirinize Göre Var haliniz olan bedeninizin bu prosedürü on dört buçuk milyon yıl sürdü, böyle bir süreçle bir bedene ulaşıldı. O süreçte olduğu gibi idrakta da bir yere ulaşılması gerekiyor. İdrakta bir yere ulaşılması için çeşitli değişimleri sağlayacak nebi ve rasûller gelmiştir. En son değişimi yapan, değişimin son noktasını koyacak olan, değişimin esasının imzasını atacak olan Rasûlullah Efendimiz (SAV) idrakla ilgili hamleleri tamamlamıştır. Tüm nebi ve rasûllerin hamleleri Efendimiz’in hamlesine zemindir. Bütün bunlar, bedende idrak oluştuktan sonra, oluşan idrakın uygun olanlarının ileride yaşayacakları yere hazırlanma yerleridir. Dünya imtihanında “Bil fiil şahidiz” sözleşmesinin bilgisinin açılması için nebi ve rasûller gelir. Ayrıca nefsimize fücuru ve takvası da ilham edilmiştir, Şems-8: “Sonra da ona (nefse) hem fücurunu (Hakk’tan sapmanın ne olduğunu) ve hem de takvasını ilham edene ki.”
Hesap Günü, adı “gün” olmasına rağmen, çok uzun süren bir yaşantının ismidir
Hakk’ı dinlemezse dünya ve âhirette nefsin nasıl bir yaşantısı olacağı, Hakk yoluna girerse nasıl yaşantısı olacağı kalıbımıza, kalbimize ilham edilmiş. Âyet nefsin yanlışa düşmesini ve doğruya ermesini bu iki kelimeyle ayırmış: Fücur ve Takva. Ona fücurunu ve takvâsını ilham ettik, bu iki bilgi sizde var. Onu duyunca ne yapacağınızı kendinizde var olan bu bilgiden çıkaracaksınız. Hesap günü bir mazeret ileri sürmeyin diye. Çünkü hesap günü bir mazeret süreci var. Hesap Günü, adı “gün” olmasına rağmen, çok uzun süren bir yaşantının ismidir, aslında o gün yıl, süreç demektir. O bir döngüdür, hesap döngüsüdür, bir an olup bitecek bir seferlik bir şey değildir. Hesap günü bir başka yaşantının ismidir. İşte o gün bir mazeret süreci de var. Yanlış yapanların toplanıp toplanıp kurtulmak için mazeret ileri sürdükleri bir süreç var. Ayet onlara, “o gün hakikati duyunca, hakikat adına açılacak bir idrak dosyamız yoktu, bu sebeple, neyin doğru olduğunu nereden bilebilirdik demeyesiniz diye size bunları verdik” diyor. Bu alt yapıyı size verdik ki orada böyle demeyin. Çünkü: “(O) yaptıklarından sual edilmez, onlar (yaratılanlar) sual edilirler.” (Enbiyâ-23)
Ayetlerdeki kesret diline bir örnek
Bu âyete rağmen bir mazeret olamaz. Kişi ne mazeret ileri sürerse sürsün Allah yaptıklarından sual edilmez. Eğer dûniHİ algı ile bakarsanız bu ayet çok anlaşılmaz. Ama dûniHİ bakmazsanız, Allah’ın dışı kavramı olmadığına göre: Kim sorabilir? Muhal! “Niye böyle yaptın?” sorusu muhal! Ama kullar, yaratılanlar sual edilebilir. Allah sual edilemez olmasına rağmen, kendi nefsine, kullarına karşı merhameti farz kıldı. Bu merhameti (yani Rahman vasfı) gereği, Rahmaniyeti gereği bu mazeret sürecinde böyle bir sebep öne sürmesinler diye bu alt yapıyı verdi. Sebeplerden birisi budur. Bir diğeri de, “atalarımızın yanlışları bizde o yanlışlara uygun algılar yerleştirdi, doğruyu göremedik, ne yapabilirdik?” dememeleri için bu alt yapı oluşturuldu. Bir de “Rabbin kimseye zulmetmez (Kehf 49)” ayeti gereği kullarına zulmetmeyeceği için bu sözleşme, bu emir, bu alt yapı nefslere oluşturulmuştur. “Rabbin kimseye zulmetmez” âyeti kesret diliyle bir anlatımdır, tevhid dili değildir. Çünkü “taraf” var: Rabbimiz Allah ve kulları. Allah’ın diğer tarafa zulmetmeyeceği, adaletli davranacağı söyleniyor. Ayetlerde hangi dilin kullanıldığını fark etmek çok önemlidir demiştik. Mesela, Nisâ Sûresi 78 ve 79. Tevhid ve kesret dillerini tefekkür edebileceğimiz, ders yapmamız için çok önemli ayetlerdendir. Nisa 78 ulûhiyet yani tevhid diliyle, Nisa 79 ise kesret diliyledir. “Rabbin kimseye zulmetmez” ifadesinin kuralı da Nisâ-79 çerçevesindedir, kesret dilidir.
Hakk Yol için görev alamayanlar
Bu alt yapının insana verilme sebeplerinden birisi, bu alt yapının onu Halifetullah yapmasıdır, bu verilenler onun Halifetullah olmasını sağlayan önemli alt yapıdır. Bu alt yapı sayesinde Halifetullah özellik açılır. Halifetullah özellik ne demektir, konumuz kapsamında bakalım: Âdemoğlu (insan) bu alt yapı sayesinde halifeliği gereği Allah adına “BEN” diyebilmeyi öğrenir. Bu alt yapı olmasa hep kendi adına “BEN” der, İblis gibi. İnsandaki bu alt yapının “Tercih”e yönelik bir yanı da vardır. Meleklerde bu alt yapı tercih yanı olmadan vardır, bu yüzden behemehâl Allah adına davranırlar. Şeytanlıkla görevli İblis ise böyle bir alt yapısı olmadığı için “müstakilen VAR”mış gibi, o hali için davranır. Bu bilgiden habersizdir, çünkü böyle bir sözleşme vazifesi gereği onda yoktur. Meleklerinki de vazifeleri gereğidir. İnsan tercih şerhi bulunan bu sözleşme kendisinde açıldığında bu sözleşme sayesinde Allah adına “BEN” diyebilme vasfını kazanır. Fakat insan bu sözleşmeden habersiz yaşadığı için, bu alt yapıyı gömdüğü için, dûniHİ algıda ve o algıyla oluşan zanlarla yaşıyor olduğu için kendi namına “BEN” der ve Kur’ân’a göre Mütekebbir sınıfına düşer.
“Ben onları (iblis ve soyunu) Semâvat ve Arz’ın yaratılmasına da kendi yaratılmalarına da şâhit tutmadım. Ve hiçbir zaman mudıll olanları yardımcı edinmiş değilim.” (Kehf-51)
Bu sözleşmeyi A’râf Suresi 172 ve 173. âyetlerden öğrenmiştik. Şimdi ona Kehf-51’de şeytan için açıklanan bu bilgiyle bakarsak yaptığımız tespitleri daha kuvvetli anlarız. Aslında bir önceki ayetten yani Kehf-50’den cinleri de anlıyoruz. 51. ayette “ben onları” derken cinleri kapsayan bir tanımdır. Asıl konu İblis olduğu için Kehf-51’in meâli “İblis ve soyunu” diye parantezlendirilebilir. Diyor ki; ben iblis ve soyunu semâvat ve arzın yaratılmasına da kendi yaratılmalarına da şâhit tutmadım. Ama Halifetullah olan insan için böyle bir şâhitlik var. Ve “hiçbir zaman mudıll olanları yardımcı edinmiş değilim.” Mudıll Hakk Yol’dan sapmış demektir. Hakk Yol’dan sapış, tarif edilen dünyevi amelleri yapmamak değildir, tek bir şeydir: Allah’ın hakkını vermemek. Allah’ın hakkını vermeyip Hakk Yol’dan sapan Allah’ın verdikleriyle kendi adına “BEN” diyendir, yani “Müstakilen VARIM ve Muhtarım” diyendir. Ve bu Mudill’lin bir özelliğidir ki insanları da saptırmaya çalışır. Kendi sapmıştır ama doğruluğuna çok inandığı için insanları da saptırmaya çalışır. İşte ayet diyor ki; böyle olanları ben hiç bir zaman kendime yardımcı edinmiş değilim. “Yardımcı” ifadesi kesret diliyledir. Tevhid diliyle bakınca, Allah’a yardımcı mı olur? Sonuç olarak ayetten anlıyoruz ki Hakk Yol’dan sapmamak için iki özellik gerekiyor, çünkü ayet şu iki şeyi birleştiriyor: İblis ve soyunu semâvat ve arzın yaratılmasına da kendi yaratılmalarına da şâhit yapmadım. Bir de Mudıll’leri, yani Hakk Yol’dan sapanları yardımcı edinmiş değilim. Demek ki ancak Hakk Yol’dan sapmayanlar yardımcı olabilir. Hakk Yol’dan sapmamak için de şahitlik gerekiyor, yani nefsin bu alt yapıya sahip olması gerekiyor. “Onları yardımcı edinmem” âyeti “onlara görev vermem” şeklinde yazılabiliyor. Ayetin kelime meâli “ben Mudıll olanları yardımcı edinmem” şeklinde. Meâllendirirken, anlaşılsın diye “ben Mudıll olanlara görev vermem” denirse çok doğru olmaz. Çünkü İblis de görevli! Değil mi? O da bir görev yapıyor. Aslında her kul kulluk sebebi neyse onunla görevli değil mi? Demek ki “görev vermem” cümlesi “yardımcı edinmem” ifadesinin karşılığı değil. “Onları yardımcı edinmem” âyeti “Mudıll olanlar bana hizmet vermezler” diye de çevriliyor. Bu da yeterli değildir. Allah’ın emrini yerine getirmek hizmet değil midir? Herşey, her yaratılan, bütün kullar Allah’a hizmettedir. Yalnızca insanların inanmayanları Allah’a hizmette olduklarının bilincinde değiller. Bütün yaratılanlar kulluk sebepleri çerçevesinde Allah’a hizmettedir. Bu durumda “yardımcı edinmem” ifadesini şöyle anlayabiliriz: Hakk Yol için onlara görev vermem. Onlar Hakk Yol’a çağırma konusunda hizmet edemezler. Hakk Yol’a çağırma konusunda onları görevlendirmem. Yani onlar Hakk Yol’a çağırma konusunda kulluk yapamazlar. Çünkü onlar kendilerini “Müstakilen VAR ve Muhtar” sanıyorlar. Çıkardığımız ders bir de şudur: Bir insan kendisini “Müstakilen VAR ve Muhtar” sanıyorsa, bunda da ısrarlı ve iddialı ise Hakk Yol’a çağıramaz. “Onlara görev vermem” diyor. Aslında burada bu şehâdetle ilgili konumuzu ilgilendiren bir mânâya da ulaşabiliriz: Âmentü Billâhi ve Rasûlihi diyen ve buna göre hayat tarzı oluşturan insanlar şâhit olmuş olanlardır, bu bilgiye şehâdet edenlerdir. Buyuruyor: Şâhit kılmadıklarım böyle bir hayat tarzı oluşturamazlar.
Nefsler kendi yaratılışlarına şâhit olmuşlardır
Kehf Suresi 51. ayette İblis’in mudillerden olduğunu okuyunca İblis’in mudıll davranışını Allah’a sürpriz gibi düşünmeyin. Âyetlerdeki anlatımlara insanca düşünceyle yaklaşmayalım. Sadık bilip görev verdiğiniz birisi sizin isteğiniz dışında, sizin razı olacağınız hal dışında bir şey yapmışsa ona “beni çok şaşırttın” diyebilirsiniz, ama şeytanın mudıll davranışının Allah’ı şaşırttı, Allah’a sürpriz oldu gibi sanılması dûniHİ bir yaklaşım olur, Billâhi olmaz. İblis görevini ancak sıkı bir Mudıll olursa yapabilirdi, görevi için sıkı bir Mudıll olmalıdır. Sıkı bir Mudıll olabilmesi için şâhitliklerinin olmaması gerekir. İblis’te bu yüzden tercih yetkisi yoktur ve bu nedenle onun bizim gibi bir imtihanı da yoktur.
Bu ayetteki dersten öğreniyoruz ki: “Rabbiniz BEN değil miyim?” sorusuna (emrine) “evet, bilfiil şahidiz” diyen nefsler kendi yaratılışlarına şâhit olmuşlardır. Biz bir çocuk doğduğunda “bir kul yaratıldı” deriz ya, onun doğumuna bakarak “yaratıldı” deriz değil mi? Peki, anlatılan prosedürü görmek, bilmek, yani Allah’ın o emrini görmek o anda olabilir mi? Evet! İslam âlimleri bu şahitliğin ezelde mi, rahimde mi olduğunu tartışmıştır demiştik. Demek ki ezeldeki şâhitlik ve onun gereği olan rahimdeki açılış aynı anda, birden. Çünkü insan ezelde kendi yaratılışına şâhit oldu. Dünya hayatında bu tür şahitlikler yaşanabilir mi? Dünyada kişi kendi yaratıldığı ana değil, başkalarına şâhit olabilir. Bu bir süreç, o süreci inceleyerek nasıl olduğunu görerek şâhitlik yapabilir. Ama Kur’ân’ın söylediği şâhitliği yapabilmesi için, yine Kur’ân’dan öğreniyoruz ki bu tür ilmi tespitlerde insanın El Hüsnâ’yı tasdik etmesi gerekir. El Hüsnâ’yı tasdik edebilmesi için de ezeldeki bu şâhitlik gerekir ki, dünyada bu bilgileri tespit edince bu bilgilerin sahibinin Allah olduğunu teslim edebilsin. Kendisindeki bu alt yapının üstünü örtmüş bilim adamları bu bulguları başka yerlere bağlarlar ve El Hüsnâ’yı tasdik edemezler.
Bir nefs ezelde kendi yaratılışına nasıl şâhit olur?
Henüz yaratılmamışken, kendisini “BEN” diyerek bilmemişken, o sürece nasıl şâhit olur? Bunu anlayabilmek için de bir şart var, o şart duniHi düşünmemektir. Bütün bunların cereyan ettiği o anda zaten nefslerde dûniHİ algı yoktu. Yaratanı ve yaratılanı dûniHİ algı olmaksızın düşündüğünüzde, yani bu iki mânâyı dûniHİ düşünmeden çakıştırdığınızda, yaratılanın yaratılacağını bilmesi ve görmesi öyle mümkündür ki. Bunu şimdilik böyle duymuş olun, yani açıklanmamış bir cümle olarak not alın. Çünkü konumuz başlangıç çizgisini çizmek. Bu cümle başlangıç çizgisine ait olmadığı için izah etmeden geçiyoruz. Biz genellikle başlangıç çizgisine ait cümleler üzerinde duruyoruz, onları detaylandırıyoruz. Evet, eğer dûniHİ düşünmezseniz o şahitliği ve bu cümleyi anlamak zor değildir, tehlikeli de değildir. Billâhi anlamda baktığınızda “Yaratan” bir mânâdır, yaratmaktadır, “yaratılan” da bir mânâdır. Ve Allah’ın dışı kavramı yok, yani yaratılanlar, olanlar ilminde. Yaratan ve yaratılan aynı yerde birer mânâ. Kesret dilindeki bu mânâları tevhid dilinde tek yapar da çakıştırırsanız, yaratan ve yaratılan mânâlarını tek yaparsanız, yaratılanın yaratılacağını bilmesi, anlaması, şâhit olması mümkündür.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti