Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
İrfan Ünver NASRATTINOĞLU

KOSOVA -3-

Karadağ’ın başkenti Titograd’dan 24 Temmuz 1979 Tarihinde hareket eden otobüs, ertesi sabah saat 03.00’de Priştine’ye ulaştı. Enver Baki, önceden haber verdiği için, doğruca Grand Otele giderek, 313 No.lu odaya yerleştik. Burası yeni yapılan, 5 yıldızlı lüks bir otel. 2 yıl önce geldiğimde bu otel yoktu.
Kısa bir süre yatıp dinlendikten sonra kalkıp, kahvaltı salonuna inip, karnımızı doyurduk. Sonra, otelin hemen arkasındaki (yine yeni inşa edilen) Basın Sarayına giderek, Enver Baki ile kucaklaştık. Enver’in odasında iken peşpeşe Hasan Mercan, Arif Bozacı, Bayram İbrahim ve Ethem Baymak geldiler. Enver, Büyükelçi Ramadan Vraniçi ve Kültür Ataşesi Bedri Selim’in de Priştine’de olduklarını söyledi.
Öğleye doğru, Kosova Cumhuriyeti Meclis Başkanı Yardımcısı Türk asıllı Beyto Nobırdalı’yı ziyaret edecektik ama, Meclis’teki toplantı nedeniyle bu görüşmeyi yapamadık.
Otelin salonunda dinlenirken Ramadan Vraniçi geldi, kucaklaştık ve yanındaki Savaşçılar Birliği Başkanı Mehmet Bey ile de tanıştık. Derken Rilindiya Gazetesinin Baş ve Sorumlu Yazarı Fadil Buyari, iki arkadaşı ile; Bedri Selim de Enver Baki’yle birlikte geldiler. O arada benimle röportaj yapmak üzere Ethem Baymak geldi ama, yemeğe gidileceği için, bu yapılamadı. Az sonra da Enver Baki ve Arif Bozacı bizi alıp, bir kebapçıya götürdüler. Bilahare Bedri Selim de yemeğe katıldı. Yemekten sonra Bedri’nin arabası ile Radyo Evi’ne gittik. Orada Ethem Baymak’la 10 dakikalık bir söyleşi yaptık. Bu söyleşide ben Makedonya’daki Balkan Folklor sempozyumu ve festivalinden, Kosova’daki folklor çalışmalarından ve Çevren Dergisiyle ilgili düşüncelerimden söz ettim.
Daha sonra Bayram İbrahim gelerek, bizi evine, çaya götürdü. Arnavut asıllı olan karısı Fahriye Hanım ve 14 aylık kızı Ergüneş’i tanıdık. Fahriye Hanım bize kola, çay, kahve ve karpuz ikram etti. Bayram devlete ait olan bir oda ve mutfaktan ibaret olan küçük, ama dayalı, döşeli ve temiz daireye 150 dinar kira ödüyordu. O sohbette Bayram’ın söylediği şu sözü aktarmak isterim:
“Biz 500 sene, hiç kimsenin diline dokunmamışız. Sırplar Türkçe bilmezler. Halbuki Sırplar bizim hepimize 50 senede Sırpça’yı öğrettiler…”
Bayram, eşi ve minik kızıyla, Korzoya katılıp, Priştine merkezindeki cadde üzerinde bir süre gidip-geldik!…
Bayram İbrahim
Bayram, internetin falan olmadığı o dönemde, benim en çok mektuplaştığım arkadaşım oldu. Ben O’nun hakkında, o da benimle ilgili yazılar yayımladık. Bana yolladığı kimi şiirlerini Hisar, Güney, Ekin, Ankara sanatı gibi dergilerde yayımlanmasını sağladım. Örneğin Güney Dergisi’nin yayımladığı bir Güldestede, Bayram’ın yedi şiiri birden yer aldı.
Bayram 1947 yılında dünyaya gelmiştir. Öğretmen Okulu mezunudur. 1969 yılından itibaren, kapanıncaya kadar, Priştine’de yayınlanan Tan Gazetesi’nde çalışmıştır. Edebiyatın bütün türlerini denemiştır, fakat başarılı olduğu tür, şiirdir. Şiir yazmaya ilkokul sıralarında başlamış, ilk şiir kitabı “Günçiçeği” 1969 yılında yayımlanmıştır. Daha sonra “Uygarlık Elması”, “Yalnızlık Merdiveni” ve “Taşçeşmesi” adlı şiir kitapları yayımlanan şairin şiirleri, Yugoslavya’da yaşayan halkların dillerine de çevrilmiş; çeşitli gazete ve dergilerde neşredilmiştir.
Bir hayli yorulmuştuk, dinlenmek üzere otele girerken Hasan Mercan karşıma çıktı. Beni, otelin müzikli salonuna götürdü. Türkçe, Sırpça, Arnavutça şarkılar söyleyen bir kadın solisti dinlerken, yine gece yarısını bulduk!…
26 Temmuz 1979 Sabahı, saat 08.20’de Hasan Mercan otele geldi. Yanında ekibi de vardı ve benimle televizyon için bir röportaj yaptı, Bu 10 dakikalık söyleşi,31 Temmuzda Priştine Televizyonunda yayınlandı.
Öğleye kadar Bayram İbrahim’le dolaştık. Öğle saatlerinde yine Tan Gazetesi Redaksiyonuna uğradım. Orada Ali Aksoy’la sohbet ettik. Arif Bozacı da yanımızdaydı. Bu zatın geçmişteki maceralarını dinledim. Buradan Türkiye’ye kaçısını, tekrar dönüşünü anlatırken, oğlunun, kızının ve damadının Priştine Televizyonunda çalıştıklarını öğrendim.
Öğleden sonra otele döndüğümde Hayrettin Gaş’la karşılaştım. Nurten de beni beklerken acıkmıştı. Yemekten kalkmıştık ki Arif Bozacı geldi. Birlikte Enver Baki’nin evine gittik. Hasan Mercan da oradaydı. Enver’in eşi bize ikramlarda bulundu ve o arada 4 güzel çocuğunu da tanımış olduk. Orada çaylarımızı yudumlarken, Priştine Radyosundan, Etem’in benimle yaptığı söyleşiyi dinledik.
27 Temmuz sabahı Arif Bozacı otele gelerek, Enver Baki’nin beni beklediğini söyledi ve birlikte Tan Redaksiyonuna gittik. Meğer, Tan ve Çevren’de çıkan yazılarım için bana 1600 dinarlık bir ödeme yapacaklarmış.
Daha sonra Şoför Sabit’in kullandığı otomobil ile, Enver, eşi, ben ve Nurten İpek kentine müteveccihen Priştine’den ayrıldık.
İPEK
Büyük şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un doğduğu kent olan İpek’e ulaştığımızda, önce kent içerisinde bir tur attık ve alış-veriş yaptık. Sonra, bir otelin bahçesine oturup, dinlenirken bir şeyler içtik.
Hemen hemen bütün kentler gibi İpek de sırtını bir dağa dayamış. Halkın önemli bir kesimi, otantik giysiler içerisinde bulunuyorlar.
Deçan
İpek’ten sonraki durağımız Deçan kenti oldu. Tarihi kilisenin karşısında, ormanlar arasındaki dinlence yeri olan otelin restoranında kuzu kızartması yedik.
Yakova
Osmanlı tarihinde önemli bir yeri olan Hasan Paşa’nın adıyla birlikte anılan Yakova’da durmadık, ama arabanın içinden de olsa, göz ucuyla kenti süzerek geçtik.
Yakova ile Prizren arasındaki, 14.Yüzyıldan kalma bir taş köprü var. Bu, ana asfalt yola paralel olan ve kullanılmayan köprü ile ilgili olarak, Enver Baki bir efsane anlattı. Efsanede, 3 kardeş bu köprüyü inşa ederlerken, sürekli yıkılması olayı ve bir ihtiyarın önerisi ile kardeşlerden birinin karısının kurban edilmesine karar verilmesi, ilk iki kardeşin durumu karılarına anlatmaları, ama küçük kardeşin karara saygılı olması, dolayısıyla ertesi günü kendilerine yemek getiren küçük gelinin kurban edilişi anlatılmaktadır. Bu küçük gelinin emzikli olması nedeniyle, memesinin dışarıda bırakılışı da efsanede anlatılmaktadır. Enver, Bugün de kadınların köprüye giderek adaklarda bulunduklarını söyledi.
Böyle bir efsaneyi Arnavutluk’ta, İşkodra Kalesini gezerken de anlatmışlardı. Ancak o efsanede bir fark vardı ki; kale kapısının üzerinden damlamakta olan kireçli suyun, kurban edilen kadının memesinden damlayan süt olduğu söylenmişti. Enver’in anlattığı efsanede bahsedilen köprünün yanına gelen kadınlar da, parmakları ile kazıdıkları topraktan aldıkları örnekleri, su içinde eriterek içiyorlardı.
Prizren
Son durağımız, Kosova’nın ikinci büyük kenti olan Prizren oldu. Burada da bir süre dolaştıktan sonra ayrıldık ve akşam saatlerinde Piriştine’ye döndük.
Priştine
Akşam yemeğini otelde yedikten sonra Bayram İbrahim’i de alan Arif Bozacı bizi evine götürdü ve geç saatlere kadar sohbet ettik. Levent ve Bülent adlı iki güzel oğlu ile tanışıp, şakalaştık. Priştine’ye hakim bir tepe üzerinde olan evinden, başkenti temaşa eyledik.
Son Priştine gecemiz hava çok bozuldu; şiddetli yağmur yağarken, gök gürültüleri, şimşek çakmalar biribirini izledi!
Ayrılış
Seyahate başlayalı 24, Türkiye’den ayrılalı 22 gün olmuştu. Yaklaşık daha 2 günlük yolculuğumuz vardı. Aslında biz bu seyahati daha da uzatabilirdik. Örneğin, Silifke Belediyesi Halk Oyunları Topluluğunu gönderdiğim festivalin yapılacağı Zagreb’e de gidebilir, Piriştine’de kalışımızı da uzatabilirdik. Ayrıca diplomat dostum Dobrin Anastasov’un davetine icabet ederek, Sofya’da da kalabilirdik. Ama çocuklarımızı çok özlemiştik. Hele Nurten, çocuklarımızın hasretiyle yanıp tutuşuyordu…
28 Temmuz 1979 Sabahı erken kalktık ve hazırlandık. Enver ile Arif Bozacı, ellerinde paketlerle geldiler.
Tan’ın otomobiliyle otogara gittik. Bosna Transtur’un, İstanbul plakalı otobüsünün yarısı boştu. Tam hareket ederken Bayram İbrahim geldi. Elindeki değişik markalı 4 paket sigara ile bir paket kibriti verdi. O arada, Arif Bozacı, bizimle birlikte yolculuk edecek olan Nusret Metarapi adlı genç bir gazeteciyle tanıştırdı. İyi de oldu, çünkü İstanbul’a kadar bu gençle sohbet ettik.
Otobüs kötüydü. Şoför aksi bir adamdı ve canının istediği yerde saatlerce duruyor, durulması gereken yerlerde durmuyordu! Ayrıca şoförle birlikte, otobüsteki birkaç Arnavut genci türlü dalaveralar yaptılar! Kaçakçılığın türlü-çeşitlisini yaptıkları açık-seçik görülüyordu. Bu adamların gümrük kapılarından, ellerini kollarını sallayarak geçmeleri karşısında ben, uzun uzun düşündük! Bulgaristan’dan aldıkları 5 kasa viski, İstanbul’a gelmişti. Aslında otobüsteki yolcuların hemen hemen tamamı, illegal paketler taşıyor olmalılar ki, sınıra yaklaşırken yolculardan 100’er mark topladılar. Bu para, gümrüklerdeki memurlara verilecekti. Tabiî benden para talep edemediler. Zira Hususi Pasaport taşıdığımı görmüşlerdi ve çekiniyorlardı!..

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti