Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

ALGIMIZI NEFS-İ MUTMAİNEYE GÖRE AYARLARKEN, SİNEMA SALONU ÖRNEĞİ

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 27 Mart 2017 Pazartesi 12:46:33
 

– 58-
Hz. Yûsuf aleyhisselamın zindandaki bir rolünü ayetlerden tefekküre başlamıştık. Hz. Yusuf aleyhisselam böyle bir hali dünya tiyatrosunda zahiren yüklenerek risaletindeki nefs ilerlemesiyle ilgili ikramlar yaşamıştır; sonraki yedi yıllık zindan hayatı onun için farklı bir seyri sülûk olmuştur; o süreci normal insan seyri sulükû gibi düşünmeyin. Bu yüzden, müminler zindanı seyr-i sülûk için bir mektep görüp ona Mekteb-i Yûsufiye demişler, orayı bir zindan görmemişler. Peki, bizim buradan dersimiz ne? Bu söylediklerimizi aklımızda tutarak zahiri cümlelerle şimdi ona bakalım.
İslam ikilemleri kaldırmak içindir
Rasûl bir beklentisi için kula müracaat etmiştir. Bu cümlemizle, ayette anlatılan sıkıntılı rolü tarif ediyoruz, “Hz. Yûsuf aleyhisselam şöyle yaptı” demiyoruz. Bir rolü tarif ediyoruz: Rasûl bir beklentisi için kula müracaat etmiş, “Rabbinin katında beni an” demiş, bir rasûl olduğu halde Allah’tan istememiştir. Görüntüde! “Rabbinin katında beni an” diyerek kurtulmak için bir kula müracaat etmiştir. Bu âyet “Onun efendisinin katında anılmak istedi” veya “O mahkûmun efendisinden istedi” denilse de aynı mânâda buluşuluyor: Allah’tan değil mahkumun efendisinden, kuldan istedi. O zaman Allah’tan istemeyi ve kuldan istemeyi tanımlamak lazım ki işi fiiliyatta uygulayabilelim. Tanımlamadan “Yalnızca Allah’tan isteyin” deyip insanları öylece bırakırsanız hayatta bocalarlar, ikileme düşerler. İslam anlatıldığında ikileme düşen oluyorsa anlatanda veya anlayanda yanlış var demektir. İslam ikilemleri kaldırmak içindir. İkilem oluşuyorsa bir yerde bir yanlış vardır. Kim ikilemde ise onu çözmelidir, çözebilmelidir, çözebilmek için gayret etmelidir. İkilem İslam’dan uzaklaşmaktır, şeytan demektir. Şeytanın bir karşılığı, bir manası da ikilemdir. İblis ikileme düştüğü için şeytan vasfını yüklendi, ikilem böyle tehlikeli.
“Allah’tan istemek ve kuldan istemek nedir?” bunları tanımlayacağız ki ikilem kalksın, fiilimizi ortaya koyarken tereddütümüz olmasın. Müslümanın bir önemli görevi İslâm’ı ikilemsiz uygulamaktır. Bir de öyle uygulayacaksın ki örnek olacaksın. Sen ikilemde kalır da uygulayamazsan örnek olamazsın. En önemli tebliğ halle tebliğdir. Örnek olamamak halle tebliği yapamamaktır. Bir gün hutbede çocukların İslâm’a uygun yetişmeleri için öğütler paylaşılıyordu. Oysa en önemli öğüt şudur: Çocuklarını İslâm’a uygun yetiştirmek istiyorsan İslâm’ı yaşa. Öğüt, “Şöyle yap, böyle yap” demek değildir, yaşamaktır. Yaşa! En önemli tebliğ halledir. Peki, söylemeyecek miyiz? O ayrı iş. Önce yaşamalıyız. Yaşayanın sözü tesirlidir. İslâm’ı yaşayanın sözünün enerjisi farklıdır, onun nuru çok farklıdır.
Başkasının yanlışını tastiklemek çok tehlikeli
“İyyaKE nesta’iyn” ayeti kapsamında Yûsuf Sûresi 42. âyette vurgulananı yakalamaya çalışıyoruz. Bu ayeti meâllendirirken “rabbi” de deseniz “efendisi” de deseniz “Allah’tan değil de mahkûmun efendisinden istedi” manası çıkar. İşin aslı görülemiyorsa yan kişi yeterince hanîf değilse âyetteki manayı fark edemez, âyetin vermek istediği dersi yakalayamaz. Bu âyetin bize öğrettiği esas meseleyi daha önce de paylaştık, onu şimdi bir ayet örneğinde işliyoruz. Özellikle “Aşağıların Aşağısı”nın “Kurtuluş Yolu” kısmında önerilen maddelerden birisi budur. Bir kişi Kelime-i Tevhid’in doğru manasını anladı ve dedi ki; “Müstakilen VAR ve Muhtar” olan ancak Allah’tır. Başka Müstakilen VAR ve Muhtar YOKTUR, La ilahe! Ancak Allah Müstakilen VAR ve Muhtardır.” Bunu anladı ve uygulamaya çalışıyor. Lütfen dikkat buyurun, tahmin edemeyeceğiniz kadar önemli, önemini anlatmayı başarabileceğimi de sanmıyorum. Siz inandınız ve dediniz ki Müstakilen VAR ve Muhtar ancak Allah’tır. Kendiniz için de dediniz ki, Ya Rabbi benim Müstakilen VAR ve Muhtar iddiam YOK! Arzu ve isteklerinizi buna göre ayarlıyorsunuz, fiillerinizi buna göre ayarlamaya çalışıyorsunuz, buna göre düşünüyor, buna göre korkuyor, buna göre ibadetlerinizi yapıyorsunuz. Ama bir şey var ki en az bunlar kadar önemli, yaptıklarınızı da bozan bir şey: Birisinin “Müstakilen VAR ve Muhtar” iddiasını tasdik etmek! Bir başkasının “Müstakilen VARIM ve Muhtarım” iddiasını tasdik eden hallerden kurtulmak pek çok önemlidir.
Âyette bir rasûl üzerinden örnek verilmesinin bir başka sebebi rasûlün hata yapmayan kişi olmasıdır. Kesinlikle bilir ki, Müstakilen VAR ve Muhtar ancak Allah’tır. Hz. Yûsuf aleyhisselâm bunu biliyor ve böyle yaşıyor. Ama ne yaptı? Mahkûmun bir başkasına yönelik “müstakilen var ve muhtar” iddiasını tasdikledi, “Rabbinin katında beni an” diyerek onun yanlışını tasdikledi. Bize verilen mesaj anlaşıldı mı? Eğer Kelime-i Tevhid’in mânâsı bilinmezse, o zaman kişi “Âyetin meâlinde ‘rab’ yazmamla ‘efendi’ yazmam arasında ne fark var?” der. Doğru. Ama ayetin esas anlatmak istediği “Rabbini unuttuğu”dur. Nasıl unuttu? Başkasının rab iddiasını tasdikleyerek! Hz. Yûsuf aleyhisselâm Rabbini unuttu mu? Hâyır. Öyleyse niye unuttu muamelesi gördü? İşte âyetteki diğer önemli öğretim budur. Siz Rabbinizi sürekli anıyor olsanız bile, bir başkasının rab iddiasını beğenir tasdiklerseniz (ki insanların ilahlıklarını ilan ediyor olması da aynı şeydir) Allah diyor ki; bana verdikleriniz de oraya gider. Bu konuda hem ayet hem hadis var, Allah rızası bahsinde gördük. Allah rızası öyle bir şeydir ki içine başka bir şey karışırsa bozulur, ondan Allah’a bir şey ulaşmaz. Dolayısıyla, bu kadarcık bir tasdikte bile idrak hemen o tarafa akar, oradan sayılır, sayılar oranın skor tabelasına yazılır. Yûsuf aleyhisselam “Rabbinin katında beni an” dediği an oraya yazdığı için, sürekli Rabbiyle olan bir Rasûl için bile “Rabbini unuttu” deniyor. Dersimizi alalım. Bize Rasûlü üzerinden öğretiyor, Rasûl bu sıkıntıyı dünya tiyatrosunda yaşayarak bize gösteriyor.
Marifetleri anlatırken, Allah’ı unutmak… Yanlış!
Tekrar edeyim: “Müstakilen VAR ve Muhtar iddiasında değilim” deyip buna göre hayatını düzenleyen kişi, eğer başkasının Müstakilen VAR ve Muhtar iddiasını tasdiklerse küfre girmiş olur. Rasûl bu işi görevi gereği yaptığı için, bunu öğretme sadedinde sahnede yaptığı için küfre girmez. O bize hayatıyla anlatıyor, Rasûlün hayatı bir derstir. Ama insan onu yaparsa küfre girer. Hayattan bir örnek vereyim, siz onu yaşantınıza yayın. Arkadaşınız dedi ki, bir sanat galerisi açılmış, gel bir bakalım. Kıramayıp girdiniz. Tablolar, resimler… Birisinin başında da ressamı duruyor. O ressam o resmi “Müstakilen varım ve muhtarım” iddiasıyla yapmıştır. Bir eser çıkarıyor ama bu iddia ile. Siz tam oraya geldiniz, resim şahane, çok beğendiniz. “Ne kadar güzel yapmışsınız” dediniz, onu övdünüz, tebrik ettiniz, bütün beğenilerinizi kişiye yaptınız. Dikkat edin, resmi beğenebilirsiniz. Mesele bir insanın yaptığı şeyi beğenmek beğenmemek değil, “Bakmayacağım, beğenmeyeceğim” tavrı değil. Siz eğer her şeyin sahibinin Allah olduğunu iyi bilirseniz, o resim kimindir, kim yapmıştır, ona bu idrakla bakarsınız. Ama siz her şeyi götürüp o kişiye bağladınız. Kişi oraya o iddiayla geldi, o iddia ile duruyor ve siz de onu tasdik ediyorsunuz. Bu, “Rabbinin katında beni an” demekle aynı şeydir. Bir ünlüyü seyrediyorsun, yaptıklarına, esprilerine onuna bununa hayran oluyorsun, takdir ediyorsun. Sen onun neyini takdir ediyorsun? Egosunu! O zaman “Rabbinin katında beni an” demekle aynı şey. O iddiayla yaşayan iş arkadaşınızın bir başarısını takdir ediyorsanız da aynı şey! “Müstakilen varım ve muhtarım” iddiasını tasdikliyorsunuz. Peki, hiç bir şeyi, hiç bir kimseyi takdir etmeyecek miyiz, hiç aferin demeyecek miyiz, hep görmezden mi geleceğiz? Birisi güzel bir şey yapmışsa elbette takdir edeceğiz. Bu başka bir şey. Onun iddiasını tasdiklemeyeceksin, onun iddiasına destek vermeyeceksin. Onun o iddiasına destek vermek Allah’a karşı gelmektir. Çünkü o “Müstakilen varım ve muhtarım” iddiasıyla yaşıyor. Bu ev hanımları arasında yemekle de ilgili olabilir. Birisi ona “Sen mercimekli köfteyi çok güzel yapıyorsun” dedi mi anlatışı değişir. Öyle bir anlatır ki… O anlatımda Allah hiç yoktur. O adrenalinle Allah’ı unuttu gitti. Aynı âyetteki gibi, Rabbini unuttu! Kendi marifetini anlatırken Allah’ı unutur. Dikkat edin, bu durumda bütün yaptıklarınız hemen oraya kayar.
Devamlı zikrullahın şartlarındandır ki; kendiniz dâhil kimsenin o iddiasını tasdik etmeyeceksiniz. Elinizde tesbih, sürekli bir esma söylüyorsunuz ama kendinizin veya birisinin “Müstakilen VAR ve Muhtar” iddiasını tasdik ediyorsunuz. Allah muhafaza etsin, o tesbihin taneleri ateş olur da cehennemde çekersin. Küfür bu kadar tehlikelidir, karşılığı da bu kadar korkunçtur. Kunut dualarında her gece okuyoruz, “Mutlaka küfrün karşılığında azab gelecektir” diyoruz. Böyle!
Nefs-i mutmaine”ye ulaşırken,
Cami ve sinema örneği
Âyetteki esas meseleyi inşâAllah yakaladıysak bir soru soralım: Bu anlatılanlardan çekindik, korktuk ve “Ya Rabbi İyyâKE na’budu VE iyyaKE nesta’iyn” dedik. Yaşantımızda bir kuldan bir şey istemeyecek miyiz? Bir veliyullah tanıyorsak ona bir derdimizi söyleyip bir şey istemeyecek miyiz? Bir mübarek kişinin yattığı yere gidip orada bir dua etmeyecek miyim? Bu çok önemli! Bir iki örnekle bu manayı çözelim. Çözelim ki uygularken doğru uygulayalım ve örnek olmaya çalışalım. Kime? Dileyene. Kur’ân “Dileyene” diyor, zorla örnek olamayız. Dileyene, tâlibe, tâlib olana.
Şimdi size iki hâl tarif edeceğim, birbirlerine destek olsunlar diye. Fakat bana hayal gücünüz yardımcı olabilir, çünkü hep mesele algı. Öyle olduğu için o manzarayı zihninizde resme, algıya çevirirseniz inşâAllah başarılı olabiliriz. Lütfen zihninizi, hayalinizi zorlayın ve bir sinema salonu düşünün. Henüz film başlamamış, salon tıka basa dolu. Film henüz başlamadığı için, salondakilerden kaynaklanan bir ses, bir gürültü, bir uğultu var, herkes birileriyle kısık sesle de olsa konuşuyor, herkes birbiriyle meşgul. Çünkü daha film başlamadı. O güne kadar görmediği bir arkadaşıyla karşılaştıysa ortak tanıdıklarını soruyor, uzaktan birisini gördüyse yanındakine “Şu benim hocam, şu ünlü birisi” diyor, bir meşguliyet var, herkes birisiyle meşgul. Bir hâl bu. Şimdi diğer hale geçelim: Film başladı, kişiler yerlerine oturdu, uğultu kesildi, herkes filmle meşgul. Artık salonun doluluğu önemli değil: Film ve siz. Az önce ne kadar kalabalıktı, şimdi gözünüz kalabalığı görmüyor. İkinci hâl de bu; film ve siz. Salondakilerden bazıları kendilerinin varlığını belli edecek davranışlarda bulunurlarsa rahatsız olursunuz, önünüzde sizden uzun biri olsa rahatsız olursunuz, birisi film dışı konuşuyor olsa rahatsız olursunuz. O ana kadar fark etmemişsinizdir, arkanızdan bir pastırma kokusu gelir rahatsız olursunuz, sizin filmle ilişkinizi engeller. Bu hâli de yakalıyor muyuz? Salondayız, filmle meşgulüz. Bu iki hâli yan yana getirip zihnimizde yukarıda tutalım, altına başka resimler koyacağız.
Câmiye girdik: Camide film başlamadan önceki hal gibi miyiz, film başlamış hal gibi mi? Hele bayanlar tarafından öyle uğultu gelir ki sanki câmide film yok, film başlamamış bir toplantıda gibiler. Oysa kişi önemli birinin yanına gideceğinde duşunu alır, ayakkabısını boyar, kravatını düzeltir, kapıda telefonu kapatır. Câmide İmam Efendi döner “Telefonlarınızı kapatın” der ama telefonlar çalmaya devam eder. Artık sıkıldılar da söylemiyorlar. Sözleri dinlenmeyince ne yapsınlar! İmam’ın sözü dinlenmiyor, en iyisi söylemesin. Salâtta telefon çalmaya devam ediyor. Niye? Çünkü seyrettiği bir film yok! Telefonu niye kapatsın? Salâttan haberi yok! Bu ne zaman değişir? Algınızı onarırsanız! O zaman iş değişir. Biz cami örneğini verdik ama sadece camide değil, evde de böyle. Anlayalım diye önce camiyi örnek verdik, çünkü müslüman için câmi önemli bir alan. Kendinizi sık sık yoklayın, doğruyu yakalayacaksınız inşâAllah. Eğer câmide sinemadaki film öncesi hal gibi duruyorsanız, orada bir film görmüyorsanız, gidip saatlerce oturup film seyretmeden çıkmış gibi olursunuz. Bilet için kuyrukta da beklediniz, para da ödediniz ama neye yaradı? Sinemada ters oturdunuz. Salât ikame ederken o filmi görüyorsanız başkadır, film başlamamış salonda duruyor gibiyseniz başkadır. Dua ederken de… Ki bu daha başlangıç! Sonra orada rol alan olmanız lazım, yalnız seyreden değil. Bütün bunlar için algımızı onarmak gerekiyor. Ki huzurda olduğumuzu görebilelim, sonra o olayda rol alabilelim. Aslında sen zaten bir roldesin, farkında olmadığın için rolün yok sanıyorsun. Onu fark edebilmek de algıyla ilişkilidir. Bu testi yaşantımız için de yapmalıyız. Yaşarken Allah’ın filminde misiniz, yoksa salonda film başlamamış haldeki gibi misiniz? Gürültücü, birbiriyle meşgul halde mi, yoksa filmle mi? Hangi hayaldeyiz? Bu testi câmide, mescidde yapan şunu da bilir; yeryüzü bize mescid kılınmış, bütün yeryüzü câmi. O zaman ev, iş, okul, ne fark eder. Ama alışmak için bir yerde antrenman yapmak lazım, önemi yüzünden câmideki halimizi test için o örneği verdik. Hayat da böyle. Bunu önemserseniz, yani sizin için hayat 7/24 böyle olursa, o zaman ne olur biliyor musunuz? Nefs-i Mutmaine! Nefs-i Mutmaine’nin halini söylüyor oluruz. Bu kadar da kolaymış.
Bu anlattığımız onun başlangıcı, fiillerin tecellisi kısmının başlangıcını tarif ediyoruz. Ama bu algı olmazsa olmaz.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER