Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Sezer Küçükkurt
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

MİLLİ EGEMENLİK

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutlayacağız. Son zamanlarda adet edindiğimiz üzeri yine “tartışmalarla”…
1935 yılına kadar TBMM’nin açılış yıldönümlerinde 23 Nisan Milli Bayramı kutlanırmış. Ayrıca yine 1935 yılına kadar 23 Nisan Çocuk Bayramı da kutlanırmış. Bu iki bayram 1935’te “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” olarak birleştirilmiş. Ulusal Egemenlik veya Milli Hakimiyet, ülke meselelerinde egemenliğin doğrudan doğruya ve kayıtsız-şartsız millete ait olmasının ifadesi.
Atatürk’ün ulusal egemenlik anlayışında temel ilkeleri özetlemek gerekirse;
1. Emperyalistlere ve mandacılara karşı ülkenin siyasi bağımsızlığı,
2. Padişahlık ve halifeliğin olmadığı bir Cumhuriyet düzeni,
3. İktisadi anlamda bağımsızlık, şeklinde özetlenebilir.
Yaşadığımız çağda emperyalizmin şekil değiştirdiği bir gerçek. Artık eskiden olduğu gibi top-tüfek kullanarak değil, içeriden satın alınanlar vasıtasıyla ülkeler üzerindeki amaçlar gerçekleştirilmeye çalışılıyor. Bunu en iyi bilip, anlayan ülkelerden birisi Türkiye.
Sahip olunan bankalar kanalıyla, kapatılan kamu altyapı yatırımları yoluyla, fahiş kârlar elde ediliyor ve bunlar dışarıya transfer ediliyor. 300 milyar doları aşan dış borçlarımız nedeniyle her sene dışarıya 10 milyar dolara yakın faiz ödüyoruz. Her yıl ülke olarak yüksek cari açık veriyoruz. Bunun en büyük dertlerimizden birisi olduğu konusunda herkes görüş birliğinde.
Ekonomistler faiz ve kâr transferi de içinde olan bu cari açığın, bir ülkenin en iyi sömürülme göstergesi olduğunu belirtiyorlar.
Türkiye’nin verdiği 300 milyar doları aşan cari açığı, yatırım malı ithal etmekten değil, ara malı ve hammadde ithalinden kaynaklanıyor.
İçerideki ara malı üretimi ve hammadde üretimi artmıyor. Yerli üretim yerinde sayıyor, tüketim malını dışarıdan ithal ediyoruz. Yatırım malı içermeyen ithalat ve bu yolla verilen cari açık ülkenin kaynak kaybı demek. Kan kaybı demek.
İşte günümüzdeki sömürü düzeni böyle işliyor. Topla-tüfekle, terörle-anarşiyle de kapımızı zorluyorlar ama o noktada derslerini alıyorlar şükür… Peki ya ekonomik alanda zorlanan kapılarımız?…
Sonuç olarak, Türk Milleti ve Atatürk’ün öncülüğündeki kadroların milli politikalarına zamanında mağlup olan dış güçler şimdi para silahıyla işgal çabalarını sürdürmekteler.
Kurtuluş Savaşı Türkiye’nin yalnızca Yunanistan veya diğer işgalcilere karşı verdiği silahlı bir mücadele değildir. Silahlı mücadelede zafer kazanıldıktan sonra tam bağımsızlık yolunda devam eden mücadelenin adıdır. Adı üstünde “İstiklal Harbi” de denilen Kurtuluş savaşı aynı anda ekonomik bağımsızlık savaşıdır.
Kurtuluş savaşında Rusya, Türkiye’ye önemli maddi destek sağlamıştır. Bunun karşılığında Savaş sonrası, Atatürk, Rusların empoze etmek istediği “sosyo-ekonomik” sistemi kabul etmemiştir. Ekonomide ideolojinin esiri olunmamış, ekonomik ve sosyal altyapıya göre ülke çıkarları ön planda tutulmuştur. 1923-1932 liberal ekonomi ile yeterli sermaye birikimi sağlanamadığı için, 1932’den sonra bu birikim ve yatırımlar devlet eliyle olmuştur.
Türkiye Osmanlı’nın borçlarını ödemiş, ABD’den aldığı 10 milyon dolar dışında dış borç almamış, dış ticaret açıkları vermemiş, ayrıca 1932 sonrası sanayi planları ve kamu yatırımları ile yüksek büyüme sağlanmıştır.
Geçmişin tamamı, sevabıyla, günahıyla bizimdir. Geçmişi inkar etmek, bugünlere bir fayda sağlamaz. Ancak ders almak günün kârıdır.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER