Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

ALLAH’A YÖNELDİĞİNDEKİ HALLE, KULA YÖNELDİĞİN HALİ BİRLEŞTİRECEKSİN

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 12 Nisan 2017 Çarşamba 13:00:37
 

-72-
Muhtariyeti Tercih Gücü (MTG) yetkisinin anlaşılabilmesi için bazı yöntemlerden bahsedeceğiz. Buraya kadar o yöntemleri kullanmadık. Ama öyle bir noktaya geldik ki MTG yetkisinin anlaşılabilmesi için söyleyeceğim yöntemleri kullanacağız. Bu yöntemler ayırt edilmiş, fark edilmiş yöntemler değil! Fark edilsinler diye onları biiznillah isimlendirdik. Bu yöntemlerin önemini ben izah edemeyebilirim, siz “Onları nasıl kullanırım, nasıl anlarım?” diye lütfen kendinizi zorlayın. Çünkü konunun sonunda ne kadar önemli olduğunu hadis ve âyetlerle göreceğiz inşâAllah.
Tevhide hep tekleştirerek gidilir
O çok önemli yöntemlerden birisi Mânâları Çakıştırma Tekniği’dir. O kadar önemli ki bu tekniği bilmeyen, uygulamayan Kelime-i Tevhid’in mânâsını mümkün değil anlayamaz, mümkün değil. Onu papağan gibi söyler. Bazıları papağana ezberletiyor, haberlerde, sosyal medyada papağanın “Lâ ilâhe illallah” dediğine rastlıyorsunuz. Çok da muntazam söylüyor. Ondan farklı söylemek zorundayız, onun gibi yapıyorsak bizim için bir değerinin olmadığını düşünmek lazım. Bunun sevabı yok mu? Onun da bir sevabı var ama o sevap seni Esfele Sâfiliyn idraktan kurtarmaz. Esfele Sâfiliyn öyle kuvvetli ki “Bismillâhir Rahmânir Rahıym” gibi güçlü bir kelimeyi söylediğimiz halde kurtulamıyoruz. “Eûzü Billâhi mineş şeytânir raciym” diyoruz ve kurtulamıyoruz. Gücünü düşünebiliyor musunuz? İnananlar için “Eûzü Billâhi mineş şeytânir raciym”in gücü tartışılır mı? Besmele’nin gücü tartışılabilir mi? Ama söylediğimiz halde bizi kurtarmıyor. Esfele Sâfiliyn böyle kuvvetli bir algı. Bize öğretilen doğruları eğer esfele safiliyne tesir edecek güçte söyleyemezsek, onların tesirinden yararlanamayız.
Mânâları Çakıştırma Tekniği. Dikkat edin, “Mânâları” diyoruz. Demek ki kesretten gelen bir şey, yani fazla mânâ var ve onları çakıştırıp tek yapmaya çalışacağız. Tevhide hep tekleştirerek gidilir. Mânâları birleştirmek, çakıştırmak, tevhide gitmenin yoludur. Bunlarla ilgili özellikleri göreceğiz, şimdilik yöntem isimleriyle yetinelim, dalıp da konuları genişletmeyelim.
İkincisi Mânâ Ayrıştırma Tekniği. Burada “Mânâlar” demedik, çünkü tek bir mânâ var, onu içindeki mânâlara ayrıştıracağız. Çok benzemese de dünyaya ait bir örnek vereyim, çünkü dünyadaki hiç bir şey İslam’la öğrendiklerimize benzemez. Örnekler anlamamız içindir, tam benzetmek için değil. İki hidrojenle bir oksijen su oluşturur. Hidrojenin tabiatı farklıdır, oksijenin tabiatı farklıdır. İkisi birleşince su diye çok farklı bir şey çıkar. Bu suyu tek mânâ olarak düşünün. Hidrojen ve oksijen diye bilinen mânâlar birleşti, çakıştı, su meydana geldi, yani başka bir mânâ meydana geldi. Kimyagerler suyu anlamaya çalışırken ne yaparlar? Suyun yapısını anlamak için analiz yapar, onu hidrojene ve oksijene ayrıştırırlar, hirdojen ve oksijenin miktarlarına, açılarına bakar, molekülleri incelerler. Niye? Suyu anlamak için. Suyu anlarken bunları da anlarlar. Demek ki “mana Ayrıştırma Tekniği” dünyada zaten uygulanan bir yöntem. Ancak şimdi biz bunu âhiretimiz için kullanacağız. Bir mânâ var, anlamak için mânâlarına ayrıştırma tekniği ile ayrıştırmak gerekiyor. Kur’ân ayetleri ve hadislerde dâima mânâ ayrıştırma ve mânâ çakıştırmalar vardır.
Üçüncü önemli husus Uluhiyet Dili yani Tevhid Dili’dir. Bu dilin farkında değilsek, ayetlerde böyle bir dil kullanıldığını bilmezsek anlayamayız. Bu kursa gidilerek öğrenilen bir dil değildir. İslamiyet’te dünyadaki hiç bir sistemde olmayan çok önemli bir eğitim yöntemi vardır. Dışarıdaki hayatta siz bir şeyi öğrenirken hata yaparsanız mükafat verilmez, ama İslâm’ı öğrenmek için çalışırken hata yapsanız sevap kazanırsınız. Böyle farklı bir yöntem var. Bir de dünya işleri için kursa gitmek gerekir ama İslâm’ı öğrenmek için kursa gitmek gerekmez, sadece tâlip olmak yeterlidir. Öğreten, besleyen Rabbin hemen sana öğretir. Peki, nasıl tâlip olunur? İşte hep onu anlamaya çalışıyoruz.
Fark etmemiz gereken dördüncü teknik Kesret Dili’dir. Her iki dil de çok önemlidir. İleride bu iki dille ilgili olarak, Efendimiz (SAV)’in sahabeyi azarlayışını hadisten okuyacağız. O zaman göreceğiz ki bu diller varmış ve önemliymiş.
Biz MTG yetkisini anlamak için de bu dört yöntemi kullanacağız: Mânâları Çakıştırma Tekniği, Mânâ Ayrıştırma Tekniği, Uluhiyet/Tevhid Dili ve Kesret Dili. MTG’yi anlamaya giderken ilk ele alacağımız mânâ Âmenû Billâhi ve Amilus Sâlihâti’dir; Billâhi anlamıyla Allah’a iman edenler ve ona uygun amel yapanlar, yani Billahi iman ve salih amel. Bu mânâyı ayrıştırmaya tabi tutacağız. Bu aslında tek bir manadır, çünkü burada mânâ çakıştırılmıştır. İki tane tanım varmış gibi (Billahi manasında iman ve salih amel) söylüyoruz; mecburen, anlayabilmemiz için. Bu dünyadaki algının anlayabileceği dil böyle olduğu için. Eğer dünyada cennet dilini konuşsak anlaşamayız. Cennet dilini öğrenenler anlaşır ama dûniHİ algıyla biz o dili anlamadığımız için anlaşamayız. Mânâ çakıştırma bu yüzden önemlidir. Onu öğrenen cennet dilini öğreniyor demektir.
Kur’an bize Cennet dilini öğretiyor
Âyetleri incelediğinizde cennet için, “Orada boş söz yoktur, orada yalan yoktur” gibi tanımlar görürsünüz. Eğer buna dünyadaki “Boş söz ve yalan” gibi bakarsak aldanırız. Bu, “Cennette kimse bana yalan ve boş söz söylemeyecek, hep güzel sohbetler edeceğiz” demek değildir. BOŞ SÖZ Allah’ı örten sözlerdir, Allah yokmuş gibi kurulan cümlelerdir. YALAN Allah üzerine uydurulandır, en önemli yalan Allah üzerine uydurulan “Müstakilen VARIM ve Muhtarım” iddiasıdır. Bu bir iftiradır ve bâtıldır. İşte cennette bunlar yok. Lütfen düşünün, bunlar olmazsa cennette ne olur? Dünyada sırf bunları konuşuyoruz, bunlar olmazsa cennette ne konuşulur? Dünyada tüm konuştuklarımız “Müstakilen VARIM ve Muhtarım” iddiasına yönelik. Bu iddiaya yönelik savaşlar, Allah’ı örten cümleler, Allah yokmuş gibi davranışlar… Ayetler “Cennette bunlar yok” diyor. Bizim dünya hayatında yaptığımız, konuştuğumuz hiç bir şey orada yoksa biz o dili bilmiyoruz demektir. O zaman ne yapacağız? O dili bilmiyorsak bizi oraya alırlar mı? Almazlar. İşte bu yüzden Kur’ân bize bu dili öğretiyor, Kur’ân’dan öğrenmemiz gereken bu dildir, bu mânâdır; kelimeler değil mânâdır.
“Âmenû Billâhi ve Amilus Sâlihâti” derken ve bunu tanımlarken dedik ki, bu ifadeyi “Allah’a inanmak ve salih amel yapmak” şeklinde tanımlamak yeterli olmuyor hatta zarar veriyor. Çünkü bu tarif “Allah’a inandım” diyen herkesi kapsıyor. Oysa bu yalnızca “Âmentü Billâhi” diyeni kapsar, Billâhi anlamında iman edeni kapsar. Âmenû Billâhi ve Amilus Sâlihâti; Billâhi anlamında iman edenler ve bu imana uygun da amel yapanlar demektir. Kur’ân bunları müjdelemiştir, Allah bunlara vaatte bulunmuştur. Bu kapsamda iki ayrı mânâ söyledik değil mi? İman ve amel. Oysa “Âmenû Billâhi ve Amilus Sâlihâti” tek bir mânâdır, tek bir tanımdır, tek bir davranıştır ve o bir cennet mânâsıdır, cennetteki bir insanı tasvir ve târif eder. Ama o manayı dünya dilinde tek bir mânâ olarak söyleyebileceğimiz kelime, cümle yoktur, olmaz. O zaman dünya dili bozulur. O yüzden, “Âmenû Billâhi ve Amilus Sâlihâti” yalnızca Türkçe’de değil tüm dünya dillerine göre iki ayrı iş, iki ayrı davranış gibidir. Ortadaki “ve” de sanki iki farklı tanım var algısını artırmaktadır. Oysa o tek bir mânâdır, tek bir davranıştır, burada mânâ çakıştırılmıştır.
Kur’an, zıtların birleştirildiği mânâları anlatır
Dünya yaşantısında, mana ayrıştırma olduğu gibi mânâ çakıştırmalar da vardır. Şimdilik Kur’an’daki mana çakıştırma ile dünyada uygulanan mana çakıştırma arasındaki önemli farkı belirtip geçeceğiz. Dünya dilinde, yani dünya hayatında biz farkına varmadan birçok yerde mânâ çakıştırırız ama bunu yaparken hep aynı yöndeki mânâları çakıştırırız, çakıştırdığımız mânâların ikisi de aynı yöndedir. Birisi daha derin mânâdır, birisi belki ondan biraz önde bir mânâdır, o ikisini çakıştırırız. Mesela “anne” kelimesi; o bir mânâ çakıştırmadır. Bir çocuğa “Annenle ilgili bir yazı yaz” deseniz ve iki sayfa yazsa, iki sayfa annesini anlatsa. O çocuk “anne” derken en azından o yazdıklarının hepsini birden söylemiş ifade etmiş olur, annesi de onların hepsini kabul etmiş olur. “Yavrum, şu satırdaki bir kelimeyi söylemedin” demez, oradaki mânâları çakışmış bir şekilde kabul eder. Bir sürü mânâ o kelimede toplanmıştır. Ama dikkat edin hepsi aynı yöndedir, annesiyle ilgili söylediklerinde zıt bir cümle yoktur. Çok dikkat edin, şimdi çok önemli bir şeyi paylaşacağız, herhangi bir yerde bulamayacağınız (çok basit ama çok önemli) bir şeyi paylaşacağız. Oysa tevhidi anlamak üzere yapılan mana çakıştırmada dünya diline göre zıtlar çakıştırılır, çakıştırılan mânâlar aynı yönde değildir. Bu yüzden insan zorlanır, bu yüzden insan İslâm’ı anlayamaz ve “Ama şöyle ama böyle” der; bu yüzden kader, bu yüzden ayetler anlaşılamamıştır. Ve bu yüzden birisi bir konuda yazarken çizerken düşüncesiyle ilgili olarak âyetlerden destek alıyorsa düşüncesine uygun gibi gördüğü ayetleri bulur alır, ona zıt gibi gelen âyetleri ise kenara çeker, bırakır. Oysa ikisini birden almazsanız olmaz. Ama nasıl alsın? Onu zıt zannediyor. Bu da gösteriyor ki Kur’ân bir beşer sözü değildir, hiç bir beşerin başaramayacağı zıtların birleştirildiği mânâları anlatır. Paylaşacağımız önemli şey budur: O mana çakıştırmayı hiç bir beşer düşünemez, bulamaz, mümkün değil. O Allah’a aittir, O bilir. Siz bir makale yazıp taraftar toplayacaksınız, orada birbirine zıt görünen cümleler kullanır mısınız? Kimse size taraftar olmaz! “Bunu Rasûl dediğiniz uydurmuş” diyorlar ya, hâşâ. Eğer bir insan uyduruyorsa, hele de o taraftar toplayacaksa neden zıt görünen cümleler yazsın? Hep birbirini destekler görünümlü cümleler yazar, uzak doğu felsefeleri gibi. Onun için insanlar o felsefelere gidiyorlar ya! Niye? “Onları okuyunca aklım karışmıyor, sadeleşiyor” diyor. Cehenneme öyle sade akıl lazım. Farkında değil, zavallı. Kur’ân’a göre o bir zavallıdır.
Allah’a yöneldiğindeki halle, kula yöneldiğin
hali birleştireceksin, ama dikkat!

İslâmiyet’teki mânâ çakıştırmada zıtlar çakıştırılır. Detayını göreceğiz.
Biz şimdi “Âmentü Billâhi îmanı ve buna uygun amel”i bu manada bir iki cümleyle ele alalım. Âmentü Billâhi manasındaki îmanda doğrudan Allah’a yönelir ve dersin ki; “Allahım, kesinlikle şehadet ederim ki, Müstakilen VAR ve Muhtar olan ancak SENsin; Başka Müstakilen VAR ve Muhtar YOKTUR. Başka ‘Müstakilen VAR ve Muhtar’ iddiaları yalandır, iftiradır, bâtıldır, YOK hükmündedir. Ve yine kesinlikle şehadet ederim ki Hazreti Muhammed (SAV) Efendimiz SENin Kulun ve Rasûlündür.” Siz bunu dediğinizde sizde Allah’a karşı irade kaldı mı? Kalmadı. Bu açıkladığımız “Âmentü Billâhi îmanı” çerçevesinde baktığınızda siz muhtar değilsiniz ki. “Müstakilen var ve muhtar” olmadığımıza iman ettikten sonra “Amilus Sâlihâti” aşamasında yani salih amel yaparken insanlar birbirlerine karşı muhtardır. Fark ettiniz mi? İşte insan bunu sindirmekte zorlanıyor. Allah’a yöneliyor muhtar değil, insanlara dönüyor muhtar? Bun hazmedemediği zaman “Ama şöyle, ama böyle” demeye başlıyor. İşte bunu çözeceksiniz. Çünkü sapmalar buradan oluşmuştur.
İnsanlara dönüyor, muhtar olduğunu görüyor. Bir kısmı bunu beğenip dînini bunun üzerine bina ediyor. Bir kısmı Allah’a yöneldiğinde bakıyor ki kendisi muhtar değil, fıtratına göre kimilerine de bu hoş geliyor, onlar da dînini bunun üzerine bina ediyor. İkisi de yanlıştır, ikisi de sapmış fırkadır. Efendimiz (SAV)’in hadisinde ikisi de sapmış fırka olarak beyan edilir. Bu ikilemi çözmek isteyen talip öğrenecek ki: Allah’a yöneldiğinde muhtar değilsin, bir kula yöneldiğinde kula göre muhtarsın. İkisini cem edeceksin ama ikisini de kaybetmeden. Kula yönelip davranırken de Allah’a karşı muhtar olmadığını bileceksin. İslam’daki mânâ çakıştırmanın böyle bir özelliği vardır. Bu özellik yüzünden anlaşılması, uygulanması insanlara zor gelir. Ama kesinlikle değildir.
Öğrenip de bu bilgiye teslim olan mü’min kişi bu bilgi ile gelen idrak ve yaşantının normal dünya hayatından daha huzurlu, daha kolay, daha mübarek olduğunu bizzat yaşayarak görür…

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER