Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 91

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 5 Ekim 2018 Cuma 13:52:06
 

YOK OLAN ŞEY, SİZİN O GÖRÜNTÜYE YÜKLEDİĞİNİZ ÖNEM, O ÖNEM YOK!
Günümüzde bilim adamları “var gibi görünenler”in perde arkasının hologram olduğunu fark ettiler. Bu gerçekten şöyle bir yanlış sonuç çıkarılıyor. Bazıları bu bilgiye bakarak, o halde var dediklerimiz aslında yoktur diyor. “Var dediklerimiz aslında yoktur” demelerine sebep, kesret nûrunun görüntü oluşturma mekanizmasını duymuş olmaları, yani hologram prensiplerini fark etmeleri. Birbirlerine Göre Var olan hâlin detayında bir hologramın olduğunu, onların birer görüntü oyunu olduğunu görüp “öyleyse onlar yok” sonucunu çıkarıyorlar. Oysa bu bilgiden bu sonuç çıkmaz. Ancak felsefeciler veya felsefecilerin etkisinde kalıp da tasavvufla meşgul olanlar, işlerine geldiği için bu sonuca varıyorlar. Bu çalışmalarla meşgul bilim adamlarının ulaştığı sonuç bu değildir, onlar bizim söyleyeceğimiz sonuca benzer şeyler bulur ve derler ki: Siz Birbirlerine Göre Var olan hâli esas zannediyordunuz ama onlar aslında birer görüntü oyunudur. “Yok” demiyorlar. Onların bilimsel ifadeyle “hologram görüntü” dedikleri, bizim dilimize göre kesret nûrunun görüntü oluşturma mekanizmasıdır. Buradan bizim için varılacak sonuç şudur: Sizin Birbirlerine Göre Var olan hâle verdiğiniz bir önem var ya, işte o önem yok. O varlık yok değil, sizin ona yüklediğiniz önem yok. Siz ona “müstakilen VAR ve muhtar” diyordunuz, oysa bilimsel çalışmalardan onun bir görüntü oyunu olduğu anlaşıldı, o zaman “öyle müstakilen VAR ve muhtar bir yapı yok” mânâsı çıkar. Yok olan şey, sizin o görüntüye yüklediğiniz önem, o önem yok! Bir kişi kendisini size doktor tanıttı, muayenehane açtı. Siz de ona önem verdiniz, ilgilendiniz, muayenehaneye giden gelenler var. Öğrendiniz ki belgesi sahteymiş. Belgesi sahte diye o insana yok diyemezsiniz. Bu durumda sizin ona verdiğiniz doktor etiketi yok olur. Buradan anlaşılan da esas odur; Birbirlerine Göre Var olan hakkındaki zannınız ve ona verdiğiniz önem yoktur. O önem neydi? Diyorduk ki bu varlık müstakilen vardır ve muhtardır. İşte bu yok. Bilim adamları bilimsel çalışmalarla aslında bu sonuca ulaşmışlardır ama maalesef “yeni” etiketli çoğu tasavvufçu ulaşamamıştır.
SİZ NEYE “LÂ İLAHE” DİYORSUNUZ?
İstikametini merak edenin öğrenmesi için şunu hatırlatmak isterim. Eğer kişi Hakk’a talipse ve “Ben Hakk yolla ilgileniyorum, bu amaçla okuyor, dinliyorum ama doğru kulvarda mıyım?” diye yolunu, yöntemini sorguluyorsa ona bir ipucu verelim. Çünkü bu kulvarda birçok yöntemle ve anlatımla karşılaşılabilir. Size doğru kulvarı gösterecek işaretlerden birisi şudur: Kim, nerede, ne anlatırsa anlatsın öğüdü size “Lâ ilahe illallah” olacağı için, bunu öğütleyenin neye “Lâ ilahe” dediğine bakmak lazım, onun “Lâ ilahe” dediği şey nedir? Onun şöyle olması lazım ki bu tanım başlangıç içindir, en alt çizgidir. Lâ ilahe illallah Kelime-i Tevhidi’nin idrak olarak söylenecek en alt çizgisi şudur: “Müstakilen VAR ve muhtar yoktur, illa Allah. Ancak Allah müstakilen VAR ve Muhtar’dır, muhtar varlıktır.” İşte bu kabulden sonra size açılacak yeni “Lâ ilahe illallah” manaları ve tarifleriyle bu yolda ilerlersiniz. Ama ilk idrak budur: Müstakilen VAR ve Muhtar güç ancak Allah’ındır; Lâ havle ve lâ kuvvete illâ Billâhil aliyyil aziym. “Lâ ilahe” ve “Lâ havle” ile O’nun dışında müstakilen var ve muhtar zannedilen güçleri reddederiz. O’nun dışında gördüğümüz güçleri reddetmiyoruz, “dışında” zannettiğimiz güçlerin tümünün Biiznillah O’na ait olduğunu, O’ndan olduğunu ilan ediyoruz. O güçlere müstakillik verilmişse, “müstakilen VAR ve muhtar” denmişse işte o zanna “Lâ ilahe illallah, lâ havle ve lâ kuvvete illâ Billâh” diyoruz. Dolayısıyla en önemli soru budur: Neye “Lâ ilahe” diyor veya siz neye “Lâ ilahe” diyorsunuz? Başka tanrılara “Lâ ilahe” demek çok eski idrakların anlayış biçimidir. Eğer bir kişi böyle “Lâ ilahe” diyorsa, onu önce o bakış açısından kurtarmak gerekir. Onun “Lâ ilahe” için en alt basamağı odur, ona daha ileri konular sonra anlatılır. Dünyada hâlâ öyle putu olanlar var. Ama bir müslüman için öyle bir put yok, onun başlayacağı en alt çizgi nedir? Onun “Lâ ilahe” diyeceği başlangıç çizgisi kendisinde bulunan bu iddiadır. O “Lâ ilahe” demekle “müstakilen VAR ve muhtar değilim” demiş olmalıdır. Müslüman kendisindeki esfele sâfiliyn yapıya, dûniHİ algının zanları olan o iddiaya “Lâ ilahe İllallah” demelidir. Birbirlerine Göre Var olan hâlin kesret nûrunun görüntü oluşturması olduğunu fark edenin varacağı sonuç budur, kendisinin yokluğu değil.
ANLATTIKLARIMIZI ÖZETLEYEN KELİME: TEKASÜR
Kur’ân-ı Kerim Birbirlerine Göre Var hali çok anlatır ve bu anlattıklarımızı bir kelimede özetler: Tekâsür. Tekâsür Sûresi tamamen bunu anlatır. Tekâsür içinde birçok mânâyı barındırır. Öncelikle Birbirlerine Göre Var olan görüntülerin, varlıkların oluşturduğu çokluğu ifade eder; Birbirlerine Göre Var olan kulların “müstakilen VAR”lık zanını ifade eder. İçerdiği mânâların birisi budur. Birbirlerine Göre Var olanlar çokluk (kesret) âlemini oluştururlar ve kendilerini “müstakilen VAR” zannederler. Tekâsür’ün taşıdığı bir diğer mânâ ise, Birbirlerine Göre Var olanların kendilerini “müstakilen VAR ve muhtar” zannettikleri algıyla bir hayat tarzı kuruntusu oluşturduklarıdır. Tekâsür bu kuruntu mânâsına da gelir. İnsanın içini yiyen o kuruntudur. Kişi Birbirlerine Göre Var olana “müstakilen VAR ve muhtar” dediği, bu inanışa göre hayat tarzı oluşturduğu ve onun da yarışını yaptığı için kuruntuları başlar. Tekâsür özellikle buradan gelen kuruntuyu da ifade eder. Aslında bu mânâların hepsi birbirleriyle ilgilidir ve devam eden mânâlardır. Bu elbette Birbirlerine Göre Var’ın yarışını getirecektir. Bu yarışın kendi içinde bir kazananı vardır ki tekâsürün bir diğer mânâsı budur; Birbirlerine Göre Var’ların gururu ve övünmesi! Kur’ân’daki tekâsür ifadesi bu mânâların hepsini, hatta fazlasını içerir. Belki ileride bunlara birkaç mânâ daha ekleyeceğiz.
GÖRÜNTÜLER ESAS DEĞİLDİR
 AMA KİŞİYİ EN FAZLA O OYALAR
Tekâsür Suresi 1, 2: “Tekâsür sizi o kadar oyaladı ki, (mezarlarınızla ve mezarda yatanlarla övünmek için) mezarları ziyaret ettiniz.”
Bu âyetler bize sesleniyor: Sizi bu tekâsür (az önce saydığımız mânâlar dünya hayatında sizi) öylesine oyaladı ki kalkıp mezarlara gittiniz. Dünya yaşantısındaki yarış yetmedi, mezarlarınızla, mezarda yatanlarla övünmek için oralara gidip törenler yaptınız, “şu adamımız şöyle yapardı” diye onu da yarışa kattınız. İş bu raddeye gelince yani iyice haddi aştıklarında Tekâsür Sûresi gelmiştir. Bu sureden kendimize çıkaracağımız derslerden birisi buraya kadar anlattıklarımızdır, yani Birbirlerine Göre Var olanın esas olmadığıdır. Görüntüler esas değildir ama kişiyi en fazla o oyalar, o seni bir yarışa sokar. Sahibi diyor ki, buna aldanmayın. Çıkaracağımız sonucun birisi de budur. Bir diğeri de mezar ziyaretlerimizdir, onu da gözden geçirmek, dikkatle ele almak gerekiyor. Eş, dost, arkadaş, akraba veya herhangi bir insanı ziyaretler de dâhil bu kapsamda ne yapıyorsak yeniden ele almak lazım. Gittiğimiz yerde, yaptığımız ziyarette oradakinin de, oraya gidenin de “müstakilen VAR ve muhtar” olmadığını bilerek çok dikkatli olmak lazım. İmanınızı artırmıyorsa, imanınıza bir katkısı yoksa, sizi Allah’la ilişkilendirmiyorsa, salât ikamenize yani namazınıza bir faydası yoksa, Lâ ilahe İllallah Kelime-i Tevhidi’nize bir katkıda bulunmuyorsa o ziyaret boştur, hesabını mutlaka vereceksiniz. Hatta hesabını vermeden önce birçok kıvırmalar yapacaksınız; “Ben gitmeyecektim, şu götürdü” gibi bir sürü mazeret üreteceksiniz. Çocuklar anne babalarını, anne babalar başkalarını, eşler birbirini suçlayacak. Ahirette şaşıracağınız şekilde dostluk kalkmış, suçlamalar başlamış bir manzara görürsünüz. Şimdiden dikkat edip tedbirimizi almak gerekir.
TEDBİRİMİZİ ŞİMDİDEN ALMALIYIZ
FATİHA ile fetih yazılarımızın “Mâliki YevmidDiyn” kısmında bir manzarayı paylaştık. İnsanlar yeniden diriltildiklerinde “Kim bizi bu yattığımız yerden kaldırdı” diye gözleri korkudan pörtlemiş, rengi mosmor olmuş koşarken, sakin sakin yürüyenleri görürler. Bakarlar ki yüzleri parlıyor, sakin yürüyorlar. Bunu Kur’ân anlatıyor, Sahibi söylüyor. Onlara “nasıl bu kadar rahat ve sakinsiniz, niye böylesiniz?” diyecekler. Onlar da: “Rabbimiz bunları yaşarken söyledi. Bugün ve bu yaşananlar bize sürpriz değil ki. Biz zaten biliyorduk, buna göre tedbirimizi aldık, öyle yaşadık, biz zaten bugünü bekliyorduk, esas hedefimiz buydu, bugün için istasyonda bekliyorduk. Dünya bir ağacın gölgesi gibiydi, oturmuştuk, geçti gitti. Bugün artık bizim günümüz.” Onları o gün orada çok rahat davranıyor görecekler. Neden? Çünkü onlar tedbirini şimdi almışlar. İnşâAllah Rabbim lutfeder de tedbirini O’nun razı olduğu şekilde alabilmemizi nasip eder, âmin.
BİR ÖLÜRKEN BİR DE HESAP ZAMANI YANİ
TEKRAR DİRİLDİKTEN SONRA İKİ KERE BU GERÇEĞİ ACI BİR ŞEKİLDE ÖĞRENECEKLER
Tekasür Suresi’ne devam edelim, Tekâsür 3-4: Birbirlerine Göre Var olanlarla oyalananlar için, onları esas zannedip onun gururuna kapılmış, onun yarışına girmiş, hatta doyamayıp mezarlara gitmiş olanlar için diyor ki; “Hayır, (yaptığınız hatayı, düştüğünüz yanılgıyı) yakında bileceksiniz! Sonra (yine) yakında bileceksiniz.”
“Yakında bileceksiniz!” diye üçüncü ve dördüncü âyette iki kez uyarılıyoruz. Kur’ân’da birkaç yerde “yakında görecekler, yakında bilecekler” vardır ve bu uyarı iki kez tekrarlanır. Böyle bir “iki kez” de İnşirah Sûresi’nde var ama müjde olarak; dört ve beşinci âyetler “her zorluktan sonra bir kolaylık vardır, kesinlikle her zorluktan sonra bir kolaylık vardır” der. İnşirah’taki bu tekrarlama mü’minler içindir, Tekâsür Suresi ise yanlış yolda olanları anlatır: Yakında bilecekler, yakında öğrenecekler. İki kez söylenmiş olmasının çeşitli anlamları varsa da aklımızda kalacak ilk mânâ şudur: Bir ölürken bir de hesap zamanı yani tekrar dirildikten sonra iki kere bu gerçeği acı bir şekilde öğrenecekler, iki kere görecekler, yaşayacaklar. Rabbim muhafaza buyurur inşaAllah, onlara iki zorluk gözükürken, müslümanlara müjde var; bir zorluğa iki kolaylık…
Tekasür Suresi’ne devam edeceğiz ama bugün şu iki ayetle tamamlayalım: Tekâsür 5, 6: “Eğer (yukarıdaki uyarıyı) ilmel yakîn bilseydiniz (yaşarken) cehennemi görürdünüz.”
Cumamız hayrlı oluverir inşaAllah.

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 91-

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER