Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

LÜB SAHİPLERİNİ ÖZELLİKLERİ – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 30 Ağustos 2017 Çarşamba 20:21:37
 

-20-
“Ârif’e tarif gerekmez” sözünü tarif ederek başlayalım. Çünkü tarif ettiğimizde o sözü daha iyi anlayacağız. Bu sözü normal hayatta kullanırız. Çünkü kişi ariftir anlar, ona tarif etmeye gerek yok, çünkü tarifi biliyordur. Ama bizim bahsedeceğimiz mana böyle değil. “Arife tarif gerekmez, arif artık tarif işini bıraktı, tanrısal tarifleri bıraktı” demektir. Bu durumda kişinin ne zaman arif olduğunu bilmek önemli hale gelir, öyleyse bu tanımlanmalıdır. Kişi ne zaman arif olur? B Noktası’ndan sonra! B Noktası’na gelene kadar kişi tanrısal tarifleri yıktı, yok etti ve bu notayı geçtiyse, o artık esma dünyasında yaşıyor demektir. Esma dünyasında yaşayan artık o tarifle meşgul olmaz. Bu yüzden ona tarif gerekmez, o tarif istemez. Esma dünyasında olduğu için, artık tarif onun için günahtır, tarif onun için küfürdür. İşte, arife tarif bu yüzden gerekmez. Değilse, arif tarifi biliyor ve çok seviyor olduğu için değil. Bu tanım bir yönüyle de “Arif olmak için tariften kurtulmak lazım” manasına gelir. Yani tariflerden kurtulunca arif olursun.
Zümer Sûresi 18. ayet: “Onlar ki (o kullarım ki), kavl’i (hakkani sözü) işitirler de onun en güzeline tabi olurlar. İşte onlar Allah’ın hidayet ettiği kimselerdir, onlar Lüb sahiplerinin ta kendileridir.”
Lüb sahibi kimdir?
Müfredatımız Sadr, Kalb, Fuad, Lüb. Konuyu iyi anlayalım diye sadrı, kalbi, fuadı ve bunlardaki nurları önceki yazılarımızda tefekkür edip, paylaşmıştık. Şimdi Lüb’e geldik! Lüb Sahiplerinin özelliklerini anlamaya ve Lüb Sahiplerini tanımaya başlıyoruz.
Lüb sahipleri için Rabbimiz Zümer-18’de; “Onlar o kullarım ki kavli (hakkani sözü) işitirler de onun en güzeline tabi olurlar. İşte onlar Allah’ın hidayet ettiği kimselerdir ve işte onlar Lüb sahiplerinin ta kendileridir” buyuruyor.
Ayette geçen Lüb sahipleri Lüb’leri aktif olanlardır, Lüb’leri sadrlarını etkisine almış olanlardır. Lüb nurunun adı tevhid nuru idi. Lübdeki tevhid nuru dâhil tüm nurlar (sadrda islam nuru, kalbte iman nuru, fuadda marifet nuru) daima çalışıyor vaziyettedir. Ama önemli olan o nurun yani Lüb nurunun sadrı etkisine almasıdır, o aktifliğe kavuşmasıdır. Lübteki tevhid nurunun kalbi ve sadrı etkisine aldığı kişiye Lüb Sahibi dedik. Artık o Lüb Sahibi oldu. Ayet onları bize anlatıyor. Ama dikkat edin, “Onlar Allah’ın emrini işittiklerinde ona tabi olurlar” demiyor, ayetin lüb ehlini nasıl tarif ettiğine lütfen dikkat edin: “Onlar (hakkani) sözü işitirler de onun en güzeline tabi olurlar.” Ne demek bu? Onlar en iyisini yapmaya çalışırlar, onlar nafileciler demektir. Lüb sahipleri nafilecidir. Farzı tamamladı, nafileyi yapıyor. “İşte onlar Allah’ın hidayet ettiği kimselerdir, onlar Lüb sahiplerinin ta kendileridir.” Nafilenin önemini Zümer Sûresi 18. ayetle anlamaya çalışmış olduk.
Şunu da ekleyelim: Ayette geçen “en güzel” ifadesi emirlerin kıyası olarak “en güzel” anlamında değildir. Yani Allah birçok emir vermiş, onların bazıları güzel, bazıları da değil. Kişi güzel olanın en güzelini seçiyor gibi anlaşılmasın. “Onlar sözü işitip onun en güzeline tabi olurlar” demek, uygulamanın en güzelini seçerler, uygulamanın en güzeline tabi olurlar demektir. Onlar uygularken en güzeline tabi olurlar.
Onlar ehli takvadır
Lüb Sahipleri Ehli Takva’dır. Hatırlayın, “Onlar nafilede yarışır” demiştik. İşte nafilede yarışanlar, takvada yarışıyorlar demektir. “Nafilede yarışan” olmak öyle enteresan bir şeydir ki bakın. Diyelim ki bir AVM’ye gittiniz, orada çok gösterişli, çok zengin birini gördünüz, buna çok sevinmezsiniz değil mi? Onu çok yakınınız gibi, akrabadan biri gibi görür müsünüz? Aklınıza bile gelmez, değil mi? Bazılarının kıskandığı, bazılarının imrendiği, bazılarının siyasi olarak düşman olduğu o kişi bu kadar azığa sahip olmasına rağmen, siz ona özel bir kardeşlik, özel bir yakınlık hissetmezsiniz. Ama diyelim ki bir mescide, bir camiye gittiniz ki bir adam öyle güzel oturuyor veya kalktı huşu içinde öyle bir salât ikame etti, onu seversiniz, akrabanız gibi gelir size. Oysa sizinle ne ilişkisi var? Sonuçta ne yapıyorsa kendine; salâtı da kendine, duruşu da kendine! Sizin için olursa zaten şirk olur. Onun her şeyi kendine olduğu halde, size hiçbir faydası olmadığı halde, tanışmadığınız halde akraba gibi ısınır, seversiniz onu. Neden? Bunun nedeni çok enteresandır. Onu seven kim biliyor musunuz? Sizde onu seven kim? Siz bilmeden o sevgiye sahip çıkıyorsunuz ama sizde onu seven kim? Onu seversiniz, çünkü o çok önemli, çok makbul, çok övülen bir azık edinmiş. Diğeri dünyaya, bu da ahirete azık yapmış. Bakıyorsun, üstünde ahiret azığı var. O onun azığı ama sen onu seviyorsun, ona için kaynıyor. Hatta hürmet ediyorsun, önünden geçiyorsa muhabbetle bakıp, geri çekiliyorsun, yani hürmet gösteriyorsun. Onun o haline niye hürmet ediyorsun? Oysa aynı muameleyi zengine yapmadın. Neden buna yapıyorsun? Çok enteresan, bakın bu hürmet neyin göstergesi: Haliniz kendiliğinden (istemsiz olarak) Allah yolunda olanı seviyor. Kendiliğinden ona bir muhabbet, bir yakınlık duyuyor olman, aslında nafileyi seviyor olmandan başka bir şey değil. Zümer Sûresi 18 bize öğretti: “Lüb Sahipleri (hakkani) sözü işitirler ve onun en güzeline tabi olurlar. İşte onlar Allah’ın hidayet ettikleridir, Lüb sahiplerinin ta kendileridir.” Bu ayet bize Lüb sahiplerinin bir özelliği olarak onların Ehli Takva olmalarını öğretti. Onlar ehli takvadır, takva sahibidir.
Lüb sahipleri hüküm sahibi ve hayr ehlidirler
Bakara Sûresi 269: “O hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse gerçekten ona pek çok hayr verilmiştir. Bunu Lüb sahiplerinden başkası anlayamaz.”
Ayetlerle Lüb’ü ve lüb sahiplerini tanımaya çalışıyoruz. Bu ayette bir başka özelliği görüyoruz. “O hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse gerçekten ona pek çok hayr verilmiştir. Bunu Lüb sahiplerinden başkası anlayamaz.” Anlıyoruz ki lüb sahipleri Ehli Hayr ve Ehli Hükm’dür; yani hüküm sahibi ve hayr ehlidirler.
Ehli Hayr olmak, düşünceleri, sözleri, fiilleri batıl olan her şeyden arınmış olmak demektir, hayr üzere olup bu halin hayretlerini yaşıyor olmak demektir. Onlara, ikisi arasında çokça nimetler verildiğinden birçok da hayret yaşıyorlar. Ehli Hükm olmak ise, hikmeti kavrayabilen akıl sahibi demektir. Onlar hikmeti kavrayabilen akla sahip kişilerdir, Allah’ın hükümlerinin hikmetini görebilen kişilerdir. Lüb Sahipleri’nin özelliklerinden üçünü gördük: Onlar ehli takva, ehli hayr ve ehli hükümdür.
Ehli Zikr’dirler
Al’u İmran Sûresi 190: “Muhakkak ki Semavat ve Arz’ın halkedilişinde, gece ile gündüzün birbiri ardına gelişinde lüb sahipleri için elbette ayetler vardır.”
Al’u İmran Sûresi 191: “Onlar Lüb sahipleri ki, kıyamda ayakta, kuud’da otururken ve yanları üzere oldukları halde Allah’ı zikrederler ve Semavat ve Arz’ın halkedilişi hakkında tefekkür ederler ve şöyle derler; Rabbimiz bunu batıl olarak yaratmadın. Sen Sübhan’sın, bizi narın azabından koru.”
Bu iki ayette Lüb Sahiplerinin yeni bir özelliği var: Ehli Zikr. Onların ehli zikr oldukları anlatılıyor. Ayet “Onlar tefekkür ederler ve şöyle derler” diyor. Demek ki Lüb Nuru Fuad’a Hakk Yol’da bir analiz ve sentez yaptırıyor, Hakk yolda tefekkür yaptırıyor, bu yüzden ayette “onlar tefekkür yaparlar” deniyor. Ve bu tefekkürle Hakk bir sonuca ulaşıyorlar, bu sonuç kalbe tespitleniyor. Bu tespit bir sığınış, sakınış ve dua içeriyor. Yani tefekkürlerinin sonunda mütekebbirlik yok! O tefekkürle El-Hüsna’yı tasdik ediyorlar ve o tefekkürün sonunda sığınış, sakınış ve dua var!
Onlar OKUduğu zaman ibret alır, yararlanır
Nurların her birinin verdiği korku ve ümit başkadır demiştik. Lüb nurunun yani tevhid nurunun verdiği korku ve ümit de başkadır. Bu yüzden, onların tefekkürlerinin sonucu sığınış, sakınış ve dua içeriyor. Lüb sahibi tefekkür ediyor, tezekkür ediyor, ittika ediyor; sığınıyor, sakınıyor. Zaten ayetler “Lüb Sahipleri tefekkür ederler, tezekkür ederler” derken “ittika edin” diye de uyarmaktadır.
Bakara Sûresi 197: “Muhakkak ki azığın en hayrlısı takvadır. Ey Lüb Sahipleri benden ittika edin.”
Az önce azıktan bahsettik. Biriktireceğimiz azığın hayrlısı bize bu ayette önerildi; azığınızın en hayrlısı takvadır. Ey lüb sahipleri benden ittika edin, yani sakın eş koşmayın. İttika etmek sakınmaktır. Bu eş koşmamak için sakınmaktır, eş koşmaktan sakınmaktır. Çünkü eş koşarsanız herşey boşa gider! İttika edin: Yani benden sakının, sakın duniHİ “BEN”lik ortaya koymayın, mütekebbir olmayın, ittika edin!
Al’u İmran Sûresi 7: “HU ki, Kitab’ı sana inzal etti. Ondan ayetler muhkemdir. Ki onlar Ümmü’l Kitap’tadır. Ve diğerleri (ilk ana, kök olmayanlar) ise müteşabihdirler. Ama kalblerinde zey’ (art niyet) olanlar fitne isteyerek ve onun te’vilini arzu ederek ondan sadece müteşabih olanına tabi olurlar. O’nun te’vilini ancak Allah ve ilimde rasih (derinleşmiş) olanlar bilir. Bu âlimler şöyle derler; O’na iman ettik; hepsi Rabbimizin indindendir. Bunu Lüb sahiplerinden başkası tezekkür edemez.”
 Yani Lüb sahiplerinden başkası ibret alamaz! Ayetteki mana böyledir. Bu ayet Kur’an’da muhkem ve müteşabih ayetlerin olduğunu, bazı kimselerin yalnızca müteşabih olanlara yaslandığını, oysa onun manasını yalnızca Allah ve ilimde derinleşmiş olanların bildiğini söylüyor. Lüb sahiplerinin bir yeni özelliği daha verildi: Onlar tezekkür edenlerdir, ayetlerden ibret alanlardır. İbret alan yararlanan demektir. Onlar OKUduğu zaman ibret alır, yararlanır.
Habis ile tayyib’in Muhammedi
açıklamaları nedir?

Maide Sûresi 100: “De ki; habis tayyib ile müsavi olmaz, velev ki habisin çokluğu hoşunuza gitse de! O halde ey Lüb sahipleri, Allah’tan ittika edin ki felaha eresiniz.”
Buna benzer kıyasları ayetlerde göreceğiz. Burada habis ile tayyib kıyaslanmakta, eşit olmadıkları söylenmektedir. Meallerde habis yerine “kötü” yazılır; “kötü ile iyi bir olmaz” diye açıklanır. Ama bunun Muhammedi açıklamadaki karşılığını bilmek için manayı yerine koymak lazım. “kötü” ve “iyi” kelimeleri manayı tam yerine koymaya yetmez. “Çünkü “kötü” ve “iyi”nin tanrısal dünyaya ait de manaları var.
Allah’a ortak olarak yapılan her hal habistir. Bu kapsamdaki her türlü hal habistir, necistir, pistir. Habis; necis, pis, iflah olmaz, düzelmez demektir. O, Allah’ı örten her türlü haldir! Ayet diyor ki; “velev ki habisin çokluğu hoşunuza gitse de!” Buraya da dikkat edelim. Dikkat etmek tezekkür, tefekkür etmektir. Çünkü ayet bize; “Lüb sahipleri tezekkür eder” diyor. Lüb sahibi olmak için önce “lüb sahibi gibi” davranmak lazım. Bu taklid çok önemlidir ve insanı taklid ehli yapmaz.
Taklid ehli Billahi anlamında iman açıklamamış kişidir, onun yaptıkları taklid ehlinin işleridir. Amentü Billahi’yle ilgili imanını deklare ettikten sonra kişinin yaptıkları taklid değildir. O hal şuna benzetilebilir: Bir çocuk konuşmayı öğrenirken evdeki büyüklerini taklid etmez mi? Hatta büyüklerinden ayrı tutulsa konuşmaya geç başlar. Çünkü taklid edemiyor! Konuşmayı öğrenirken, siz ona “taklid ehli” deyip kızar mısınız? O çocuk büyüklerini taklid etmeden yürüyemez de. Demek ki doğru yolda taklid şart. Bu yolda taklitten korkmamak lazım, bunlar insanı “taklid ehli” yapmaz. Veliyi taklid etmeden veli olunmaz, lüb ehlini taklid etmeden “lüb ehli” olunmaz. Ama “B” imandan sonra. Yani nefs-i levvamede iseniz bu böyle! “B” imanını açıklamamış ve nefs-i levvamede değilseniz siz zaten taklid ehlisiniz, o zaman tüm yaptıklarınız için size taklid ehli denir.
Bugün Arafat günü, yani arife. Müslüman kardeşlerimiz hacı oluyor, yarın kurbanlarını kesecekler, biz de inşaAllah. Hac ve Cuma bayramımızın mübarek olması, kurbanlarımızın makbul olması duasıyla Allah’a emanet olunuz.

İNŞİRAH-20-

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER