Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

NARSAYAR DA VAR, NURSAYAR DA

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 3 Ocak 2017 Salı 12:49:58
 

– 17-
“Buyurdu: Sana emrettiğimde seni secde etmekten ne men etti? Ben ondan daha hayırlıyım. Beni nardan halkettin, onu çamurdan halkettin dedi.” (A’raf-12)
Rabbine karşı gelen şeytan secde etmezken kıyas yapıyor, yaptığı kıyası gördünüz mü? Dikkat edin, onun bulunduğu ortam bizim gibi değil! Biz Allah’a inanmaya çalışıyoruz, o Allah’ı bilen ve O’ndan korkan bir varlık! Ama bizim Ahseni Takviym yapımız ona verilmemiş! O yüzden tabiatı yani fıtratı bu! Bu yüzden o fıtrata uygun görevler yapacak. Ahseni Takviym yapıyla olsa bu işleri yapamaz, merhametli olur.
Dikkat edin; bir veliyi veli yapan yardımcı şeytandır; o şeytandan korunmaya çalıştıkça kurtulur.
Şeytan dûniHİ algı sebebiyle Allah’ın emrinde kıyas yaptı ve “kendimi ben yönetirim” dedi. Bu bir kişilik örneğidir. Kur’ân bize iki örnek kişilik verir. Ahzab-21’de bize; “Örnek alacağınız kişi Rasûlümdür” buyurur; yani Efendimiz (SAV). Öyleyse, işinle, düşüncenle, halin ve tavrınla bunlardan hangisine benzeyeceğine bak lütfen.
Önemli bir husus var, onu da hatırlatalım ki dilimizde güzel bir alışkanlık olsun inşaAllah:
Kur’ân Efendimiz (SAV)’e “Rasûlullah, Nebiullah, Habibullah” demiştir, O’na hitapta evrensel dil budur, O’nu bütün varlıklar böyle biliyor. “Peygamber” ifadesi Efendimiz (SAV)’le ilgili değildir, O’nun görevinin karşılığı da değildir. Hiç bir âyet ve hadis Efendimiz’e “peygamber” mânâsına gelecek bir kelime ile hitap etmez. “Peygamber” ifadesi Efendimizin derecesini başkalarına benzetmek olup tenzili rütbedir. Allah O’na “Rasûlullah” diyor: “Muhammed Rasûlullah’tır.” Fetih-29 bunu ilan ediyor. Bitti! Yeni isimler bulmayın, yeni isimler uydurmayın, Kur’an’ın hitabını bozmayın! Allah’a “tanrı” dersen, Rasûl ve Nebi’ye “peygamber” dersen, tanımları değiştirirsen bozmuş ve basite almış olursun. O Rasûlullah’tır! Bu ne kadar ekber bir sesleniştir bilseniz. Birisine “Rasûlullah” diye ancak Allah der! Öyle olunca kimsenin Rasulullah’ı yoktur. Ama “peygamber” çoktur. Bütün uyduruk dinlerin, felsefelerin peygamberi vardır, o felsefeleri öğretene peygamber diyorlar. Biz de mi Efendimize öyle diyelim? Allah Ahlakı ile ahlaklanmak O’nun gibi yapmaya çalışmaksa, Allah O’na; “Rasûlullah, Nebiullah, Habibullah” diyor. Başka isimlerle hitap güzel olmaz.
İkileme düşen kaybeder
Dedik ki; kendimize bakalım, duygu, düşünce ve davranışlarımızın şeytanın haline benzeyip benzemediğini izleyelim. Çünkü Kurân bizi nasıl uyarıyor, bakın: “Ey Âdemoğulları, size şeytana kulluk etmeyin, ona uymayın demedim mi? Şeytan sizin düşmanınız, niye ona uydunuz? Size, ‘benim sırat-ı müstakıym’im budur’ demedim mi?” (YaSin; 60, 61)
 Böyle diyor, böyle de diyecek! Bu azarı işitmeyelim inşaAllah. Onun için de Efendimiz’e tâbi olalım, uyalım. Rabbimiz bize; “O’nda sizin için en güzel örnek var” buyuruyor. İki örnek var. İkinci örnek ise bize sürekli tuzak kuran şeytan! O hep tuzak kuruyor, işi o! Ama bir an oluyor ki “ben Allah’tan korkarım” deyip kandırdığı kişiyi terk edip kaçıyor.
“Onlara önlerinden, arkalarından, sağları ve sollarından sokulacağım. Ve sen onların çoğunu şükredenlerden bulamayacaksın, dedi.” (A’raf-17)
Şeytan böyle bir vaatte bulundu, çünkü bu iş şeytanın görevidir. Bu cümleler zâhiri bakışladır, kesret diliyle anlatımdır. Şeytanın bu sözünü biraz açalım. Diyor ki; onlar ne işle meşgulse, nasıl inanıyorsa o konuyla ilgili ikileme düşüreceğim! Şeytanın en önemli silahı ikilemdir, ikileme düşürmektir. “Öyle mi yoksa böyle mi?” diye ikileme düştüğü zaman kişi kaybeder. İkileme düşmemek isteyen için ilaç “Semi’nâ ve eta’nâ; işittik ve itaat ettik” demektir. Anla veya anlama, böyle dedin mi kurtuldun!
“Onları ikileme düşüreceğim. Dünya hayatındaki yapıları bu gayretime uygun olduğu için onları kandırmam kolay olacak. Ve onlar ğıll, haset, kıyas, göz dikme ve fesatlık içerisinde hiç (bir şeyden) memnun olmayacaklar, hep isteyecekler, hiç yetinmeyecekler. Şükretmek akıllarına bile gelmeyecek. Çok korkarlarsa korkudan kurtulup ferahladıklarında şükreder gibi olurlar ama hemen sonra unutup eski hallerine dönerler.” Şeytanın söylediği bu!
“Bir fırkaya hidayet etti, bir fırka üzerine de dalâlet hak oldu; çünkü, onların dûnillah (algı sonucu müstakilen var ve muhtar zann’larla edindikleri) dostları şeytanlar oldu. Ve sanıyorlar ki doğru yoldalar.” (A’raf-30)
Mekanizma “kıyas”la çalışıyor
Dünkü yazımızda “DûniHİ algı inananların imanından daha güçlüdür” demiştik. Bu ifade normal bir inanan içindir. Değilse onu kesinlikle Hz. Ebu Bekr Es Sıddık efendimizin imanı ile kıyaslamıyoruz. Bu kıyas kendimiz için, ayakta zor tuttuğumuz imanımız için. DûniHİ algıdakilerin algısı “bizim imanımızdan” daha kuvvetlidir. Allah bize destek vermese, sadece inanmakla dûniHİ algıyı yenemeyiz. Allah’ın desteği olmadığı için, dûniHİ algı sahipleri kuvvetle, şeksiz şüphesiz kendilerini doğru sanarlar…
Dün Efendimiz (SAV)’in hadisinden “iman ile hasedin bir arada olmayacağını” öğrenmiştik. Rabbimiz öğretiyor ki, ğıll ile şükür aynı kalbte olmaz: “Böylece, onların bazısını bazısı ile imtihan ettik, “Allah aramızda şunlara mı lütufta bulundu” desinler diye. Allah şükredenleri daha iyi bilen değil midir?” (En’am-53)
Kıyasla ilgili imtihan sorularımız belli oldu: “Siz kıyaslıyorsunuz ama biz zaten kıyaslayın da şükredenle etmeyen ortaya çıksın diye, sizin bazınızı bazınızla imtihan ediyoruz. Birbirinize bakıp; ‘Allah bu malı, bu güzelliği bu imkânı şuna mı verdi?’ deyin, biz de şükredenle etmeyeni ayıralım.”
Kesret diliyle böyledir. Mekanizma zâhiren böyle tanımlanıyor.
“Sizi Arz’ın halifeleri kılan, verdiği (nimetler) hususunda denemek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O’dur. Rabbin cezası çabuk olandır ve gerçekten O Ğafurun Rahıym’dir.” (En’am-165)
“Rabbin cezası çabuk olandır” uyarısındaki cezayı iki türlü anlayalım, ceza mutlaka azap değildir. Ceza karşılık vermektir. Bu yüzden onu karşılık veren olarak düşünmeliyiz; Ğıll’e de, şükre de hemen karşılık veren! Çok sevip okuduğumuz bir salâvat var, ceza kelimesini bu örnekle daha iyi anlayabiliriz: “Cezallahu anna seyyidena Muhammeden ma huve ehluh.” Bu salâvatımızda diyoruz ki; “Allahım, Efendimiz Muhammed (SAV)’in karşılığını sen ver, biz onu anlayamayız. Onu sen bilirsin. Ona sen o bilişine göre ver…”
Önce ilah olup, sonra ilah edinenler
Kur’ân bizi kıyas yapıp göz dikmememiz için uyarıyor. Ğıll, haset, kıyas, göz dikme ve fesat mekanizmasından bahsetmiştik hatırladınız mı? Ğıll’e başlayıp fesatla sona eren o mekanizma konusunda; TaHa-131, Nisa-32, Tevbe-85, Kehf-28 ve Hicr-88 âyetleri bizi uyarır, “göz dikmeyin!” mealinde öğütler verir, göz dikmeme hususunda dikkatli olmamız istenir. İnşaAllah bu listedeki ilk âyetimize birlikte bakalım:
“Kendilerini denemek için onlardan bir kısmını faydalandırdığımız dünya hayatının çekiciliğine gözlerini dikme! Rabbinin nimeti daha hayrlı ve daha süreklidir.” (Ta-Ha; 131)
Ayette bahsedilen “dünya hayatının çekiciliği” dûniHİ algı sonucu zann’lardır, çekici gelen onlardır. “Rabbinin nimeti” ise, verilen her ne ise ve ne kadarsa odur; o verileni Rabbinden bilmendir, Rabbinin bilmendir, senin için hayrlı olandır diye bilmendir. Bu idrak kuluna Rabbinin Nimeti’dir.
Ğıll yüzünden haset duyan, hasedi yüzünden kıyas yapan, kıyası yüzünden göz diken dayanamayıp kargaşa çıkarır, ara bozar, hırçınlaşır, fesat oluşturur, fesatlık yapar. Oysa Kur’an’da buyrulmaktadır ki:
“İşte ahiret yurdu! Onu arzda üstünlük ve fesat dilemeyenlere oluştururuz. Âkıbet muttakıylerindir!” (Kasas-83)
Demek ki ahiret yurdu arzda üstünlük ve fesat dilemeyenlere; ğıll taşımayanlara; ğıll’den kurtulanlara!
Bu muttakilerin âkıbeti.
Peki, DÛNİHİ “MÜSTAKİLEN VARIM ve MUHTARIM” DİYENİN ÂKIBETİ nasıl acaba?
DûniHİ yani kendisini Allah’ın dışında sandığı algısıyla birisi “müstakilen var ve muhtarım” der ve bunda inat ederse, buna göre de bir hayat tarzı oluşturursa onun akıbetini şu iki âyet çok net olarak ortaya koymaktadır:
“Kendilerine ızz (izzet, itibar ve kuvvet vesilesi) olsun diye dûnillah (algı sonucu müstakilen var ve muhtar güç zannettikleri) ilâhlar edindiler.” (Meryem-81)
“Hayır, (zannettikleri gibi değil)! (Müstakillik ve muhtariyet verdikleri), onların ibadetlerini (iddialarını ve hayat tarzlarındaki paylarını) inkâr edecek ve onlar üzerine zıd (heva ve heveslerinin tersine) olacaktır.” (Meryem-82)
Meryem 81’de “ilâhlar edindiler” geçiyor. Önce bunu tanımlayıp sonra onu ilâh ilan etmekle ilişkilendirelim.
Ayetlerde bazen kişinin kendini ilâh ilan ettiği, bazen de kendisine ilâh edindiği belirtilir. Kendini ilâh ilan etmesi, kişinin “müstakilen varım ve muhtarım” iddiasında bulunmasıdır. Bu “birincil suç”tur. Bu kişi hiçbir inancı olmadan böyle yaşayabilir. Eğer bir şeye inanmak isterse, “benim de bir yaratanım olsun, bir şeye tapayım” derse kendisine bir ilah edinir. Kendisine ilâh edindiğinde “ikincil suç” oluşur. Meryem-81’deki “ilâhlar edindiler” hâli budur. Bu öyledir ki kişi “kendini ilâh” ilan etmeden ilâhlar edinemez. Bu durumda, ilâh edinenler hem birincil, hem ikincil suçu birlikte yaşıyor; Meryem-81 bunu anlatıyor: Onlar kendilerine izzet, itibar ve kuvvet vesilesi olsun diye dûniHİ algı sonucu müstakil var ve muhtar güç zannettikleri ilâhlar edindiler.
Kendilerine neden ilâh edindikleri anlatıldı: Yaşadıkları hayatta izzet, itibar, kuvvet ve kudret istiyorlar. Bunlara bir vesile olsun diye önce kendilerini ilâh ilan edip sonra ilâhlar ediniyorlar. Bunun üzerine Meryem-82 diyor ki: “İş sizin sandığınız gibi değil, hiç öyle olmayacak! Dünyada öyle gözüküyor olabilir ama o gün öyle olmayacak. Sizin müstakillik ve muhtariyet verip tanrı edindikleriniz hesap zamanı sizin hayat tarzlarınızı, onlara yüklediğiniz misyonları, onlara verdiğiniz payları reddedecek ve olay dûniHi algıyla dünyada zannettiğinizin zıddı olacak!”
DûniHi algıda narsayar, Billâhi algıda nursayar
Öyleyse kişi dünyada müstakilen varım ve muhtarım iddiası ile neler oluşturduysa; ne kadar mal, nasıl bir şöhret, ne düzeyde bir itibar oluşturduysa onlar ona o seviyede bir azap olacaktır, o kadar pişmanlığa dönecektir. Dünyadaki dûniHİ izzeti ne düzeydeyse o düzeyde bir ahiret pişmanlığına dönüşecektir. Bunu çok iyi kavrayalım. Bir de, ahiretteki pişmanlığı dünyadaki bir duyguyla karıştırmayın, beş duyuyla hissettiklerinizle de kıyaslamayın! Allah muhafaza etsin, oradaki pişmanlığı kavrayabilmek mümkün değil. İnşaAllah Rabbim onu bize ne kavratır, ne de yaşatır.
“Müstakilen Var ve Muhtarım” iddiasıyla yaptıklarınız kavraması güç bir pişmanlığa dönüşüyor. DûniHİ algı içermeyen yaptıkların ise en az on kat mükâfata dönüşüyor.
DûniHi yaşantıda sevap olmaz. Allah’a küfredip hem de sevap kazanmak olmaz, kendimizi aldatmayalım. Sevapsayar Billâhi olunca çalışır. DûniHi algıda narsayar, Billâhi algıda nursayar çalışır. DûniHi iseniz nur sayacı çalışmaz, orada diğer sayaç devreye girer.
Peki, iyi insan olarak yaptığımız işler ne olacak?
Kişi dûniHi algıdaysa ve iyi işler yapıyorsa belki cehennemde rahat edebilir. Mesela, beş odun değil de üç odun atılır. Yani dûniHi idrakla cehennemde kişinin nispeten rahat bir yeri olabilir ama cennete gidemez.
Cennet şartı Billâhi olmaktır. Allah’a küfür halinde olana cennet haram kılınmıştır, bu yüzden dûniHi algıda sevap çalışmaz, o Billâhi algıyla birlikte çalışır. Günah ve sevap bu noktada şöyle tanımlanabilir:
Neyi dûniHi yapmışsanız o günahtır, ahirette pişmanlık ve azaba dönüşecektir. Neyi dûniHi algıdan sıyrılarak yapmışsanız o sevaptır ve en az on katıyla sevaba dönüşecektir. Elbette ayetten öğreniyoruz:
“Kim hasene ile gelirse ona onun on misli vardır. Kim de seyyie ile gelirse, ancak onun misli ile cezalandırılır. Onlar zulme uğratılmazlar.” (En’am-160)
Aşağıların Aşağısına düşmüş idrakı nedeniyle “Müstakilen Varım ve Muhtarım” diyen insanın akıbetini paylaşmaya devam ediyoruz. Allah’a emanet olunuz.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER