Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

KUL’UN “DEMEK” ZORUNDA OLDUKLARI – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 24 Mart 2017 Cuma 12:02:17
 

– 56-
Dün paylaştığımız ayeti hatırlayarak başlayalım istiyorum:
Beyyine; 5, 6, 7: “Oysa ki onlar Haniyfler olarak, Diyn’i O’na halis kılarak Allah’a kulluk yapmalarından, salâtı ikame etmelerinden ve zekâtı vermelerinden başka bir şeyle emr olunmadılar. İşte budur diyn-i kayyim. Muhakkak ki, Ehl-i Kitab’tan ve müşriklerden kâfir olanlar, içinde ebedi kalıcılar olarak nâr-ı cehennemdedirler. İşte onlar yaratılanların en şerlisidir. Îman edip sâlih amel işleyenlere gelince, onlar yaratılanların en hayrlısıdır.”
Ayetlerle anlayalım
Öğreniyoruz ki; Allah’a kulluk yapmayı tercih edenler Allah katında Allah’ın yarattıklarının hayrlılarıdır. Allah’a kulluk yapmayı tercih etmeyenler ise yarattıklarının şerlileridir. Âyet böyle ayırmış; hayrul beriyyeh, şerrul beriyyeh. Sûrenin bu âyetlerinde “kulluk yapmak” geçtiği için paylaştık, bu ayetleri ileride detaylı göreceğiz. Şimdilik oradaki mesajı (Allahuekber’i düşünerek, yani Allah’ın hükmünün ve gücünün ne olduğunu düşünerek, Kün fe yekün’ü düşünerek) anlamaya çalışalım. Rabbimiz diyor ki; bu gücüme rağmen, Allah olmama rağmen sizden ne istedim? Sadece doğru inanın, salâtınızı ikame edin, fazlasını da verin: Önce Muhtariyeti Tercih Gücü’ndeki fazlayı verin, sonra da sizi müstakil yaparak oraya bağlayacak malın fazlası neyse onu verin. Verin de sizi müstakil yapmasın. Onlar yüzünden kendini bir şey sanma, ver. Başka ne istedik ki? İşte Dîn’in esası da budur. Bu güce rağmen ne istedik? Meâlen âyet böyle diyor. Şimdi paylaşacağımız âyet bütün bu anlattıklarımızı getirip önemli bir yere bağlayacak:
“Ama îman edip sâlih amel işleyenlere gelince, (O) onlara ecirlerini tam verecek ve verdiklerini fazlından artıracaktır. Ama İSTİNKAF (sözde tanrılık iddiasında ısrarlı olup vazgeçmeyen) ve İSTİKBAR edenlere (sözde tanrılık iddiası sonucu Hakk’ı iptal eden, halkı tahkir eden, ayrıca da yüceltilmek isteyenlere) gelince, onlara elim bir azab ile azab edilecektir. (Onlar) kendileri için Dûnillah bir Veliy ve Nasıyr bulamazlar (Dûnillah algı ve zannları sonucu müstakilen var ve muhtar zannettikleri güçlerin yok olduğunu anlarlar).” (Nisâ-173)
Ayette bizim anlamaya çalıştığımız konularla ilgili iki tanım var; İstinkaf ve İstikbar. İSTİNKAF Sözde Tanrılık İddiası’nda bulunmak ve o iddiadan vazgeçmemektir, yani kendi adına “BEN” demekte ısrar etmektir. İSTİKBAR ise Sözde Tanrılık İddiası’nda bulunan kişinin Allah’ın “BEN” demesini iptal etmesidir, Allah’ın yarattıklarını hor görmesidir, kendi namına kullandığı “BEN”in yüceltilmesini istemesidir. Kişi Allah’ın “BEN” demesini iptal ediyor, yani orayla mücadele ediyor. Kendi namına kullandığı BEN gözüyle bakarak Allah’ın yarattıklarını hor görüyor. Kendine verdiği o BEN’in yüceltilmesini, kutsanmasını istiyor. “Hiç böyle adamlar tanımıyoruz” demeyin. Âyet özetle diyor ki: Eğer birisi istinkaf ve istikbar ediyorsa, Allah adına değil de kendi adına “BEN” diyor ve bu BEN’in de yüceltilmesini istiyorsa ona çok elîm bir azab hazırladık. Meâl yapılırken “dûnillah” kelimesinin mânâsı fark edilmediği zaman anlam yeterince oluşmaz. Oysa şimdi siz fark edeceksiniz. “İş körlüğü” diye bir şey vardır. İşin ehli olduğunu söyleyenler bu körlük yüzünden fark edemiyorlar. İnşâAllah fark ederler.
Tek güç O imiş, illa Allah
Ayetteki “dûnillah” ifadesini fark edemedikleri için meâller âyeti şöyle bitiriyor: Kendileri için Allah’tan başka yardımcı olmadığını görürler. Bunu okuyanın buradan çıkaracağı anlamları yazalım. Bir: Sanki Allah’tan başkası var da yardım etmedi. Böyle anlarlar, çünkü meâl çok insanca. “Bana komşularımdan bir tek sen yardım ettin” der gibi. Mealden, dağ başında komşusu olmayan tek başına bir insan anlaşılmaz, bir sürü komşusundan sadece birisi yardım etti gibi de anlaşılmaz. Âyetlerdeki “dûnillah” bu değildir. Dikkat edin, dûnillah anlaşılmazsa Kur’ân ve Kelime-i Tevhid anlaşılmaz ve insan ârif olamaz. İki: Meâllerde “Allah’tan başka yardımcı bulamadılar” yazıldığı için sanki başka yardımcılar da var ama işe yaramaz algısı oluşabiliyor. YOK! Allah’tan başka Müstakilen VAR ve Muhtar bir güç YOK. Ona ne diyoruz: Lâ havle ve lâ kuvvete illâ Billâh. Dolayısıyla çıkan bu sonuç da yanlıştır. “Allah’tan başka yardımcılar bulamadılar” demek, bir bakıma “Onlara Allah yardım etti” gibi de düşünülebilir. Esas tehlike burada! Ayette önce “Onlara elîm azab hazırladık” derken, sonra “Allah’tan başka yardımcı bulamadılar” deniyor. Bu cümle “başkaları yardım etmedi, Allah yardım etti” gibi bir mânâ da içerir ki doğru olmaz. Bunun doğrusu şudur: Dûnillah algı ve zannları sonucu müstakilen var ve muhtar zannettikleri güçlerin yok olduğunu anladılar. Öyle zannediyorlardı. Ama o elîm azabı görünce, “Tek güç O imiş, illa Allah. Biz, şunun da bunun da gücü, etkisi, yetkisi var sanıyorduk, onlardan da yardım bekliyorduk, hatta onlara tapıyorduk. Demek ki müstakil başka bir güç yokmuş” dediler, bunu anladılar. Meâllerden bakın lütfen.
Allahım, ben senin adına BEN derim
“İyyâKE na’budu” anlayışı “İstinkâf” ve “İstikbar” kavramları yanı sıra bir önemli kelime daha getiriyor; Mütekebbir. Kur’ân’a göre istinkâf ve istikbar özellik sergileyenler bu duruma mütekebbir olmaları sebebiyle düşmüşlerdir. Öyleyse Mütekebbir kimdir ve nedir?
Akşam salâtlarından sonra okuduğumuz “Lev enzelna” âyetlerinde Allah’ın isimleri arasında Mütekebbir’i de sayarız, Mütekebbir Allah’tır deriz. Demek ki yanlış olan, kınanacak olan Mütekebbir olmak değil. Mütekebbir “BEN”in sahibidir, “BEN” deme yetkisidir. “BEN” deme gücü ancak Allah’ındır. Onların Mütekebbir olması, yani onları istinkâf ve istikbar yapmaya götüren şey, “Allah adına BEN deyin” denildiği halde kendi adlarına “BEN” demeleridir. Kınanan mütekebbir, kendi adına “BEN” diyendir. Mütekebbir Müstakilen VARIM ve Muhtarım’ın “BEN”idir. “Müstakilen VAR ve Muhtar BEN” ancak Allah’tır. Biz “Müstakilen VAR ve Muhtar BEN” değiliz.
Kulluk görevimizin doğru olması için “İyyâKE na’budu VE iyyâKE nestaiyn” ayetinde bir duruş gerekiyor. Bu nasıldır?
“İyyâKE na’budu” derken “Allahım, ben senin adına BEN derim” çizgisinde olmalıyız.
Allah’a kulluk yapmanın en önemli ve birinci şartı budur. Kendi adına “BEN” diyerek Allah’a kulluk yapamazsın. “Biz yalnız sana kulluk yaparız” dediğin halde kendi adına BEN diyorsan olmaz. Ama insan öyle yapıyor! Olmaz, ikisi uymaz.
“İyyâKE na’budu” derken “Allahım, yalnızca senin adına, senin verdiğin yetkiyle, senin için BEN diyenleriz” mânâsı önemlidir. Bunu böyle demeyen Kur’ân’a göre mütekebbirdir, Allah’ın Mütekebbir vasfını çalıp onunla hareket etmektedir ki o kişi Allah’a kulluk etmeyendir. Kesret diliyle böyle! Geldiğimiz önemli kelime budur: Mütekebbir. “İyyâKE na’budu VE iyyaKE nestaıyn”de de bir kelimeye geleceğiz ama işi şimdi bu noktada tutalım.
Kul “İyyâKE na’budu” demek zorundadır
“İyyaKE na’budu” ayeti kapsamında iki sonuca ulaştık. İlki tevhid diliyle. İçinde dolaylı olarak kesret dili de var ama esas olarak tevhid dili: Yûnus-33; İşte böylece, Rabbinin fâsık olanlar hakkında, “Onlar îman etmezler” kelimesi gerçekleşmiştir. Bu, hüküm noktasıdır. Bu noktaya gelene kadar ayetler fâsık, kâfir ve zâlimi kesret diliyle anlattı. Şimdi o anlatılanlara bakıp tevhid diliyle diyoruz ki: Fâsık olanlar hakkında hüküm verilmiştir, onlar îman etmezler. İşte o kelime gerçekleşti, o yaşandı; Allah’ın hükmü yaşanıyor. Ulaştığımız ikinci sonuç ise şudur: Hakkıyla “İyyâKE na’budu” demeyenler mütekebbirlerdir. “İyyâKE na’budu” manasının anlatımında bu noktaya geldik.
Artık “İyyâKE nesta’iyn” başlıyor. Çünkü kul “ihtiyacı olan ve isteyen”dir.
Kul “İyyâKE na’budu” demeli, çünkü kul Ehad değildir. Kul “iyyaKE nesta’ıyn” de demeli, çünkü kul Samed değildir. Ehad ve Samed Allah. Ehad ve Samed kelimeleri dünya ve ahiret hayatımızda o kadar önemli ki onları derinlemesine olabildiğince öğrenmeyi çok önemsemek gerekir. Konumuzla ilgili kısımlarına o pencereden de bakarak Ehad ve Samed kelimelerinin, yani Allah’ın Ehad ve Samed vasfının, aslında Ehad ve Samed bilgisinin yaşanabilir olması için bir anlama gayreti göstereceğiz. Ehad ve Samed kulun yaşayabileceği vasıflar değildir, ancak bilgisi yaşanabilir. Biz de konumuz penceresinden bakarak, Ehad ve Samed kelimelerinin manasını daha fazla anlamamızı sağlayacak bir farklı boyutunu anlamaya çalışacağız.
Kul Ehad değildir, bu yüzden “İyyâKE na’budu” demelidir. Konu biraz ilerledikten sonra cümleyi değiştirip diyeceğiz ki; kul “İyyâKE na’budu” demek zorundadır. Kul “İyyâKE na’budu” demek zorundadır. Bu çok önemli! “İyyake na’budu” bir tercih değildir. Kul “İyyaKE nesta’iyn” demek de zorundadır.
“Zorunda” ifadesini ilerleyen yazılarımızda daha rahat yakalayacağız. Bu yüzden, şimdilik daha yumuşak bir cümle kuralım, diyelim ki, kul “İyyâKE na’budu” demelidir. Kul neden “İyyâKE na’budu” demelidir? Çünkü Ehad değildir. Kul “İyyaKE nesta’ıyn” demelidir, çünkü Samed değildir. Kul ihtiyacı olan ve isteyendir, onun bir özelliği de budur. Kur’ân’dan ders yaparak “ihtiyacı olan ve isteyen” özelliğini anlamaya gayret edeceğiz. Bu amaçla Yûsuf Sûresi 42. âyete bakalım. Fırsatınız olunca üstündeki bir kaç âyete, altındaki bir kaç âyete bakarsanız, konu anlaşılma sadedinde daha pekişmiş olur. Ve şimdi vereceğim meâlle baktığınız yerdeki meâlleri kıyaslamayın, birleştirin. Birleştirirseniz, okuyacağınız meâllere şimdi yapacağımız meâli de katarsanız konu sizin için daha anlamlı olur.
Yûsuf-42: “Onlardan kurtulacağını bildiği kimseye dedi ki; Rabbinin katında beni an. Şeytan ona Rabbinin zikrini unutturdu da nice yıllar zindanda kaldı.”
Zindanda iki mahkûm rüyasını Hz. Yûsuf aleyhisselâm’a söyler, yorum isterler.
Onlar yorum zannederler, oysa Hz. Yûsuf aleyhisselam’ın yaptığı rüya yorumu değildir.
Rüya yorumunu normal insanlar yapar. Hz. Yûsuf aleyhisselam’a rüya bilgisi verildiği için söylediği yorum değildir, olayın ta kendisidir, rüyanın karşılığı olan cevabın ta kendisidir, rüyanın ne demek istediğidir.
Lügatte siz bir kelimenin karşılığına, manasına baktığınız zaman o bir yorum mudur? Kelimenin manasıdır, yorum değildir. İşte lügatteki kelimenin manası gibi, eğer rüyalar için bir lügat düşünürsek, o rüyanın o kişi için manası, karşılığı tam neyse Hz. Yûsuf aleyhisselam onu söyler. Ki her zaman o rüya o manada değildir, rüya çok geniş kapsamlı bir lügattir. Onu Rabbi ona bildirir. Bu önemli, Yûsuf aleyhisselâm’ın açıklaması bir yorum değildir.
İnşaAllah yarın o açıklama ile devam edeceğiz.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER