Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

Var ile yok arasında neredeyiz?

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 6 Mayıs 2017 Cumartesi 11:17:11
 

– 93 –
Öncelikle kurtulmamız gereken şey, DûniHİ algı sebebiyle oluşan “Müstakilen varım ve muhtarım” iddiasıdır. Bu iddiadan kurtulmak için ise önce o algıdan kurtulmak gerekiyor. Bu algıdan kurtulmak nedir, onu tanımlayalım: DûniHİ algıdan kurtulmak öncelikle Vehmin Zulmeti’nden kurtulmaktır, Nefsin Şerri’nden kurtulmaktır; bütün bunlardan idrak ve fiil olarak kurtulmaya çalışmaktır. Yalnızca idrak yetmez, hem idrakta hem fiillerde kurtulmaya çalışmak şarttır. Ve bu işin başlangıcıdır. Bunu fark etmeyenlerin “sen önce benliğinden kurtulmalısın” önerileri bu yolda işe yaramaz.
Egoyu aşağı çekmek çare değil
“Benliğinden kurtulmalısın” prensibi İslami olmayıp Uzakdoğu felsefelerine ait bir öğüttür. Onu önerenler aslında insandaki egoyu kastederek o egonun yüksekliğinden bahsederler. “Benliğinden kurtul” diyerek kişinin ego derecesini aşağı çekmesini önerirler, “Sendeki ego çıtası çok yüksek, aşağı çek” derler. Hedef budur; ego dereceni düşürmek. Onlarda bile egodan kurtulmak diye bir şey yoktur. O düşüncelerde kişiler karşısındakine benliğinden kurtulmasını önerir, kimse bunu kendisine söylemez, kendisine “Ben benliğimden kurtulayım” demez, kendi çıtasını görmez. Hep başkalarına bakar ve kimin ego çıtası kendisininkinden yüksekse ondan rahatsız olur ve ona “benliğinden kurtul, ego çıtanı aşağı çek” der. Demek istiyor ki “Egonun yüksekliği beni rahatsız ediyor, bana gölge ediyorsun.” Aslında bu bir tanrılık yarışı; orada iki tanrının yarışı var.
Ego çıtası aşağı çekilirse ne olur? O aşağı çekilince ne üretilir biliyor musunuz? Zavallı, mütevazi bir tanrı! Ve o tanrı bu acımasız dünyada zulüm görür durur. Dolayısıyla, bu İslâmî bir öğüt değildir, sonucu insana huzur verecek bir iş de değildir. O zavallı ancak kendisi gibi olanların arasında rahat olur; hepsi zavallı tanrıdır, o da onların arasında memnun yaşar.
“Benliğinden kurtul” öğüdü İslami değildir. Biz âyet ve hadis çemberinde durmalıyız
Bizim anlatmaya ve kurtulmaya çalıştığımız şey, bu ego çıtasının bulunduğu iddiadır. Ego çıtasının bulunduğu iddia “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiasıdır. Oysa bu iddia dünyada çok önemlidir. Dünyanın önemli birçok insanı bunu hayat enerjisi olarak görür ve anlatır. Bunu çok önemserler, işi bunu kuvvetlendirmek olan bilim dalları vardır. Anlatmaya çalıştığımız işte bu iddiadır; reddedilmesi, kurtulunması gereken bu iddiadır. Çok normalmiş gibi anlatılan bu “Ben Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiasından kurtulmak öncelikli işimiz! Önce bundan kurtulması gerektiğini fark eden anlar ki “Benliğinden kurtul” öğüdü İslami değildir; hadislerde ve âyetlerde yeri yoktur, bulamazsınız. Ama felsefecilerin kitaplarında bulabilirsiniz, hatta onlar size dünya yaşantısı içerisinde güzel sözler gibi gözükür. Ama Bakara Sûresi 204. âyet bizi o konuda uyarır; “Onların dünya ile ilgili sözleri sizin hoşunuza gidebilir, dikkat edin.” Önemseyeceğimiz şey şudur; o sözleri söyleyenler, o çalışmaları yapanların idrakı dûniHİ mi? Onların alanı dûniHİ alan mı? Eğer öyleyse, ne yaparsa yapsınlar onların fikirlerini reddetmemiz gerekir. DûniHİ her şeyi reddetmemiz gerekir. Çünkü: Veri tabanı dûniHİ olan her işin, her başarının sonu hüsrandır. Kesin! DûniHİ olanın sonu hüsrandır. Bir başarı gibi görünse bile dûniHİ her şeyin sonu hüsrandır. O tür bilgileri tasavvufî zannedenler, öyle felsefî kitapları, sözleri beğenip okuyanlar, “Hoşuma gidiyor” diyenler, onları mutlaka Muhammedî Bakış Süzgeci’nden geçirmelidir. Bu süzgeçten geçirmeden o fikirleri, o kişileri, o kitapları benimseyenler ancak kafalarını karıştırırlar. Bir sakıncası da şudur: Oradan öğrendikleri bilgileri, o öğretileri dînî-tasavvufî başlık altında anlattıkları için o bilgileri Dîn’e sokarlar. Böylece o bilgiler, kitaplar, sözler kuşaktan kuşağa geçerken artık Dîn’e mal olmuş olarak geçer. Oysa Dîn’in esasında onlar yoktu. Öyle olunca ortaya “İnen Din” değil “Uydurulan Din” çıkmış olur. Bu yolla, dînimize başka gelenek ve göreneklerden, çeşitli ulusların yaşantılarından, özellikle de Uzakdoğu yaşantılarından “Tasavvuf” adı altında çok yanlış öğütler, öğretiler girmiştir. Bunlara bir de İsrailiyat eklendiğinde, yani müslümanları saptırmak için kitaplara yahudilerin bozup özellikle yerleştirdikleri cümleleri eklediğinizde ciddi bir İslami/tasavvufi bilgi kirliliği ile karşılaşırsınız. Bu yüzden, bizi sağlam tutacak şey daima âyet ve hadis çemberinde durmaktır, Dîn’e bir şey sokmaktan korkmaktır.
“Velî” kişi nasıl anlaşılır?
Şuna çok dikkat edin: Veli diye bilinen birisi âyet ve hadisleri (o emanetleri) öyle sıkı tutar ki oraya bir şey karışacak diye ödü kopar. Allah’a gerçekten tâlipseniz kişilerin hallerini (veli mi değil mi) buradan bile anlarsınız. Oradan buradan alınan beşerî sözleri aklımıza, hayatımıza sokmaya çalışanların nefsle, nefsi tanımakla, nefs mertebeleri gibi işlerle ilgisi olamaz. Bir kişi nefs mertebesinde ne kadar ilerlerse bu emanetleri o kadar sıkı tutar, âyet ve hadisleri bağrına o kadar sıkı basar, onlara bir şey karışacak diye o kadar ödü kopar. Bırakın başkasının birşey katmasını, “Ben bir şey katar mıyım?” diye kendisinden korkar.
“Benliği yok etmelisin” önerisi bu söylediğim hatalara düşenlerin nefs terbiyesi öğütlerindendir ve boştur.
Bir diğeri de “Yokluğunu yaşamalısın” öğüdüdür. Özendirmek için “Ben yokluğumu yaşıyorum” da derler. Böyle bir şeyin olmadığını bilin lütfen, böyle bir şey yok! Böyle bir şeyin olmadığını anlamak için ona sorun: “Ben yokluğumu nasıl yaşayacağım, bana bir anlat da ben de yaşayayım” deyin. Bunu sorduğunuzda size, yaparsanız yokluğunuzu yaşayacağınız İslami bir öğüt çıkaramazlar. Bir kere şuna dikkat edin, “Yokluğumu yaşıyorum” ifadesi bir çelişkidir. Hem yok hem yaşıyor, ne enteresan bir çelişki! Bu kadar bariz olduğu halde onlar bu çelişkiyi niye göremiyorlar? Yöntemleri yanlış olduğu için! Yöntemleri ve yaptıkları şey şu: Duydukları şeyleri değiştirmek! İşleri bundan ibaret. Ehlullah’a ait bilgileri alıp Uzakdoğu felsefelerine ait bilgilerle harmanlayarak anlatmaya çalışmak! Yöntemleri bu. Böylece, kendilerince Dîn’i ve Ehlullah’a ait bilgileri yeni ve güncel yapmaya çalışıyorlar. Hataya düşüyorlar.
“Yok” yoktur, sistem “var” üzerine kuruludur
Aslında “Yokluğumu yaşıyorum” cümlesini Uzakdoğu felsefelerinde bile bulamazsınız. Bu cümleyi ancak Uzakdoğu felsefesiyle kirlenmiş bir müslüman kafa söyleyebilir. “Yaşıyorum” dediği onun Kendinde Kendine Göre Var olan hâlidir. “Yokluğum” dediği ise Birbirlerine Göre Var olan hâlidir. Birbirlerine Göre Var hâlin hologram kaynaklı bir görüntü oyunu olduğunu öğrenince “Yokluğumu yaşıyorum” demeye başlıyorlar. Bunu derken anlatmaya çalıştığı şey Ehlullah’tan okuduğu bilgilerdir. O bilgileri Uzakdoğu’ya ait cümlelerle güncellemeye çalıştığı için işi karıştırmış, iş bozulmuş oldu. Öyleyse “YOK”u çok net tarif etmek, Kur’ân’ın “YOK” tarifine göre bir “YOK” cümlesi kurmak lazım. Çünkü kendilerine göre “YOK” tarif edenler bu tarifleriyle hem kendi kafalarını hem öğrenmek isteyenlerin kafalarını karıştırırlar. “YOK”u doğru tanımlamak üzere “Yokluğu değil VARlığı yaşamak” adlı Tefekkür Sayfamızı birlikte ele alalım:
“İnsanların dünya hayatında yaşarken kullandıkları, “YOK” mânâsına gelen bir yokluğu ifade eden bir “YOK”un sistemde yeri yoktur.”
Normal konuşmalarımızda bir şeye “yok” dememizdeki mânâsıyla bir “yok” sistemde yoktur. Biz kullansak da sistemde öyle bir “yok” yoktur. Dolayısıyla, insanların konuşuyorken kullandıkları “yok” ile sistemin “yok” dediği başka şeylerdir. İkisine de “yok” diyoruz ama tarif aynı değil. Mesela gözlük kabı masada değilse, “Masamın üzerinde gözlük kabı yok” derim. Aslında o var ama başka yerde. Biz genellikle var bir şey için yok deriz, benim yok dediğim aslında vardır. Bu yüzden, normal konuşmada “yok” derken anlatmaya çalıştığımız şey Kur’ân’ın “yok” dediği şey değildir. İki “yok”u karıştırırsak mânâları kafamızda çözememiş oluruz.
“İnsanlar bir şeye “YOK” derken kast ettikleri her ne ise, o “yokluk” bile sistemde bir “varlık” olarak bulunur. Ef’al âlemi dâhil olmak üzere bütün sistem “var” üzerine bina edilmiştir.”
Hedef; YOK”a ulaşmak değil “VAR”a ulaşmak
Bu cümleleri açacağız, ama esas olan “YOK” kelimesi değildir. Esas olan “VAR” kelimesidir, “YOK”tan önce “VAR”ı iyi anlamak lazım. Kafayı “YOK”a takan işi çözemez. Çünkü “YOK” yaşanmaz. “Yokluğu yaşıyorum” diye bir şey hiç olur mu? Kişi “Esas varlığı yaşıyorum” diyebilir. “Ben bugüne kadar bir varlık yaşadığımı zannediyordum, şimdi esas varlığı yaşıyorum” diyebilirsiniz ama “Yokluğu yaşıyorum” diyemezsiniz, olmaz. Hem yok hem yaşıyor, olmaz. Öyle bir başarıya henüz rastlanılmadı. Dolayısıyla, esas meselenin yokluk değil “Varlık” olduğunu anlamak lazım. Bütün sistem “Varlık” üzerine kurulmuştur. Allah’ın yarattığı sistem içerisinde “YOK”un yeri yoktur. Allah’a ait bir şey söyleyeceksiniz ve “şu yok” diyeceksiniz, olabilir mi? O sizin gittiğiniz restoranda olur. Bir sipariş verirsiniz, “O yok” derler. “YOK” Allah için veya Allah’a ait bir şey için nasıl kullanılabilir? Sistemde her şey “VAR”a dayanır. “VAR” o kadar kuvvetli bir şeydir ki o “VAR”ın tamamı içinde Allah; “BEN Benimdir” demiştir. Onu duyunca Hazreti Mûsa aleyhisselâm’ın ayakları yerden kesilmiştir. “BEN BENİM” bu kadar etkili bir sözdür bu. “Sen kimsin?” deyince Rabbimiz “BEN BENİM” demiştir. İşte o tamamen varlığa dayanır. Varlığın içinde de yokluk olmaz.
“Allah vardır ve yaratılan herşey de varlığını Allah’ın varlığından alır. Dolayısıyla Allah’ın sisteminde “YOK”a yer yoktur. Allah’ın zâtında zâtının bildiği varlığı, zıddı olmayan bir var oluştur ve bu varlık tanımı yalnız Allah’a aittir; bu özel varlık tanımı ise, “Ehad” ve “Samed” vasıflarıyla ifade edilir.”
Evet, Allah’ın sistemi “Varlık” üzerinedir, o sistem içerisinde bir “YOK” noktası yoktur. Allah’ın var olması, Zâtı’nın var olması bizim kendimize göre kullandığımız “var ve yok”tan farklıdır. Allah’ın var olması öyledir ki zıddı yoktur, zıddı olmayan bir varlıktır. Yaratılmışlar, yani ef’al âlemi zıtlarıyla yaratılmıştır. Ak ve kara birbirinden ayrılmış ve o teşbih mertebesini oluşturmuştur.
“Yaratılmışlara ait var oluş tanımlarından Allah münezzehtir; (Sübhanallah). “A’mâ” da yokluk değildir.”
Bunu şimdilik şu bir cümleyle geçiyoruz: A’mâ yokluk değildir! A’mâ Mertebesi bazı yerlerde “yokluk” gibi anlatılır, meseleyi tam göremedikleri için öyle anlatırlar.
“Tâlibin sistemde neye “YOK” denildiğini iyi bilmesi çok önemlidir. Dünya hayatında insanların kullandığı mânâda bir “YOK”luk yaşanmaya çalışılırsa başarılı olunamaz ve de ömür boşa tüketilmiş olur.
Tâlibin seyr-i sülûk’unda hedefi “YOK”a ulaşmak değil “VAR”a ulaşmak olmalıdır. “YOK” onun ulaşacağı ve yaşayacağı değil, aksine kurtulması gereken bir durumdur.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER