Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 92

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 6 Ekim 2018 Cumartesi 12:11:10
 

MAALESEF CEHENNEME YETERİNCE İNANMIYORUZ
Dünkü yazımız Tekâsür Sûresi 5 ve 6. ayetleri ile tamamlanmıştı. Bu âyetler müslüman için çok dikkat etmesi gereken bir uyarıdır. İnanmayanlar okumayacağına göre bu bize: “Eğer ilmel yakîn inceleyecek olursanız cehennemi görürsünüz.” Bu âyeti okuyunca kendimize şu soruyu sormalıyız, sonra da kendimizi kandırmadan dürüst bir şekilde cevap vermeliyiz: Ben cehenneme yeterince inanıyor muyum? Ona yeterince inanıyor muyuz? Maalesef cehenneme yeterince inanmıyoruz. Cehenneme yeterince inanan insanın hali çok başka olur. Cehennemden anlatılan korkunç hallerin küçücüğünü dünyada görünce çıldırmış gibi kaçıyoruz ama cehennemle ilgili bir kaçışımız, bir telaşımız yok! Demek ki yeterince inanmıyoruz. Oysa Kur’ân’da şöyle bir kural var: Ahirete îman sonra şekillenecek birşey değildir, işin başlangıcıdır. Bunu geniş bir şekilde paylaştık. Efendimiz (SAV) tebliğini yaparken Rabbimiz ona buyuruyor: Sen ancak âhirete îman edenlere işittirebilirsin, bu tebliği âhirete îman edenlere yapabilirsin, senin peşinden âhirete îman edenler gelir. Demek ki âhirete îman başlarken şart. Çünkü sonra âhirete îman yetmez, ikan gerekir. Çünkü Kur’ân’dan öğreniyoruz: “Onlar (müttakiler) âhirete ikan halindedirler.” Bu ne demek? Onlar ahirete gözle görür gibi inanırlar. “Duyduk ta, varmış ta” değil, gözle görür gibi inanırlar. Tekâsür 5 ve 6 diyor ki; eğer işi görebilseniz yani ilmel yakîn inceleseniz, ilmel yakîn inceleyenlerden bakıp inceleseniz cehennemi böyle görürdünüz.
“YAKÎN” VE “YAKIN” AYNI ŞEYLER DEĞİLDİR
Tekâsür 7: “Yemin olsun ki, (zamanı gelince) onu aynel yakîn göreceksiniz.”
Tekâsür 8: “Yemin olsun, her nimetten (her imkândan) sorgulanacaksınız.”
En önemli sorgu şudur: “Muhtariyeti Tercih Gücü’nü nasıl kullandınız?” ve bu mânâdaki sorular. O gün bu soruyu atlayana başka soru olmaz. Sayfalarca soru olsa hep bu mânâ altındadır, bunun detayıdır: Muhtariyeti Tercih Gücü’nü nasıl kullandınız?
İnsan bir şeyi ilmel yakîn olarak nasıl bilir, birkaç cümleyle görmeye çalışalım. Sonra bu bilgilerinizi başka kaynaklarla genişletmeye gayret edin inşâAllah. Ayet buyurdu; “Birbirine Göre Var olan hali yani tekasürü yaşarken ilmel yakîn bilseydiniz…” Şunu hatırlatalım: “Yakîn” ve “yakın” aynı şeyler değildir, bu ikisi karıştırılabiliyor. Yakın kariyb kelimesinin karşılığıdır. Kariyb yakın olmak anlamına gelen bir esmadır da. Ama “yakîn” ilimle ilgilidir, kesin bilmek demektir, bir konuda şeksiz şüphesiz bilgi ortaya koymaktır ki ona İlmel Yakîn denir. Biz ilmel yakîn, aynel yakîn, hakkal yakîn tabirlerini tasavvufi açıklamalarda duyduğumuz için hep tasavvufla ilişkili sanarız. Oysa onlar normal hayatta da kullanılan tabirlerdir, her konu için kullanılabilir. Bir konu için “onun ilmel yakîn hali şöyle, aynel yakîn hali şöyle, hakkal yakîn hali şöyle” denir. Yakîn kelimesini biraz yakalayabilmek ve başka yerlere de uygulayabilmek için klasik kitaplarda çok geçen ölüm örneğini paylaşalım: Bir insanın öleceğini hiç şüphesiz bilmesi, öleceğini kesin bilmesi onun ölüm konusunda ilmel yakînidir. Çünkü ölenleri görüyor, kendisinin de o sona gittiğini görüyor, bu öleceğini ilmel yakîn biliyor olması demektir. O an geldi ve Azrail ile karşılaştı ama henüz ölmedi. İşte o an aynel yakîn halidir, ölümle karşı karşıya geldi, görebileceği bir şeyiyle onu görüyor. Ha bu gözü, ha bu gözün yerine geçen şey, neyse, ama görüyor. Onunla karşı karşıya, yüz yüze! İşte aynel yakîn. Ve öldü. Bu da ölüm için hakkal yakîndir, ölümün hakkal yakîni ölmektir. Öldü, artık hakkal yakîn. Buradan benzeterek siz ilmel yakîn, aynel yakîn, hakkal yakîn tanımlarını tasavvufla, Hakk yolla ilgili tarif edersiniz.
İLLA İLİM, İLLA İLİM. BİR ŞEYİ İLMEL
YAKÎN ANLAYABİLMEK İÇİN MÜSLÜMANIN
 ÇOK GAYRET ETMESİ LAZIM
Müslümanlar özellikle ve öncelikle ilmel yakîn hali çok önemsemelidir. Çünkü ilmel yakîn için çalışmak, bir şeyi ilmel yakîn bilmek Kur’ân’ın bize öğüdüdür. Sünnetullah’ı incelemek, anlamak, ondan yararlanmak, oradan bir sonuca ulaşmak ilmel yakîn çalışmalarla olur. Bu ilmel yakînin zeminini Rabbimiz bize hazırlamıştır. Mesela Semâvat ve Arz’ın yaratılışı Kur’ân’da anlatılır. Bunu hadislerde de görürüz. Semâvat ve Arz’ın yaratılışında Rabbimiz “Kün/ol” emrini vermiştir ama “fe yekün” için yani olması için süre vermiştir. Yani “kün” emriyle Semâvat ve Arz hemen son haline gelmemiştir. Onu bilimsel çalışmalarda da izleyebiliriz. Big Bang ile başlayan halden günümüze kadarki süreci bilimsel çalışmalar kozmik yıl olarak takvim haline getirmiştir. Oralardaki gelişimleri, değişimleri gösteren bir güzel kozmik yıl tablosu yapmışlardır. Nerede ne oluyor, insan nerede devreye giriyor, hepsi gösterilmiş. Bir süreç var ve süreç çok önemli bir şey. Bu süreç olmasaydı biz ilim ve araştırma yapamazdık, ilimle Allah’ı bulabilmek de mümkün olmazdı. Öyle müthiş birşey ki biz ilim yapabilelim diye zemin hazır. Merhametin, şefkatin sonsuz sınırsız halini her yerde görebilmek mümkün! Semâvat ve arz bir süreçle meydana geldiği için biz oradan araştırma fikrini öğreniyoruz. O süreç olmasa araştıramayız. A’râf Sûresi 116, 117 ve 118. âyetler bu açıdan dikkat çeken bir konudur. Hz. Mûsa aleyhisselâm tebliğ yapması, firavuna gitmesi ve Hakk’ı anlatması emrini Rabbinden aldığında, firavun bu işi sihir zannettiği için Hz. Mûsa aleyhisselâm efendimizle randevulaşır, ülkedeki önemli sihirbazları da çağırır. Hepsi firavunun huzuruna gelirler, Mûsa aleyhisselâm efendimiz gelince sorarlar; önce kim başlayacak? Hz. Mûsa aleyhisselâm efendimiz “siz başlayın” der. Onlar başlarlar, ellerinde ne varsa atarlar, sihir yaparlar. Şu açıklamayı yapıp devam edelim. Rasûlullah Efendimiz (SAV)’den önceki dönemlerde kâhinler, sihirbazlar çok yetenekliydi, onların bir şeyler yapabilmelerinin önleri açıktı. Efendimiz (SAV)’den sonra onların bu sermayeleri alındı, onlara bilgi akış yolları kesildi, yasaklandı, o yollara girenler ateşle kovalandı. Hâlâ öyle. Müslümanlar için, iman nuru taşıyanlar için, Muhammedî olanlar için kolaylık olsun diye. O zaman bu işler kuvvetli olduğu için çare diye başvurulan yöntemler de o işlere yönelik oluyordu. Evet, firavun sihirbazlarını getirdi. Büyük bir korku salarak bazı şeyler oluşturdular. Hz. Mûsa (AS) efendimizin sihir yapmak gibi bir düşüncesi yok, o Rabbinin ne diyeceğini bekliyor. “Asanı at ya Mûsa” diyor. Hz. Mûsa aleyhisselâm efendimiz âsâsını atınca Kur’ân’ın bildirdiğine göre âsâ ejderha haline gelip sihir ürünlerini toplayıp yutuyor. Olayın peşine, o sihirleri yapanlar, “Mûsa’nın Rab’bine inandık” deyip teslim oluyorlar. Firavun “benden izin aldınız mı?” diye kızıyor ve onlara “sizi cezalandıracağım” diyor. Olayın devamı ayetlerde anlatılır. Anlatmak istediğimiz şu: Allah asaya “kün” diyor, anında bir yaratış meydana geliyor, anında. Biz Semâvat ve Arz’ın bir süreçle yaratılışına alıştığımız için bunlar insana tuhaf geliyor. Bu yüzden, tefsirlerde bile zor yazıyorlar, zor anlatıyorlar, adeta “nasıl kıvırsak” arayışındalar. YaHu, Allah’tan şüpheniz mi var? “Ol” dedi mi olur. Ejderha dediyse ejderha olur… “Şunları maymuna çevirdik” dediyse onlar maymuna çevrilmiştir. Mâide Sûresi 60. âyette “onları maymun ve domuz yaptık” diyor, diyorsa onlar maymun ve domuz olmuşlardır. Bizim inandığımız Allah için bu böyledir. Birileri bundan şüphedeyse o başka! Ama bizim tanımaya çalıştığımız Allah “Ol” dedi mi olur. Bu örneklerle aslında şunu demek istiyoruz: Allah asa olayındakini bir anda yaratmıştır. Semâvat ve Arz’ı da böyle bir anda yaratmış olsaydı biz ilim ve araştırma yapamazdık. Semâvat ve Arz son haline bir anda gelseydi, biz kendimizi bir anda orada bulsaydık neyi nasıl araştıracaktık? Eğer bir yumurta tavuktan bir süreçle çıkmasa, yumurtanın içerisindeki olaylar olmasa, oradan civciv çıkmasa araştıramayız ki. Soruyorum, asanın canavar haline gelişini nasıl araştırabiliriz, nasıl araştırma yapılabilir? Bizim bilim yolumuz tıkandı orada. Sihirle iş yapmaya çalışmak zaten yasak, Yunus Suresi 77, “sihirbazların sonu hayr olmaz” dedi, işi bitirdi. Ne yapacaksınız? İlla ilim, illa ilim. Bu yüzden, bir şeyi ilmel yakîn anlayabilmek için müslümanın çok gayret etmesi lazım. Lukman Sûresi 20. âyet diyor ki: onları size boyun eğmiş yaptık, emrinizdeler. Dolayısıyla, bu işleri ilmel yakîn incelememiz veya ilmel yakîn inceleyenlerden yararlanarak araştırmamız gerekir. Ancak Kur’ân’ın uyarısını unutmadan: El-Hüsnâ’yı tasdik ederek! Birisi bir şeyi el-Hüsnâ’yı tasdik etmeden bulmuş olabilir, sizin onu alıp el-Hüsna’yı tasdik ederek öğrenmeniz ve uygulamanız lazım. Nereden ne bilgi alırsak alalım, o bizi mutlaka “Lâ ilahe illallah” Kelime-i Tevhidi’ne götürmelidir, mutlaka. O hakikatten yan çizenden siz de yan çizmelisiniz, hemen.
GÖRÜNTÜLERLE PERDELENİP OYALANACAĞINIZA KONUYU İLMEL YAKÎN DERECESİNDE İNCELEYİN
Tekâsür Sûresi’nde bize denildi ki: Birbirlerine Göre Var oluşlarla (görüntülerle) perdelenip oyalanacağınıza konuyu ilmel yakîn derecesinde inceleyin. Böyle incelerseniz Birbirlerine Göre Var görünenlerin müstakilen var ve muhtar olmadığını anlarsınız. Bunu fark ettiğinizde, bunu fark edemeyenlerin azabını gözünüzle görür gibi görürsünüz. İşte o zaman cehennemi ilmel yakîn görmüş olursunuz.
Birbirlerine Göre Var olanların renkler ve zaman ile ilişkisine, detayı konumuz için çok gerekli olmadığından, bir iki cümleyle değinelim. Birbirlerine Göre Var olan yapılar birbirlerinden renklerle ayrılırlar, renkler yüzünden varlıkları birbirlerinden ayırabiliyoruz. Nahl 13: “Ve yine sizin için Arz’da muhtelif renklerde yarattığı şeyleri de size mûsahhar kılmıştır. Muhakkak ki bunda tezekkür eden kavim için elbette bir âyet (delil) vardır.”
Ve bir de onların hareketleri bize zaman kavramını oluşturuyor, hareketlerindeki periyotlar, tekrarlar bize zamanı gösteriyor. Oradan biz zaman kavramını alarak ölçüler geliştiriyoruz. Mesela güneş ve ay bize birer hesap ölçüsü kılınmıştır.
En’âm Sûresi 96: “Güneş ve ayı birer hesap ölçüsü kılmıştır.”
İsra 12: “Biz geceyi ve gündüzü birer âyet (delil) olarak yarattık. Nitekim Rabbinizin nimetlerini araştırmanız ayrıca yılların sayı ve hesabını bilmeniz için gecenin karanlığını silip aydınlatan gündüzün aydınlığını getirdik. İşte biz her şeyi açık açık anlattık.”

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER