Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Sezer Küçükkurt

ŞEHRİN GELİŞME YÖNÜ NERESİ OLMALI?

Deprem gerçeğinin ardından ülke genelinde “şehirleşme” tartışmaları alevlendi. Acılarımız çok taze, hassasiyetlerimiz var. Ama geleceğe dair konuları bu hassasiyet ve tazelik üzerine konuşursak daha duyarlı sonuçlar alınabilir diye düşünüyoruz.
Afyonkarahisar özelinde bakıldığında şu şehrin sorunlarına kafa yoran, memleketin geçmişini bilip, geleceğine dair fikir yürüten herkes biliyor ki; Afyonkarahisar’ın şehirleşme adına yöneldiği güzergahlar sıkıntılı güzergahlardır.
ÇAPAK ÇAYIRI VE EKŞİ KIRI SAĞLAM MI?
Eskinin “Çapak Çayırı” diye adlandırılan bölgelerinde Karşıyaka, Organize Sanayi Bölgesi ve çevresindeki yapılaşmalar yer almaktadır. Yine eskinin “Ekşi Kırı” olarak adlandırılan bölgesinde ise “Uydu Kent” bölgesi yükselmektedir. Afyonkarahisar’ın büyüme ve gelişme adına gözde tüm muhitleri, eskinin Çapak Çayırı ile Ekşi Kırı düzleminde ilerlemektedir. Lakin her iki bölgenin zemin açısından sıkıntılı olduğu da herkes tarafından kabul edilmektedir.
Uydukent’in zamanında bir göl olduğunu… 1980’lere kadar bugünkü Maliye Sarayı ve Kocatepe Mezarlığı karşısından başlayıp, Otogar mevkiine kadar uzanan alanların büyük bir bölümünün sulak/batak araziler olduğunu… Çapak Çayırı olarak bilinen bölgelerde yine 1990’lara kadar 8-10 metre derinlikten su çıktığını… Bu bölgelerin tarım ve hayvancılığa uygun ama yapılaşmaya uygun olmadığını… Ve bunun gibi bilgileri Afyon’un yerlisi olup da bilmeyen var mıdır?
Buna rağmen Afyonkarahisar’ın geleceğe yönelik planları bu güzergahlara göre ayarlanmış, şehrin en lüks binaları bu bölgelerde yapılmakta, kamu kurumlarının binaları bu bölgelerde yükselmekte, kısacası şehrin ana damarları bu noktalardan geçmektedir.
Konunun uzmanlarına da kulak verseniz, sokaktaki Mehmet Ağa ile de konuşsanız, bu bölgelerin zemin yapısıyla ilgili olarak size özetle “Oralar gevşek” cevabını vereceklerdir.
ŞEHRİN GELİŞİM YÖNÜ KUZEY VE BATI MI OLMALI? YOKSA GÜNEY VE DOĞU MU?
Peki ne yapmalıyız?
İşte bu sorunun cevabını bugünlerde enine-boyuna düşünmeli, tartışmalı, gerekirse kavgalar etmeli ve şehrin geleceğini buna göre yönlendirmeliyiz.
“Oralara yapılan binalar son teknolojiye göre inşa ediliyor, korkmayın, bir şey olmaz” savunmalarının geçersizliğini son depremde çok pahalı bir bedelle öğrenmiş olmalıyız.
Bundan sonrası için yapılması gereken “sağlam zemin üzerinde yatay mimari” ile büyüyüp-gelişme olmalıdır.
Bunun için gereken tüm planlamalar yapılmalı, gerekiyorsa şehrin gelişim yönü yeniden belirlenmelidir. Bundan kastımız, Afyonkarahisar şehir merkezinin güney yönünde bulunan kayalık zeminlerinde imar çalışmaları ve ardından yapılaşmanın başlatılmasıdır. Yani şehir İzmir-Eskişehir yönüne doğru değil, Şuhut-Konya yönüne doğru büyümelidir. Afyonkarahisar’ın sırtını dayadığı Hıdırlık tepesinden sonra Kanlıca bölgesi, Şuhut istikametindeki tepecikler yeni yapılaşma alanları olarak belirlenebilir. Elbette bu konularda son sözü uzmanlar ve bilim söylemelidir.
BİZ DÜZ ARAZİDE YAPILAŞMAYA ALIŞIK OLSAK DA DİĞER ŞEHİRLERDE BÖYLE DEĞİL
Biz Afyonkarahisarlılar olarak her ne kadar dümdüz arazilerde yapılaşmaya alışık olsak da Türkiye’nin pek çok şehrinde mahallelerin tepeler ve yokuşlardan oluştuğunu görmekteyiz. Biz işin kolayına kaçarken ülkemizin kuzeyine doğru gittikçe şehirlerdeki tüm yapıların tepelere dizildiği görülmektedir. Büyükşehirlerdeki yapılaşma bizdeki gibi dümdüz arazi eksikliğinden olsa gerek tepelere doğru yönelmekte, şehirlerin her yanında tepe yamaçları yapılaşma için uygun görülmektedir. Yani tepelerde yapılaşma zor ve imkansız değildir. Bilakis örnekleri çok fazladır.
Son depremde de gözlendiği üzere tepelerdeki yapılaşmada binalar sarsıntılardan daha az etkilenmekte, bizde olduğu gibi dümdüz tarım arazilerinde yapılan binalar çok daha dayanıksız olmaktadır.
Bu konu uzmanların incelemeleri, hazırlanacak raporlar ile çok daha detaylı ele anılabilir. Biz cahil aklımızla, şehrimizin geleceğini düşünerek kabaca fikir yürütmekteyiz. Ama görünen köy kılavuz istemez. Bilimsel gerçeklikleri Afyonkarahisar’ın coğrafyası ile birleştirdiğimizde önümüze çıkan tablo bu şekildedir.
***
Hatır-gönül-rant-oy kıskaçlarından kurtulup Afyonkarahisar’ın ve çocuklarımızın geleceği adına keskin kararlar almalıyız.

 

İDEAL BİR ŞEHİR NASIL OLMALIDIR?

 

Okudukça “Afyonkarahisar’ın Uydukent bölgesi de bu hayallerle iki katlı evler şeklinde planlanmıştı ama bugün geldiğimiz noktada kulelerden oluşuyor” emekten kendimizi alamadığımız bir makaleyi aktarmak isterim, buyurunuz:
Yatay mimari her ne kadar ülkemizde son yıllarda popülerleşen bir kavram olsa da şehirlerin yapılaşma biçimi olarak tartışılması daha eskiye dayanıyor.
19. ve 20. yüzyıl şehir tasarımcıları, artan nüfusla birlikte düzensiz bir hal alan şehirlerden ve şehirlerin sağlıksız koşullarından kurtulmak için “ideal bir şehir nasıl olmalıdır?” sorusuna cevap aramışlar.
Bu arayış, pek çok tartışmayı da beraberinde getirmiş.
Tartışılan konulardan biri, şehirlerin dikey mi yoksa yatay mı yapılaşması gerektiği.
**
İki akademisyen Doğan Bıçkı ve Merve Kırkan’ın makalesinde “Türkiye’de Yatay Mimari” Meselesi” Turgut Cansever’in perspektifinden ele alınmış. Konuyu biraz daha iyi anlamak için bu makaleden alıntı yapmaya devam edelim;
Bilge mimar Turgut Cansever’in ufki kat mülkiyeti, ondan mülhem olarak izleyicisi H. İbrahim Düzenli’nin ufki(yatay) şehircilik olarak isimlendirdiği anlayış, 1-2 katlı müstakil bahçeli konutlardan oluşan, Osmanlı kent sisteminden ilham alan ve bugünün yapılaşma sisteminden tamamen farklı bir şehirleşme anlayışını yansıtıyor.
Mimar Turgut Cansever’in bakış açısından, konutun 1-2 katlı müstakil ev şeklinde olması ve her ailenin kendine ait bir konutta, yere yakın bir biçimde yaşamını sürdürmesi olan yatay(ufki) şehircilik anlayışı, sadece bir konut projesi olarak değil; aynı zamanda bir yaşam biçiminin de doğal uzantısı olarak tasavvur edilmiş.
**
19. yüzyıl şehir plancılarından Ebenezer Howard, “Yarının Bahçe Şehirleri”ni iki katlı konutlardan oluşan ve geniş yollarla birbirine bağlanan bahçe şehirler biçiminde tasarlayarak, bir anlamda yatay büyümeyi desteklemiş.
“Bahçe Şehir” ütopyasıyla şehrin avantajlarının kırsal bölgenin avantajları ile birleştirilmesi hedeflenmiş.
Böylece nasıl ki kırdan şehre göç yasal bir baskı olmadan gerçekleştiyse, çok katlı, plansız, sağlıksız, kirli şehirlerden kaçış da yine baskıcı bir güce dayanmadan kendiliğinden gerçekleşebilecektir.
**
Organik mimarlığın öncülerinden Frank L. Wright ise yüksek yapılara ekseriyetle karşı çıkmış ve insanları aynı kaba koymanın yanlışlığından bahsediyor.
Ve her bireyin gereksinimlerinin, beğeni standartlarının ve sorunlarının farklı olmasından dolayı konut tasarımlarının da bireylere özgü olması gerektiğini savunuyor.
Dolayısıyla Wright’ın ideal şehir fikrinin özünü yatayda kurgulanan müstakil evler oluşturuyor.
Wright’a göre konutlar, toprak ile uyumlu ve kişiye özel planlanmış mekanlar sunmalıdır.
Buradan yola çıkarak Wright, herkesin dört dönümden az olmamak şartıyla kullanabileceği arazisinin olduğu, insanların yarı zamanlı olarak çiftliklerde çalıştığı bir şehir planı tasarlamış.
**
Wright’ın bu önerisini, yatay (ufki) mimari fikrinin Türkiye’deki öncüsü sayılabilecek Cansever de desteklemiş.
Cansever’in şehirleşme felsefesine bakıldığında, “halka rağmen halk için” yaklaşımından ziyade halkın kendi irfanıyla organik biçimde kendisi için yapıp etmesi söz konusu.
Devletin vazifesi en üstün standartları belirlemek ve bunların uygulanması için gereken denetimi sağlamak.
**
Aktivist bir mimar olarak tanınan ve sık sık Le Corbuseir’in yaklaşımını eleştiren Catherine Bauer ise, yapım maliyetinin fazla, kişi mahremiyetinin az olması, gölgelerinden kaynaklı ölü cepheler yaratması ve güneş ışığını geçirememesi gibi nedenlerle yüksek katlı yapılara karşı çıkmış.
Bauer’e göre, bir konut, her birey için bir bahçeye ve kişisel gereksinimler için yeterli bir alana sahip olmalı.
Bauer’in temel önceliklerinden biri de bireye özel tasarlanmış konut sunmak. Bauer, yapıların yatay olarak büyümesi gerektiğini zira yüksek yapılı konutların yüksek nüfuslu mahalleler oluşturduğunu ve mahremiyeti tamamen öldürdüğünü ileri sürüyor.
Bauer’e göre ideal ev, haneye özel bahçesi olan küçük evdir ve bunun dışındakiler talihsizlikten başka bir şey değildir.
Bauer’in dile getirdiği bu görüşler, Cansever’in Osmanlı-İslam mimari/mahallesi için söz konusu ettiği hususların hemen hemen ikizi gibi.
**
Anlayamadığımız şey şu; Biz neden şehirleri büyütürken Avrupa’nın yanlış adımlarını takip etmek durumundayız.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti