Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

FATİHA, RAHMAN VE RUBUBİYET – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 15 Kasım 2017 Çarşamba 13:45:11
 

– 27 –
Aslında tek şey isteyeceğiz: “Merhamet ediver, bağışlayıver ya Rabbi. Ya Rabbi merhamet, merhametinden başka yol yok.” Salâttaki duruş da budur; Merhamet Ya Rabbi… Ayetlerde “ancak Allah’tan korkun” diye önerilen o korku da budur: Merhamet ya Rabbi, bağışla ya Rabbi…
RASULLERİN HEPSİ “MERHAMET EDİVER, BAĞIŞLAYIVER YA RABBİ” DİYORLAR
Bu hali yakalayan, merhametin ve bağışlanmanın ne olduğunu hayret ederek görür, feleği şaşar da görür, yeter ki siz “B” yapıyla ve o korkuyla; “iyyaKE na’budu VE iyyaKE nestaiyn, merhamet ya Rabbi, bağışla ya Rabbi, ihdinas sıratal müstakiym…” deyip isteyin. Bu cümlelerde bir yorum, bir beşeri arzu, Allah’a bir tarif yok. Talib tarif de etmez itiraz da. Onun duası budur: Bağışla ya Rabbi, merhamet et ya Rabbi… Merhamet öyle önemlidir ki, iş yalnız odur: Merhamet ya Rabbi. Bu kadar.
“Dua yalnızca budur” denilince şu sorulabiliyor; böyle tövbe ve dua etmeyenler yanlış mı yapıyor? Tövbeye alt seviyeden bakıldığında, “yapmayacağım Allahım, bağışla beni” deyip dua etseniz de makbuldür. “Kulum yine bana yöneldi” diyen, böyle tövbe ve dua edenler için teselli ve umut veren güzel bakış açıları var. Öyle bile olsa tövbeye başlamak gerekiyor. Ama bu konulara bu bilinçle talib olanın Allah’a yönelip de “bir daha yapmayacağım” demesi doğru olmaz. Çünkü “Yapmayacağım” diyen “ben de müstakilen varım” iddiasındaki sanal zannınız olan “A” yapıdır. Hakk yapıda olan, yani hakikatte yaratılan yapıyla yaşamaya talip olan “Bağışla Allahım, bir daha yapmayacağım” diyemez. Hazreti Âdem öyle bir şey demiyor. Diğer rasul ve nebilerin dualarında da öyle bir ifade yok. Efendimizin öğrettiklerinde de… Hep şu var: “Merhamet ediver, bağışlayıver ya Rabbi, bana razı olduğun yolda sabit kılınacağım işleri yaptırıver. Bir rol ver ki senin yoluna talib olayım, o yolda sabit olayım, cehenneminden kurtaracak bir rol ver. O rol nasıldır, ben onu bilmem. O rolü Sen bilirsin. Sen kuluna, bana ‘ihdinas sıratal müstakiym’ de buyurdun. Ben de öyle diyorum, öyle diyerek istiyorum ya rabbi. Bunu bize sen öğrettin ya Rabbi.
Bu yüzden, salâtta Fatiha okurken heyecanlanmak ve orayı çok önemsemek lâzım…
İŞİMİZ FATİHA! DAHA
ÖNEMLİ BİR İŞİMİZ YOK!

Fatiha’dan yararlanabilmek için bir tavsiye paylaşmıştık: Gün içerisinde yanlış bir şey oldu. Öyle yapmasanız, öyle düşünmeseniz iyi olurdu ama oldu, hemen “iyyaKEe na’budu VE iyyaKE nestaıyn, ihdinas sıratal müstakiym, sırat elleziyne en’amte aleyhim, ğayril mağdubi aleyhim ve laddaalliyn” duasına sarılın. Günlük yaşantı içerisinde yapılabildiğince bu duanın yapılması çok önemlidir ama bu anlattığım hale girerek. Bu tüm tövbeleri, tüm duaları içerir, üstelik de Allah’ın öğrettiği şekilde: “İyyaKE na’budu VE iyyaKE nestaıyn”den sonrasını dua haline getirmek öyle bir antrenmandır ki; bunu çok yapmakla salâta geldiğinizde nereye geldiğinizi biliyor olursunuz; “İyyaKE na’budu VE iyyaKE nestaiyn”e geldiniz. Zaten gün içerisinde hep onunla meşgulsünüz. Bankamatik kartı gibi, kullana kullana öğrendiniz; takıp şifreyi giriyor, paranı alıyorsun. Salâtta “iyyaKE na’budu VE iyyaKE nestaiyn” derken de bir matiktesiniz. Taktınız, “iyyaKE na’budu VE iyyaKE nestaiyn”le parmak izinizi verdiniz, yani duruşunuzu gösterdiniz. Menüden “ihdinas sıratal müstakiym”i tıklayıp sonra da devamını istediniz. Ekranda hemen şu görünür: Bağışlanmanızı çekiniz! O an bir nevi alma yeridir, toplama anıdır. Allah’u a’lem, bir insanın bundan daha önemli ve bundan daha öncelikli bir işi yoktur. Sana bunu tehir ettirecek hiçbir işin yok. Aslında işimiz bu! Daha önemli bir işin yok!
ALLAH’IN RAHMETİNİN,
MERHAMETİNİN İŞLEYİŞ TARZI FARKLIDIR

Merhametten bahsedince, cehennemin rahmet oluşu ile ilgili ayet, hadis bilgileri nedeniyle, bunu nasıl anlamalıyız diye sorular akla gelebiliyor. Bir kere bilmeliyiz ki, rahmet olmayan bir şey yok. Biz bunları anlatırken insan gözüyle, kesret haliyle anlatıyoruz, eğer tevhid haliyle cümle kuracak ve yorumlayacak olsak, o zaman “A” yapıyı başka, cehennemi başka yorumlarız, hepsi farklı olur. Biz manzarayı anlamaya çalıştığımız için hep görüntü üzerinden konuşuyoruz. Gerek bu dünyaya, gerekse gerçek cehenneme ve fonksiyonuna ���B” idrakıyla yaklaştığınızda, onların hepsinin birer rahmet olduğu görülür. Bir kere, senin için bu dünyada veya orada o halleri yaşamanın sonu cennet olduğu için onu rahmet olarak görürsün.
RAHMET bir de şöyledir: Sen bütün yaratılanlara “Arş’ı istiva eden Rahman Allah” bakışıyla baktığında, Rahman isminden kaynaklanmayan ve Rahîm’den çıkmayan hiç bir şey yoktur. İşte Rahman’dan kaynaklanmayan, Rahîm’den çıkmayan hiç bir şeyin olmaması da bir rahmettir. Böyle bakınca Rahmet daha bir farklı anlaşılır, elhamdülillah. Ama biz, “Allah merhamet sahibidir” derken Allah’ın rahmetine, merhametine çok duygusal yaklaşıyoruz, birbirimize duyduğumuz merhamet gibi bir merhamet bekliyoruz, rahmeti öyle sanıyoruz. Oysa Allah’ın rahmetinin, merhametinin işleyiş tarzı farklıdır. O sünnetullah içerisindeki prosedürlerin ismidir. Bir duygusal davranıştan ziyade bir prosedürün ismidir merhamet.
ARŞ ALLAH’IN RAHMANİYET’İ İLE
RUBUBİYET’İ ARASINDAKİ SOYUT SINIRDIR

İnsan merhameti tefekkür ettiğinde, “Rahman arşa istiva etti” ayetini nasıl anlamak gerektiğini merak edebilir, onu nasıl anlasam acaba diye düşünülebilir. Bir kere o ayetteki “Arş”ı Vahhabi’ler veya diğer bazıları gibi yorumlamak çok doğru olmaz. O mantıkla bakınca bir an doğru gibi gelse de yerine monte edince doğru olmuyor. Şöyle ki: Arş’ı gökyüzü ve gökyüzünün üstünde bir yer, Rahman da orayı istiva etmiş, kaplamış gibi düşünmek çok küçük bir Allah’a inanıyor olmak demektir. Yalnızca Samanyolu Galaksisi’ne baktığın zaman bile senin gökyüzü dediğinin önemi kalmaz. Samanyolu Galaksisi’nin gökyüzünün üstünü Allah kaplamışsa küçücük bir şeye inanıyor olursun, fiziksel bakınca bile böyle. Tüm uzayı düşünün, bu çok daha manasız hale gelir. Arş öyle bir şey değil. Öyle olmadığını görmek ve iyi kavramak lâzım! ARŞ Allah’ın Rahmaniyet’i ile Rububiyet’i arasındaki soyut sınırdır, yani Rahman ismi ile Rab ismi arasındaki soyut sınırın ismidir. Ve her şeyin Arş’ı vardır; her yapının kendine ait “Arş” dediğimiz bir kısmı vardır. Senin düşünce sisteminin de bir Arşı var, aynı şey sende de var. Sende de Arş’ın üstünü aynı şey kaplamıştır. Deme ki arş, Allah’ın Rahmaniyeti ile Rububiyeti arasındaki soyut sınırın, Rahmaniyet mertebesi ile Rububiyet mertebesi arasındaki soyut sınırın adı. Biz Rahmaniyet mertebesine RAHMAN, Rububiyet mertebesine RAB diye sesleniriz. Bu iki mertebe arasındaki soyut sınır olan Arş aslında bir kavramdır.
Mana âlemindeki düşünceler Rahmaniyet mertebesi ve Arş’tan sonra Rububiyet mertebesine gelirler. Rububiyet mertebesinden sonra FİİL ÂLEMİ var, bizzat vücut bulmuş yapılar var. Yaratılışın bu aşamaya geliş süreci şöyledir: Bir yapı henüz vücut bulmamışken Rububiyet ve Rahmaniyet mertebesinin üstünde onun birçok alternatifi vardır. Rahmaniyet, Arş ve Rububiyet süreçleri sonunda o alternatiflerden biri vücut buluyor, o yaratılmış oluyor. Bu nedenle bazı evliyaullah der ki: Eğer duanız, talebiniz, o olayın alternatifler arasındaki dönemine rastlamışsa tesiri farklı olur, o olayın vücut bulmuş haline, fiil alemi haline rastlamışsa tesir farklı olur. Duanız manalar arasındaki henüz vücut bulmamış hale, alternatifler arasındaki hale ulaşmışsa sonuç farklı, vücut bulmuş haline ulaşmışsa farklıdır… Bunu bir örnekle açıklamaya çalışalım. Size bir kâğıt verip; “On çeşit otomobil düşünün” dedik, siz de zihninizde on çeşit araba düşündünüz diyelim. “Bunlardan birisini çizin ama çizeceğiniz araç cazip, sevgiyi hatırlatan, hoş gözüken bir araç olsun” diye bir tanım getirsek ne yaparsınız? Zihninizdeki o on araçtan bir tanesini bu tanıma uygun çizersiniz değil mi? İşte senin zihnindekiler de bir nevi mana alemi. Onlardan birini tarifimize göre bir süzgeçten geçirip çizdin. Biz sevgiyi hatırlatan güzel bir mana koyduk diye sen de Rahman süzgecinden geçirip çizdin, ona öyle şekil verdin. RUBUBİYET MERTEBESİ, senin düşüncene şekil verdiğin yer gibidir. Çünkü şekil veren Rab’tır. Rububiyet Mertebesi şekillendirir, montaj yapar; montaj fabrikası gibidir, ne lâzımsa onları monte eder. Manalardan hangisi vücut bulacaksa, hangisinin vücud bulması dilenmişse, Rab onun montajını yapar. Neye göre? Rab şemsiyesi altındaki Esma’ül Hüsna imkânlarına göre montajını yapar. Sonra da onun nasıl çalışacağını, prospektüsünü ona programlar, öğretir. Ondan nasıl bir kulluk istenmişse, onun prospektüsünü ona yükler; nasıl davranacağını, ne yapacağını ona öğretir, programlar. Öğrettiği için Rab denir. Mürebbiye öğreten kişidir, Rab da öğretmendir, yaptırandır, tarif edendir. “Ya Rabbi; ey Rabbim” dediğinizde bu manalar, hepsi onda mevcuttur.
“Her şeyin Arş’ı vardır; her yapının kendine ait Arş dediğimiz bir kısmı vardır” ifadesi anlaşıldı mı inşaAllah? Senin düşünce sisteminin de bir Arşı var, aynı şey sende de var. Sende de Arş’ın üstünü bir şey kaplamış. Allah’ın Rahmaniyeti ile Rububiyeti arasındaki soyut sınır, Rahmaniyet mertebesi ile Rububiyet mertebesi arasındaki soyut sınırın adı arş olduğu için O’nun arşını kaplayan Rahmaniyet mertebesine RAHMAN diyoruz. O soyut sınırın devamındaki Rububiyet mertebesine de RAB diyoruz. Yaratılanlar Rububiyet mertebesinde yaratıldıkları için, Rububiyetten sonra artık kesret âlemi, yani fiiller âlemi var, bizzat vücut bulmuş yapılar var. Bu yaratılanlar henüz vücut bulmamışken mana âleminde birçok alternatifi vardı. Rahmaniyet, Arş ve Rububiyet süreçleri sonunda o alternatiflerden birisi vücut buluyor…

HİSSETMEK VE MUHTARİYET-27-

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER