Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

LÜB AKLINA ULAŞMANIN ZEKATI: “YA HAKK KONUŞ, YA DA SUS” PRENSİBİ

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 3 Ağustos 2017 Perşembe 13:14:36
 

-7-
Bugün çok önemli bir konuyla tefekkürümüze devam ediyoruz: Aklın zekâtı nedir ve nasıl verilir?
Aklın zekâtı “Hayr konuşmak veya susmak”tır. Daima “Hayr konuşmak veya susmak” aklın zekâtıdır. Çok önemli bir yöntem paylaşıyoruz: Eğer aklın zekâtını vermek hayat tarzı olmazsa, aklın zekâtı verilmezse günlük akıl Lüb Nuru ile beslenemediği için nurunu kaybeder ve “zekâ seviyesi”nden fonksiyon göstermeye başlar ki, zekâ seviyesi zann’larla uyumludur!
Aklın zekatı nasıl verilir?
Nur yoğunluğu bakımından “akıl” sınıfına giren faaliyetleri en aşağıdan yukarıya doğru hiyerarşik olarak; İç Güdüler, Zekâ, Günlük Akıl ve Lüb Aklı diye sıralayabiliriz. Bu sıralama hiyerarşik olarak yatay bir sıralama olup nur derecesi bakımındandır ve fonksiyon farklılıklarına göredir. Ancak her bir yatay sıranın kendine has olan ve dikey pozisyon gösteren, insandan insana değişen şiddetleri vardır. İnsanlar birbirlerini genellikle bu dikey şiddetler açısından kıyaslarlar. “İç güdüleri kuvvetli, zekâsı çok, fazla akıllı” gibi yorumlarla onların kendilerine has dikey şiddetlerine göre kıyas yaparız. Dikkat ederseniz, bunun ne kadar yanlış bir kıyas ve sürekli esfele safiliyn tuzağı olduğunu görürsünüz.
Talib’in amacı kesinlikle yatay çizgide ilerlemektir.  
Akıl faaliyetlerinin bu hiyerarşik dizilişinde günlük aklı önce zekâ seviyesinden tasdik yapıyor olmaktan kurtarmak, sonra da Lüb Nuru seviyesinden çalışmasını sağlamak için aklın zekâtının kesintisiz veriliyor olması şarttır, bu onun zekâtının kesintisiz verilmesini gerektirir. Bu yüzden “Ya Hayr Konuş, Ya da Sus” prensibinin gereği sürdürülebilir yerine getirilmelidir.
Zekâtta sürdürülebilirlik önemlidir.
Arada bir uygulanan zekât verme, günlük aklın Lüb Nuru’na ulaşmasını sağlayamaz. Bu durumda ancak günlük akıl zorla kendi seviyesine gelebilir, burada bile kararlı duramaz. Bu durum ise kişiyi çok yoran bir psikolojiye sokar.
Lüb bilgisi Hakk manada güç ve tesir demektir. Lüb kesilirse durum kötü
Bir akıl nuru ürünü olan zekânın faaliyeti “fark edebilme, ayırt edebilme” ile sınırlı görevlerdir, Kayıtlı Kendisini Hissetme Duygusu’nun kendisini doğru sandığı alan içerisinde çalışır.
Zekâ çalıştığı ortamı Gerçek “Var” ve Gerçek “Yok” konusunda incelemez. Bu konuda bir fark sunulursa farkı kavrar, ancak “hangisi doğru?” hükmünü veremez.
İşte nur gücünü kaybeden aklın zekâ seviyesinde çalışması da böyledir; Akıl’dır ama zekâ yeteneğindedir, zekânın fonksiyonu seviyesindedir. Bu durumda eğer zekânın dikey şiddeti yüksekse ayrı bir tehlikedir, düşükse ayrı bir tehlike ortaya çıkar.
Öyleyse Günlük Akl’ın nur gücü kaybetmesinin ne olduğunu, neye yol açtığını hatırlayalım:
• Lüb Nuru ile ilişkisi kesilir, yani Lüb bilgisi günlük akla kapanır.
Lüb bilgisi Hakk manada güç ve tesir demektir, dolayısıyla günlük akıl kendine has Hakk manadaki güç ve tesiri yitirir, böylece ihlâsını kaybeder ve günlük akıl vehmin zulmeti tarlasında başıboş kalır, yetenekleri zekâ seviyesine düşer, dȗniHİ algı ve zann’larının “Müstakilen Var ve Muhtar” iddiasını gerçekmiş gibi algılar ve tasdikler, hüküm verdiğini zanneder ama hükmü vehmin zulmeti oluşturur, günlük akıl da tasdik eder. Yani Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu dȗniHİ algı ve zann’larının emrindedir ama dȗniHİ algı ve zann’larını kendisi sanar. Emir alandır ama emir verdiğini sanar; işte Nefs-i Emmare…
• Dolayısıyla, kişi ihlâsı bulursa Lüb Nuru vesilesiyledir; Nefs-i Emmare ile esfele safiliyn hayat tarzı ise kendi eliyledir.
Burada şuna dikkat edelim lütfen; bu tanım kesret cümleleriyle anlatımdır, kaza cümlesidir.
Tevhid diliyle söylersek; Hükmün aslı külliyen Allah indindendir, bu ise kader cümlesidir.
Talib bu iki söylemi “tek söylem” haline getirerek “kader ayrı, kaza ayrı” olmadan “tek mana” yapmalıdır. Tevhid diliyle olanla iman, kesret diliyle olanla da amel etmelidir.
Günlük aklın “Ya Hayr Konuş, Ya da Sus” uygulamasıyla kesintisiz olarak zekâtı veriliyorsa;
Lüb Nuru’na ulaşmak istasyonları bulunan bir yolculuğu gerektirir. Bu yolculuk “Lüb” manasının Kalb’te açılması ve beyinde alan açması hızıyla ilgili bir süre gösterir.
Lüb Manası’nın üzerindeki tek engelleyici Sadr’daki dȗniHİ algı ve zann’larıyla ortaya çıkan “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiası ve bu iddiayla oluşmuş zann havuzudur.
“Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddialı Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu bu zann havuzunu kendi Kalb’ı zannettiği için Lüb Nuru’nun önü kesilir ve beyinde de bu zann’ların alanları açılır. Dolayısıyla fiiller de bu zann alanlara göre çıkar.
“Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiasının Sadr’dan temizlenmesi;
• Ya bu konunun bilinciyle yapılır ki, bu durumda mücadele süresinin kısalması ve geri dönüş olmaması avantajları olur.
• Ya da oluşan zann’ları günahlarla tanımlamış ilm-i hal üzerinden günahlarla mücadele diye yapılır ki, bu mücadele bitmeden ömür bitebilir.
İslam Nuru’na İman Nuru desteği gerekir
Sadr’ı talib hangi şekilde temizliyorsa temizlesin başlangıç mücadelesi İslam Nuru ile yapılır, zann’lar İslam Nuru ile zaptı rapta alınmaya çalışılır. İslam Nuru bu zann’ları kökünden silmez, ama onların fiile dönüşmesini engellemeye çalışır.
İslam Nuru; ilm-i hal bilgileri, İslami davranış bilgileri manasınadır. Zekâ seviyesine inmiş günlük akıl davranışları İslami bilgilerle zaptı rapta alınarak mümkün olduğunca “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddialı fiiller engellenmeye çalışılır. Fakat bu yolla kişi “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiasını terk edemez.
Ancak, Sadr’daki zann’lar zaptı rapta alınınca Kalb’ın önü açılır ve Kalb manalarını açığa çıkaracak pozisyon alır. Bu pozisyonun korunabilmesi ve bu durumun pozisyondan faaliyet haline geçmesi için İman Nuru desteği gerekir ki bu imanî bilgilerin devreye girmesi demektir.
Talib’e verilen imanî bilgiler Muhammedî Sırrı içermez de kuru tasdikleri kapsarsa gereken destek sağlanamaz, mesafe kat edilemez, talib bu noktada kalır. Ekseriyat işte bu noktada kalmıştır ve ilerisi de yok sanmaktadır.
İman Nuru, “Amentü Billâhi” gerçek manada nedir? “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiası nedir? DȗniHİ algı ve zann’ları nedir?” sorularının cevabıdır, tasdiki ve takibidir; bunun tesiri ve gücüdür.
İman Nuru böylece iman gücü kazanmış olan günlük aklı devreye sokar. Bu güçle birlikte günlük akıl zekâ seviyesine olan düşüşünden kurtulur ve gerçek seviyesine, gerçek statüsüne kavuşur.
Furkan yeteneği kazanması
büyük bir marifettir.

Bu organizasyonun içerisinde Fuad hüküm oluşturacak olan günlük akla rapor sunar. Fuad bu görevini sahip olduğu bilgi havuzundan yararlanarak yapar.
İç güdüler, zekâ, günlük akıl, lüb ve organizasyonun raporcusu fuad, aslında hepsi aynı akıldır. Farklı isimler var ama farklı farklı akıllar yok. Akıl tek bir manadır. Evet, bir sürü akıl ismi saydık ama tek bir akıl var. Biz fonksiyonlarına göre isimler söylüyoruz, o fonksiyonlara göre nurları var, bilgileri var. “Nurları var” demek o fonksiyon çerçevesinde bilgileri var demektir. Hepsi aynı bilgi, kaynağı tek akıl! Yani iç güdüler, zekâ, günlük akıl, lüb ve organizasyonun raporcusu fuad aslında hepsi aynı akıldır. Akıl tek bir mana! Farklı isimler var, farklı akıllar değil. Ancak görev farklılıkları öyle kimlikler oluşturur ki “farklı yapılarmış” gibi izlenim bırakırlar.
Geldiğimiz bu noktada artık Fuad analiz ve sentez görevini İman Nuru ve İslam Nuru bilgi havuzu ışığında yapmaya başlar, dolayısıyla artık Hakk bilgileri rapor eder.
Bir an Hakk bilgi, başka bir an Batıl bilgi rapor eden ve sersemlemiş fuad oluşturan, “aklı bir geliyor bir gidiyor” denilen insanları şimdilik ele almıyoruz. Biz yürüyen normal prosedür üzerinden mekanizmayı görmeye çalışıyoruz.
Fuad’ın İman Nuru ve İslam Nuru ile çalışması günlük aklın Hakk hükümler oluşturması ve Hakk ve Batıl’ı ayırt eden Furkan yeteneği kazanması günlük akıl için sistem içerisinde büyük bir marifettir.
Bu önemli marifet kendi bilgi havuzunu oluşturur, yani kendi nurunu şekillendirir ki, bu durum kalbin Marifet Nuru tesirine girmesi demek olur. İşte bu marifet mana olarak beyinde alan açar ve Kalb ile irtibat bu alan aracılığıyla olur. Ayrıca fiiller de bu alan yönetiminden meydana gelir.
Günlük aklın “Ya Hakk Konuş, Ya da Sus” prensibini uygulayarak kesintisiz zekât vermesi ile Kalb Marifet Nuru ile kaplanır ve Lüb Nuru’nun önündeki engeller temizlenmiş olur. Böylece günlük akıl Lüb Nuru’na ulaşır.
“Ya Hakk Konuş, Ya da Sus” prensibini biraz detaylandıralım. Çünkü paylaştığımız bu yöntemde günlük akıl zekâtı verilerek Lüb Nuru’na, yani Lüb Aklı’na ulaştı. Zekâtı neydi? Ya Hakk konuş, ya da sus! Öyleyse bu prensibi biraz detaylandıralım ki günlük yaşantımızda aklın zekâtını amele çevirebilelim.

 

FITRAT ÜZERE MANÂLAR -7-

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER