Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

MANÂLAR ÜZERİNE DEĞERLENDİRMELER

– 20 –
Dünkü yazımızda, ayetten öğrenmiştik ki, Allah müşriklerin “Allah” demesini kabul etmiyor. Çünkü, doğru isim kullanmalarına, yani “Allah” demelerine rağmen zihinlerindeki algı/zann bozuk! İsim doğru fakat zihinlerindeki kimliklendirme bozuk. Bu nedenle kabul etmiyor. Ve bizi uyarıyor; siz, el-Hamdülillah deyin; yani Elhamdülillah’ın önemini ve anlamını fark edin.
Müşriklerdeki yanlış şu: Kafalarında uydurdukları varlığa Allah diyorlar. Ama öyle bir varlık yok, Allah onların uydurduğu varlık değil! Bu yüzden Efendimiz (SAV) onlara Allah’ı tarif ediyor, Allah’ı tanıtmaya çalışıyor; “gelin, açıkladığım Allah’a inanın” diye davet ediyor, fakat kabul etmiyorlar.
Dikkat edin lütfen; onlar da “Allah” diyor. Efendimiz gelip onları Allah’ı tanımaya davet ediyor. Bu durumda Efendimiz (SAV)’i ve tebliğini kabul etmeleri gerekmez mi? Neden uzaklaşıp gidiyorlar? Çünkü Efendimiz’in açıkladığı Allah onların zann’larındaki Allah’a uymuyor; bu yüzden çekip gidiyorlar. Adına “Allah” dedikleri bir varlık uydurmuşlar. Onların “Allah” deyişleri Allah hakikati değil, zihinlerinde oluşturdukları yanlış bir Allah zannı! Bu yüzden Allah onların “Allah” deyişlerini kabul etmiyor. Bu yanlışın ortadan kalkması için, yani o zihni yanlıştan kurtarmak için “El-Hamdü Lillah” bilgisiyle yaklaşılıyor, bu farkın ortaya konulması amaçlanıyor.
İdrak ve imanımızın onlardan farklı olduğunu ortaya koyan ve her şeyi içeren bilgi yüklü bir sesleniştir El-Hamdülillah.
“El-Hamdü Lillah”ın farkı
Peki, onlar “hamd” kelimesini bilmiyorlar mı? Kelime olarak elbette biliyorlar!
Hatta bu bakışla şunu da söyleyelim: Günümüzde birçok kişi Allah’a inandığını söyler, müslümanlara kızanlar bile! “Onları sevmiyorum, onlar gibi düşünmüyorum, yaşamıyorum ama ben de müslümanım, ben de La ilahe illallah diyorum, ben de Allah’a inanıyorum” içerikli cümleleri duyarsınız. İşte onu söyleyen aslında Allah’a inanmıyor! Neden? Allah’a inanan, bir kere Efendimiz (SAV)’in açıkladığını kabul eder. Bir kere bir kabul et; tam yapamıyor ve yaşayamıyor olsan bile Efendimiz’i bir kabul et. Hem Efendimizi kabul etmeyip, yani onun uygulamalarını, onun şeriatını kabul etmeyip veya bir kısmını kabul etmeyip hem de “Allah’a inanıyorum” demekle kişi o Mekke müşrikleri gibi oluyor, farkında değil. Onlar da “kim yarattı?” diye sorulunca “Allah” diyorlar ama Efendimiz’i kabul etmiyorlar; Efendimizin öğrettiği Allah idrakını ve ona uygun yaşantıyı kabullenemiyorlar. Uydurdukları şeye “Allah” demeleri nedeniyle, “biz de inanıyoruz” deyişleri kabul edilmiyor. Ve Rasûlünü uyarıyor (aslında biz uyarılıyoruz): Onların Allah demelerine bakma, aklı ermez onların, onlar akılsızlar. Sen “el-Hamdü Lillah” de…
“El-Hamdü Lillah” seslenişi ve idrakı, Efendimiz (SAV)’in açıkladığı Allah’a ait öyle bir bilgi içeriyor ki, O’nu bize öyle bir anlatıyor ve tanıtıyor ki böylece sen “el-Hamdü Lillah” idrakı ile, o seslenme ile, şirk ehlinin, yanlış inanışlıların “Allah” deyişinden zihnen ayrılmış oluyorsun.
Yanlış idraktakiler normal yaşantılarında da “el-Hamdü Lillah”ı (kelime olarak bile) söylemekte zorlanırlar, hatta söyleyemezler, çünkü kafalarındakine uymaz; mânâsı uymaz. Uysa zaten Efendimiz’in yanına gelirler. Bu yüzden konuşurken “el-Hamdü Lillah” diyemezler. Buradan anlıyoruz ki onlar “Aminu Billâhi” davetini kabul etmiyor. Bu kabulde olmadıkları için, ayetler ve Efendimiz (SAV) onlara; “Aminu Billâhi deyin” diyor.
Elhamdülillah biz inanmayanlar gibi değiliz. Onlar yönelmiyor, biz yöneliyoruz Elhamdülillah. Rabbim inşaAllah kabul buyurur. Fakat ayet bizim için bunu yeterli görmüyor ve “siz yanlış yönelenlerden de ayrılın, bu halinizi de deklare edin, belirtin” diyor. Nasıl belirteceğimizi de söylüyor: “Elhamdülillah” deyin. Bu ayetlere ittiba edip “Elhamdülillah” demekle yanlış yönelenlerden de ayrılmış olacaksın.
Tabi, yalnızca sözünle değil, hallerinle de onu söylemeye gayret et…
“Bismillahir Rahmânir Rahıym El-Hamdü Lillahi Rabbil Âlemiyn” ayetlerini okuduğumuzda şu yedi mânâ orada kendiliğinden yer alır:
Bir: “Âmentü Billâhi” ile kastedilen mânâyla ilgili ne varsa hepsini söylemiş oluruz. Bize yapılan “Âminu Billâhi” uyarısıyla bizden istenen imana ait bilgilerin hepsi burada mevcuttur.
İki: “Amentü Bil Kaderi”deki kader gerçeğini içerir. O neyse, bilelim bilmeyelim, anlatabilelim anlatamayalım, hepsi bu cümlenin içindedir.
Üç: Allah’a karşı bir kulun haddi ve edebi ne ise hepsini içerir. Bunu söylemekle kul; “Allahım, sana karşı en azından edebliyim” demiş oluyor. Ne olduğunu öğrendiğinde ise o edebi uygular.
Dört: Doğru Hamd ve Şükür ile ilgili tüm bilgileri, yani Hamiyd ve Şekur hali bilgilerini içerir.
Beş: Korku ve Ümit, yani “Allah’dan Allah’a sığınış” ile ilgili bilgiler onun mânâsında yer alır.
Altı: Bismillahir Rahmânir Rahıym El-Hamdü Lillahi Rabbil Âlemiyn, sırât-ı müstakıym ile ilgili, dünya ve ahiret hayatı ile ilgili tüm bilgileri içerir.
Yedinci madde tüm maddelerin özetidir: “Allah indinde Din İslam’dır” gereği, “Din” ile ilgili tüm bilgileri içeren cümle; “Bismillahir Rahmânir Rahıym El-Hamdü Lillahi Rabbil Âlemiyn”dir.
Fatiha işte böyle bir seslenişle başlıyor…
Doğru hamd ve doğru şükür
Bu yedi maddeden özellikle g��nlük hayatımız için çok öncelikli olan bir kavramı biraz inceleyelim: DOĞRU HAMD ve DOĞRU ŞÜKÜR! Hamd ve Şükür tefekkürüne isterseniz bir küçük özetle başlayalım:
Hamd ve Şükür’den amaç hamd ve şükür halini yaşamaktır, sözle söylemekten öte yaşamaktır; Hamd Hali’ni yaşamaktır, Şükür Hali’ni yaşamaktır. Bu halleri bilen birisi seni tarif edeceği zaman, konuşmanı değil de halini tanımlayacağında (ki asıl önemli olan halindir) senin için “hamd halinde, şükür halinde” diyebilmelidir.
Peki, o hamd hali ve o şükür hali nedir? Onu bilelim ve net tarif edelim ki o hali yaşayabilelim.
Yol elbette önce dille, dille söylemekle başlar, dille söylemek önemsiz değildir. “Müşriklere karşı şöyle söyleyin, onlar öyle der ama siz böyle deyin” gibi ayetleri hatırlayın lütfen. Demek ki söylemek de önemli! Söz senin tarafını gösterir. Sözlü olarak hamd ve şükür ifadeleri, senin hangi bilgilerin tarafında olduğunu belirliyor. Bu kelimeleri kullanamayan diğerleri safını, tarafını söyleyemiyor bile! Bu iş söylemekle başlar, sonra hali görülür, yaşanır.
HAMD ve ŞÜKÜR halini şöyle tarif edelim: Allah’a karşı ve yarattıklarına karşı (yarattıklarında “var” olan sebebiyle) nankör olmamaktır. Hamd konusunda nankör olmamak budur: Bilerek veya bilmeyerek Allah’a karşı ve yarattıklarında “var” olan sebebiyle yarattıklarına karşı da nankör olmamaktır. Gerçek hamd ve şükür hali nankör olmamaktır. Lütfen dikkat: Kişi Kur’an’a göre nankörse ve bunu umursamıyorsa, halinden memnunsa ama diliyle de hamd ve şükür söylüyorsa onun bu hali çok makbul değildir! Aslolan davranışlardır, fiiller önemlidir. Yanınızda çalışan birisi size hep nankörlük yaptığı halde gelip gidip teşekkür etmesi, “size çok müteşekkirim, çok minnettarım” demesi ne mana ifade eder, ne olur ki? “Nankör olduğunu biliyorum, bu sözlerin neye yarar?” dersiniz, sesli veya sessiz. Allah’a karşı da bu hale düşmemek lazım. Bir insanın bile kabul etmeyeceği hale Allah için, Allah huzurunda düşmemek lazım. Önce Allah’a karşı nankör olmamak şarttır. Sonra da yarattıklarında “var olan” sebebiyle onlara nankör olmamak gerekir.
Hal böyle olunca, Hamd ve Şükür konusunda ne yaparsak nankör oluruz veya nasıl nankör olmayız, bunu çok önemsemek, çok didiklemek gerekiyor.
Hamd konusunda insan nasıl nankör olur?
Bilerek veya bilmeyerek Allah’ın işine karışıyor olmak Hamd konusunda nankörlüktür. Bir kişi bilerek veya bilemeyerek “Hamd” kapsamındaki bir işe karışıyorsa, bilerek veya bilemeyerek Allah’a nankörlük yapıyor demektir. Eğer Hamd’ı bilse yapamaz, karışamaz… Hamd’ı sadece dilinde kullandığı için, mânâsını bilmediği için Allah’ın işine karışıp duruyor. Ciddi takip etsek, gün içinde Allah’ın işine karıştığımız böyle anları, olayları ve halleri yazmaya sayfalar yetmez, o kadar çok ki. İnsan, “karışmak” anlamına gelen o kadar çok iş yapar ama farkında değildir.

Şükür konusunda nankörlük ise şöyledir:
Verilen her türlü şeyde bilerek bilmeyerek Allah’ı görmezden gelmek şükür kapsamında nankörlüktür. Ne verdiyse, o verdiği şeyde verileni başka sebebe bağlamak Allah’ı görmezden gelmektir. İnsan fark etmez ama ona ulaşmış birçok nimeti hiç kimseye bağlamasa bile kendisine bağlar.
Hamd ve Şükür hali konusunda ulaştığımız sonuç şöyle: Kişi Allah’ın işine karışırsa Hamd konusunda nankörlük yapmış olur. Verilen herhangi bir şeyde, hatta her şeyde, zann’larıyla bir başka sebep bulur veya uydurur da Allah’ı görmezden gelirse Şükür konusunda nankörlük yapmış olur.
Efendimiz (SAV) buyuruyor: “İnsanlar için hamd gerçeğini göremeyen, Hamd’ı Allah’a mahsus kılamaz.”
Demek ki hamd gerçeğini insanlar için de görebilmeliyiz. Göremiyorsak hamdı Allah’a mahsus kılamayız. Çünkü Efendimiz (SAV) bize, Hamd bilinmeden şükür halinin başlamayacağını da öğretiyor:
“Hamd, şükrün başıdır. ‘Elhamdülillah’ demeyen Allah’a şükretmiş olmaz.”
“Andolsun, şükrederseniz elbette size (nimetimi) artırırım.” (İbrahim-7)
Şükredenler için böyle de bir müjde var…
“El-Hamdü Lillahi Rabbil Âlemiyn” ayetindeki tanımlara, oradaki mânâlara kısa kısa değinerek konumuzda ilerliyoruz.
“Hamd ve Şükür”den sonra “RAB” tanımı var ve Rab için şimdi bir başka pencereden tanım yapacağız:
RAB, ef’al âleminin sahibi ve olgunlaştıranıdır.
Rabbil Âlemiyn; Âlemlerin Rabbı’dır…
Âlem nedir?
Peki, âlem nedir?
Ef’al âlemindeki her suret, bu âlemde bilinen en küçük suret ve her bir sureti oluşturan suretler, hepsi kendi kapasitesi çerçevesinde bir ÂLEM’dir; onların her biri bir âlemdir. Ef’al âlemindeki yaratılmış varlıklar içerisindeki her suret ve her bir sureti oluşturan en küçük suret birer âlemdir. Bilimin sürekli güncellediği “en küçük birim/suret” tanımı ile tanımlanan ne ise, biz ona Kur’an tarifiyle “zerre” diyelim. Her bir zerre kendi kapasitesi çerçevesinde bir âlemdir ve o âlem Esma-ül Hüsna Kanunlarına tabidir, o âlem de bir Esma-ül Hüsna kanunu ile meydana gelmiştir, Allah’ın Esma-ül Hüsna’sı sonucudur.
Âlemlerin sahibi, olgunlaştıranı, yöneteni ise RABBÜ’L ÂLEMİYN’dir.
“Rabbü’l Âlemiyn” Allah’ın bir sıfatı olup daha çok ve öncelikle Muhtariyeti Tercih Gücü olan âlemler içindir; onlara hakikatini, korunmaları gereken sistemi haber verici, öğretici, uyarıcı ve yönlendirici bir sesleniştir. Rabbü’l Âlemiyn özellikle insan içindir, çünkü onun “Tercih” yetkisi vardır. Tercih yetkisini doğru yapabilsin, öğrenebilsin, doğru yönlensin diye, uyarmak üzere insana bir sesleniştir, ona bu sesleniş öğretilmiştir: Rabbü’l Âlemiyn!
“Tebarekallahu Rabbü’l âlemiyn; Rabbü’l âlemiyn olan Allah ne yücedir.” (A’raf-54)
Yolun ileri gelenleri konuşurken bile “Rabbü’l âlemiyn” demeyi önerirler. “Âlemlerin Rabbı” ifadesinin bile “Rabbü’l âlemiyn”deki tüm mânâları kapsamadığı söylenir. Bu yüzden, “Rabbü’l âlemiyn” ifadesini tercih etmek daha doğrudur.
Efendimiz (SAV)’e, onun dönemindeki müşrikler “Rahman kimdir?” demişlerdi. Aynı zihniyet Hazreti Musa (AS) Efendimiz döneminde ona; “Rabbü’l âlemiyn kimdir?” diyordu. Lütfen bunu da tefekkür edelim.
“Firavun dedi ki: Peki, Rabbül Âlemiyn nedir? (Musa) dedi ki: “Semavat’ın, Arz’ın ve ikisi arasında olan şeylerin Rabbi. Eğer yakîn sahibi iseniz (bilirsiniz).” (Şu’ara; 23, 24)
“(Musa) dedi ki: Sizin de Rabbiniz, evvelki babalarınızın da Rabbi.” (Şu’ara-26)
“(Musa) dedi ki: Doğunun (doğuşların), Batının (batışların) ve her iki arasındaki sürecin ve oradaki her şeyin Rabbidir. Eğer akl ederseniz.” (Şuara-28)
Okuduğumuz bu ayetlerde, Musa aleyhisselam efendimizin açıklamaları olarak bize verilen bilgilerdeki mânâyı anlamak, fark etmek üzere şu cümleyi paylaşalım:
“Ef’al âleminde yaratılmış her şeyin, Muhtariyeti Tercih Gücü olan insan neslinin, hayat-memat döngüsünün, yürüyen sistemin, sünnetullahının sahibi, olgunlaştıranı ve yöneteni Allahu Rabb’ül Âlemiyn’dir.”
Peki, bu mânâya nasıl ulaşıyoruz?
İnşaAllah yarın onunla devam edelim. Allah’a emanet olunuz.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti