Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

HUZURU YAKALAYIP, HUŞÛYU ÖĞRENMEK – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 4 Nisan 2017 Salı 13:12:05
 

– 65-
Bakara 45; “Sabır ve salât ile yardım isteyin. Muhakkak ki bu, huşû’ edenlerden başkasına ağır gelir” buyurmuştu. Anladık ki Allah’la ilgili bir sûreti oluşturmak inkârcıya zül geliyor, o yüzden de ağır geliyor. Bunların ona zor/ağır gelmesi ile ilgili basit bir örnek vereyim. Bir ilaç var, insanlar için faydalı ama elde edilme yolu yalnızca domuzlar. O madde yalnızca domuzdan elde ediliyorsa, bilimsel davranan ülkelerin veya doktorların o ilaçla ilgili uyarıları vardır, “Domuz etine alerjisi olanlar bu ilacı almasın” diye uyarır. Aynı şeyi müslüman bir ülkedeki doktorlara soruyorsun, diyor ki “bu sağlık işi, ne fark eder”. Alerji gibi bir şey düşünmüyor bile, yeter ki işi Allah’a ters yapsın. Buna gayret ediyor, Allah’la hep savaş halinde. “Kullansan ne olacak, ne kadar şöyle düşünüyorsun böyle düşünüyorsun” diye senin hassasiyetini, titizliliğini (anlamıyor demeyelim, öyle iyi anlıyor ki) bozmaya çalışır. Aynı konu gündeme bir de vejetaryenler için gelmiş olsun, bu kez ilaç vejetaryenler için bitkilerden üretilir, “Bunu vegan ve vejetaryen olanlar kullanabilir” diye üstüne not düşerler. Kapsülü dâhil her şeyi bitkiseldir, içinde hayvanla ilgili hiç bir şey yoktur. Bırakın domuzu, hayvanla ilgili bir şey yoktur. Aynı doktor, vejetaryen bir hastasına, hayvanla ilgili şeyleri yemiyor kullanmıyor diye saygı duyar, önemser, onun o halini kutsar ve “Çok güzel, mâdem öyle, sen bunu kullan” der. Ama siz hassasiyetinizi Allah’la ilişkilendirirseniz sizi kötü ilan eder. Fark ettiniz mi? Allah’a karşı böyle bir hainlik var, aynı prensibini o kulvarda kullanmıyor! İş huşû duymaya ve huşu ile yaşamaya gelince, bu yüzden ona Allah’la ilgili bir olayın sûreti ağır gelir, zül gelir. Bırakın o sûreti, o işi yapmasını, ona onun teklif edilmesi bile zül gelir. Bakara Sûresi 45. âyet bu yüzden diyor ki: Sabır ve salât ile yardım istemek, huşû edenlerden başkasına ağır gelir, onlara zül gelir. Aslında âyet onlar üzerinden bize diyor ki: Siz huşûyu öğrenin.
Huşû’yu öğrenelim
Öyleyse huşûyu öğrenelim.
Huşû aslında bir surettir; bu sureti özellikle salâtta, duâda ve oruçta önemsemeliyiz, önce bunlarda. Çünkü özellikle salât, bizim oluşturmaya ve sürdürülebilir yapmaya çalışacağımız hayat tarzının direğidir. Tehlikeli bir ormandasınız ve içinde emniyette yaşadığınız bir çadır düşünün. O çadırı tutan, taşıyan direk çökerse ne olur? Çadırınız ne kadar iyi olursa olsun o direk çökerse çadır gider. İşte o direk o çadır için ne ise mü’min için de salât odur. Mü’min için salât, inandığı Âmentü Billâhi’ye uygun hayat tarzının direğidir. Dolayısıyla oradaki huşû çok önemlidir.
Huşû için ön şart Allah korkusudur, Allah korkusunu öğrenmemiz lazım. Yapamıyorsak sahibine sığınıp; “Allahım hakkıyla SENden korkmayı bana öğret” dememiz lazım. Bunu size dünyada birisi gösteremez, öğretemez. O korku dünya kurallarıyla bildiğiniz korkulardan değildir. Huşû için korku kelimesini kullanıyoruz diye onu dünya korkularıyla ilişkilendirmeyin. O büyük bir emniyet, büyük bir güven yeridir. Öyle bir korku halidir ki her yeri muhabbettir, huzurdur. O korkuyu tadanlar onu kaybetmekten korkarlar. Dünya ile ilgili bir korkunuz olduğunda doktorlara gider, o korkudan kurtulmaya çalışırsınız, kurtulursanız rahatlarsınız. Eğer siz Allah korkusunun ne olduğunu anlar, biraz yaşar da sonra onu yaşayamazsanız huzursuz olursunuz, “Allahım senden ne güzel korkmuştum, huzurluydum, onu hissedemiyorum” dersiniz. Bu kadar farklıdır. O yüzden, huşûya dünya korkuları gibi, o mânâda bakmak insanı ondan mahrum bırakır. Huşûnun içerisindeki bir yan budur: Allah korkusu.
Önce Allah’a saygı, sonra yarattıklarına!
Bir de huşûda Allah’a saygı vardır. Eğer kişi “Müstakilen VAR ve Muhtar ancak Allah’tır” derse, “Başka Müstakilen VAR ve Muhtar YOKTUR” derse ve bunu yaşarsa, zaten duyduğu her saygı O’nadır, yaratılan her şeye olan saygısı Allah’a saygıdır. Ama onlara “Müstakilen VAR ve Muhtar” etiketi yapıştırıp da saygı duyuyorsak bu küfürdür. “Başka Müstakilen VAR ve Muhtar YOKTUR” dedikten sonra yaratılanlara saygı duymak doğrudan Allah’a saygı sınıfına girer; ancak böyle mümkündür. Ama insanlarda şu noksanlık vardır: Allah’ın yarattıklarına saygı duyarlar, Allah’a değil. Kullarına saygı duymak da o sınıfa girer ama onlar onunla yetinir. Olmaz! Önce Allah’a saygı, sonra yarattıklarına!
Huşunun bir önemli boyutu da muhabbettir. Allah’a muhabbeti öğrenmemiz ve Allah’la muhabbet etmemiz lazım. Dünyadaki hiçbir şeye muhabbetimiz O’na olandan fazla olmamalıdır. Öyle bir muhabbet varsa, o düzeltmemiz gereken bir şey olduğunu gösterir. Allah’a muhabbet her şeyin önünde olmalıdır. Bütün bunlar “Müstakilen VAR ve Muhtar ancak Allah’tır” şemsiyesi altında olursa doğru olur ve bunların hepsini etkileyen önemli bir şey huzurdur; huşûdaki anahtar kelime huzurdur. Eğer yaptığınızda huzur bulmuyorsanız bu saydıklarımız huşûya katkı sağlamaz. Dünya işlerinde de böyledir; dünyaya ait işlerle ilgili huşû suretlerinde de sûreti sağlayan huzurdur. Dünya ile ilgili bir konuda huşûyu yakalamış, suretlendirmiş ama o adına huşû demeyen başarılı, takdir almış birisini dinleyin, şunu söyler: “Ben ancak böyle yaparsam yaşadığımı hissediyorum, bunun dışında kendimi yok sanıyorum. Bu olunca ağrılarım sızılarım geçiyor, bunu bırakıp eve gidince her yerim ağrıyor.” Benzer ifadeleri duyarsınız. O öyle bir huzur yakalamış. Buradan yola çıkarak uzak doğu felsefeleri çeşitli meditasyonlar üretmiştir. Doğru bilgilerdir ve isterse ondan yararlanır. Ama hep ne dedik? Süreç ve sonucu önemlidir; yani sen o işi yaparak nereye yönelmiş oluyorsun? “Ben şu meditasyonda huzur buluyorum” diyebilirsin ama o huzur arabasıyla maalesef ancak cehenneme gidersin. Cehennemde onlara da yer var. Dolayısıyla, işi süreç ve sonuç bakımından incelediğinizde karşınıza bu çıkar: Ben nede ve nerede huzur bulmalıyım? Bu öyle çok önemlidir ki. Çünkü:
Biz esfele sâfiliyn yapıyla hep cehennemlik olaylarda huzur bulmaya ayarlanmışız, dalga ayarımız cehennemlik konularda huzur bulacak şekilde, dünyaya öyle başlamışız. Kur’ân onun için, “İnsan zayıf yaratıldı, insan nankör yaratıldı, insan aceleci yaratıldı” diyor, bu ayar sebebiyle! O zaman, ben doğru huzuru nasıl öğrenirim ve doğru huzur bulurum, bunu incelemek araştırmak görevimizdir. Allah’ın âyetlerde bize önerdiği huşûda Allah’la ilgili huzur vardır. Öyleyse nerede huzurlu olduğumuzu inceleyelim. Salât ikame ederken bir türlü huzur yakalanmıyor, bitince huzur geliyor, başka konularda kendinizi daha huzurlu buluyorsunuz. Normaldir. Bakın, bir hasta doktora diyor ki, hastalık yüzünden midem şöyle bulanıyor, başım şöyle dönüyor, dengem bozuk. Doktor ona der ki; normal, çünkü hastasın, bu hastalık böyle yapar. Esfele Sâfiliyn’in bir hastalık olduğunu anlayalım. O bir hastalığın (kalp hastalığının) ismidir. Bu hastalıkta salât konusundaki o hal normaldir. Nasıl başının dönmesi, midesinin bulanıyor olması o hasta için normalse, senin “Ben şu şu işlerdeki huzuru namazda bulamıyorum” demen de normaldir. Çünkü hastasın! O zaman tedavisine bak, gayret et, önemse. Hastalıktan kurtulmak istiyorsan bu belirtiyi önemse. Bütün mesele önce hastalığı kabul etmektir. Kabul edersen mücadele edersin. Kabul etmeyen mücadele etmez ki.
Zikir ve huzuru yakalamak
Huşûda huzur çok önemlidir, huzuru nasıl bulabileceğimiz çok önemlidir. İzahta çok zorlanıyorum ama kişinin dünya ve ahiret hayatı için en önemli noktalardan birisi bu huzurdur. Âyetler bizi uyarıyor: İnsanların kalbleri ancak Allah zikriyle mutmain olur, huzur bulur. Bir ipucu. Ama bu “Allah, Allah, Allah” demekle olacak değildir. Oradaki zikir, istediğin gibi yaşa, sonra da tesbih çek, huzurlu olursun demek değildir. Ayeti böyle anlamak büyük bir aldanmadır, öyle huzur gelmez. Kişi onu kaç yıl yaparsa yapsın varacağı sonuç şudur: Şu kadar yıl bu işleri yaptım, hiçbir şey elde edemedim. Elde edeceği sonuç budur. Ama o Allah zikrini bir kere doğru söylerse (doğru idrakla bir kez Allah dese) olur. Çünkü Efendimiz (SAV) buyuruyor ki: O’nu bir kere doğru söylersen yeter, bir kere. Yanlış söylüyorsan yanlışın sayısı işe yarar mı? Şu kadar yanlış yaptı, öyleyse doğru sayalım gibi bir şey yok. Tam tersi, dünya sistemlerinde üç yanlış bir doğruyu götürüyor. Yanlış ama kabul edelim denilmez. Fakat doğruyu bir kere yapan kazanır. Âyet ve hadislerde “doğruyu bir kere yaparsan kazanırsın” uyarıları vardır.
Kişi, öldüğünde ne kadar yalnız olacağını iyi idrak edebilmelidir. Ve ona lazım olacak şeyin “kalblerin ancak Allah zikriyle bulduğu huzur” olduğunu bilmesi lazım. Bu huzuru dünyada yakalayan o huzurla ölür. Dünyayla ilgili huzurlarla meşgul olan ise o huzurun kaybının azabıyla ölür, bu kesin. Kur’ân’ın bize “huşû” diye içinde huzur önerdiği öyle bir şeydir ki… Füzenin uzaya çıkabilmesi için yerçekimini yenecek şekilde tasarlanması gerektiği gibi, öldükten sonra yaşayacak olanın da o yere gidebilmesi için onu yükseltecek şey bu huzurdur. Bunun zıddıdır ki onu yere bağlar, arzdan ayrılamaz. O da ızdıraptır, Allah muhafaza etsin. Öyleyse buradaki önemli bir nokta huzurdur. Bu huzur esma zikrullahında da çok önemlidir. Önce bu huzuru tanımak, sonra o huzuru kontrol etmek, yani onu sürekli hale getirinceye kadar “Huzuru ne kadar yaşıyorum?” diye bakmak, o süre içerisinde zikrullahla meşgul olmak daha faydalıdır. Huzur gittikten sonra tesbihle meşgul olmak iş değil. Mesele o huzuru yakalamaktır, onu yeniden yakalama çalışması yapmaktır. Huzur geldikten sonra süresini uzatmaya, sürdürülebilir yapmaya çalışmak önemlidir. Kafası çalışan bir müslüman, huzurun bu kadar önemli olduğunu görünce, ona göre dost ve arkadaş edinir, ona göre konular bulur, her işini ona göre ayarlar, bunu kaybetmemek için ne gerekiyorsa yapar, ne gerekiyorsa. Sizin huzur dediğiniz ama bir işinize yaramayacak (sonu hüsrana dönecek) hallerinizi bozan birisi yanınıza gelse “Huzurumu kaçırıyorsun” diyorsunuz. Kaçırsa ne olur, kaçırmasa ne olur, senin o huzurun dünyaya ait. Neticede o zaten sana ateş olarak dönecek! Buna rağmen, onu kaybetmemek için birisinden uzak duruyorsun… Dünya ve ahiretin için sana lazım olan huzuru öğrenmeli ve sıkı da takip etmelisin, yani o huzurla ilgili yaşamalısın, her türlü işin onunla ilgili olmalı.
Salâtta huzur, huşûdur
Şimdi onun sûret oluşuna, yani huşûya doğru gelelim. Diyelim ki kişi “Hayy” zikri yapıyor. Eğer o kişi huşûyu öğrenir ve yaptığı zikrin en azından sûretini kendinde oluşturabilirse ki bu zikrullahın alt sınırıdır, o kişi Hayy zikrini bir grupta, bir yerde yaparken, o zikirle yolda yürürken artık huşû gereği, yani oluşturduğu sûret gereği kendi değil de yaptığı iş gözükür. Bu kişi böyle yaşarken, birisi bir yerden “Ya Hayy” dese bilmeden oraya döner, kendisini çağırıyor gibi. Adı Ahmed ise “Ahmed” dediklerinde nasıl döner, hiç farkında olmadan “Ya Hayy” duydu mu kendisi çağrılıyor zanneder, o böyle bir sûrettir. Sonra Rabbim lutfeder, ona o esmânın fonksiyonunu da yüklerse onu da yaşar ki o başka bir şeydir. Bütün bunlar tecellilerdir. Daha önceki anlattığımız fiillerin tecellisi idi, şimdi anlattığımız ise isimlerin tecellisi, sıfatların tecellisi olarak bilinir. Ama biz bu paylaşımlarımızda onları o isimleriyle değil, hayatımızdan örneklerle yani Biiznillah yapabileceğimiz şeyler olarak görüyoruz. “Yapabiliriz” deyip o gayrete girelim diye. “Yapabiliriz” duygusu dünyada çok önemlidir. Dünyada görüyoruz, birçok parti “yapabiliriz” sloganıyla, duygusuyla yeni şeyler yapıyor, getiriyor. Biz de “inşâAllah, Biiznillah” diyerek hayrlısıyla yapabiliriz.
Salâtta da böyledir. Salâtta kişi o huzuru yaşamak için kendisini zorlar ve yakalarsa artık salâtta oluşturduğu bir sûret vardır, onun adı huşûdur. Değilse, sizin zihninizden dünya işlerini silmeniz veya “bu konuda samimiyim” demeniz huzur değildir.
İşte bizde o sûretin oluşması lazım. O nasıl oluşur? Nasıl oluştuğunu inşaAllah göreceğiz.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti