Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

İNŞİRAH YAZILARI – 11 – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 5 Şubat 2019 Salı 13:43:37
 

İnsan hayata başlarken kendisini sadrına esfele safiliyn yapı hükmeder halde bulur. İnsan dünyaya gelirken kendisini bu halde bulur ve bu yapısını çok benimser. Bu yapıyı nasıl benimsediğini, ona nasıl sahip çıktığını “Sen Tanrı mısın?” kitapçığımızda detaylıca anlattık, bakabilirsiniz. Demek ki insan dünyaya geldiğinde kendisini esfele safiliyn yapıda buluyor. Esfele safiliyn yapıdaki insanın sadrına nefsin şerri hâkimdir. Sadra nefsin şerrinin hâkim olduğu bu halden sadrı kurtaracak şey İslam Nuru’dur. İslam nuru bunu nasıl yapar? İslam nurunun çalışma sistemi havf ve recadır; korku ve ümittir. Korku ve ümitle ne yapar? İslam Nuru bu noktada kişiye “son nefes” korkusu verir. Bu yüzden, eğer bir kişide henüz “son nefeste halim nasıl olur?” korkusu başlamamışsa, onda henüz sadr mücadelesi bile başlamamış demektir. Ki sadr mücadelesi daha ilk aşamadır… Bu ilk aşama nasıl başlar, bakın: Kalpte iman nuru çalıştığında, kalp Hakk yolda ilk bilgileri tespitleyip onları amele çevirdiğinde beyin telaşlanır, son nefesin önemini anlar ve kişiye “son nefesimde ne yapacağım, ya müslüman ölmezsem?” korkusu verir. Bir yandan “ya son nefeste müslüman olarak ölmezsem” korkusunu verirken diğer yandan da “ayet ve hadislerdeki kurallara uyarsam kurtulurum” ümidini verir. İslam Nuru böylece onu/seni İslami kurallara dayalı çalışmaya sürükler. Böylece insan, sadrı nefsin şerrinin hâkimiyetinden kurtarmak için İslam’ın yasaklarından kaçmaya, Allah’ın önerdiklerini, “yapın” dediklerini yapmaya başlar. Bu yolda ilk işi budur, İslam nuru ile yapılacak sadır mücadelesi bizim başlangıcımızdır. Peki, sonra bu mücadeleyi bırakacak mıyız? Elbette hayır. Bu süreç bırakmak için değil, başlayabilmek için. İlk böyle başlanır. Sadrın bu ilk aşamadaki çalışmasının başarıya ulaşabilmesi için buradaki korku ve ümit çizgisi budur: “ben müslüman mı öleceğim, ya müslimlerden olarak ölmezsem? Muhafaza buyur Allahım” korkusu ve buna eşlik eden bir umut: “Önerilen işlere sarılırsam ve sakındırılan işlerden de uzak durursam korktuğumdan kurtulabilirim” ümidi. İslam Nuru desteğiyle sadr bu korku ve ümit çizgisinde çalıştırılarak bu yolda başarıya ulaştırılır inşaAllah. Biz İslam Nuru’nun sadırda başarılı olup olmadığını anlayabilir miyiz, bu başarı nasıl anlaşılır? Sadırda İslam nurunun başarısı, esfele safiliyn hayat tarzının, “A” Takdim Formu “BEN”in fonksiyonsuzlaştırılmasıyla anlaşılır. “A” Takdim Formu “BEN” bizim hayata başlarken sadrımızı içinde bulduğumuz haldir. O halden kurtulmamız için, İslam Nuru havf ve reca sistemi ile sadrı İslam’ın yasaklarından kaçındırıp, emir, tavsiye ve öğütlerine uydurtarak “A” Takdim Formu “BEN”i fonksiyonsuz yapıncaya kadar işlevine devam eder. Sonra işi biter mi, bu işlev durur mu? Hayır, sadrı bu çizgide sabit tutmak da İslam nurunun işidir, yani sadrda A” Takdim Formu “BEN” fonksiyonsuz olduktan sonra sadrı o hal üzere sabit tutan İslam nurudur.
Sıra geldi kalpteki iman nuruna; kalpteki İman Nuru nasıl çalışır, ona da bakalım. O da korku ve ümit ile çalışır. Ama korkulan ve ümit edilen şeyler, nurun hedefine göre değişiyor. Sadırda mesele günah-sevab meselesiydi, özellikle de zahiri günah-sevab meselesiydi. Bu yüzden, bizde önce onun bitmesi lazım. Zahiri sevap ve günah meselesi bitmeden veli çalışmaları yapılmaz. Aksi halde veli çalışmalarını boşa yaparız. Ehliyetimizin veya diplomamızın olmadığı herhangi bir meslekte uğraşıp duruyor gibi oluruz. O çabalar hem boşunadır, hem de yasal değildir. Bu yüzden önce sadrı kurtaracağız, önce sadır bu zulmetten, nefsin şerrinin esaretinden kurtulacak. Bunun nasıl olacağını söyledik: “A” Takdim Formu “BEN” fonksiyonsuzlaştırılarak.
İslam nuru ile sadır mücadelesi yapılırken, o mücadele yürürken kalp, fuad ve lüb işlevsizler mi, kendilerine sıra gelmesini mi bekliyorlar, inaktif mi duruyorlar? Hayır, aynı anda onlar da çalışıyor. Kalp ne yapıyor, iman nuru kalpte nasıl bir korku ve ümit oluşturuyor? Kalb iman nurunun tesirinde Allah’ın razı/hoşnut olmadığı davranışlardan korkar. Korkunun şeklinin değiştiği fark edildi mi? “A” Takdim Formu “BEN” tam fonksiyonsuzlaşmasa bile, kişi sadrı rahatlattığı ve nispeten hâkimiyeti altına aldığı zaman korktuğu şeyler değişir, düşünceleri değişir; hevesleri, idealleri, duaları değişir, değişmeye başlar. Kalp iman nurunun tesiriyle Allah’ın razı olmadığı davranışlardan korkunca ne yapar? Sığınır. “Allahım, razı olmadığın, hoşnut olmadığın hallerden beni koruyuver, kurtarıver, bana senin razı olduğun halleri lutfediver ya Rabbî” der. “Ya Rabbî, Allahümme ente Rabbî, medet ya Rabbî” diye seslenir, yakarır… İman nuru kalpte bu korku ve ümitle çalışır.
Sadrın fikir vereni nefsin şerriydi, esfele safiliyn idi. Kalbin fikir vereni esfele safiliyn değildir. Esfele safiliyn kalbe giremez., ancak onu esir alabilir. Çok önemli birini esir alabilirsiniz, parmaklıklar arasına koyabilirsiniz ama onun beynine, düşüncelerine giremezsiniz. İşte bu yüzden, tanrısal âlemde de “düşünce suçları” vardır. İnsanı demir parmaklıklar arkasına koyabilirsiniz, ama beynini? Bunun misalidir ki esfele safiliyn yapı kalbi esir alabilir ama onun içine giremez. Nefsin şerrinin kalbi esir etmesine Nankörün Esareti Hastalığı diyoruz. Nefsin şerri kalbi esir alınca, beyne emirler sanki kalpten geliyormuş gibi olur. Beyne amel etme emrini esfele safiliyn verir, ama sanki emirler kalpten geliyor gibidir. Amacımız kalbi düştüğü bu esaretten kurtarmak olmalıdır.
Sadıra fikir verenin nefsin şerri olduğunu, ama onun kalbe giremediğini gördük. Peki, kalbe fikri ne veriyor? Kalbte ilham veren, fikir veren ahseni takviym yapıdır, ahseni takviym kalıptır. Ahseni takviym yapıya (fıtrata) ait fikirlerin bilgilere dönüşmesini teşvik edecek, bunu sağlayacak olan iman nurudur, ahseni takviyme ait fikirlere sahip çıkmayı sağlayacak olan iman nurudur. İman nurunun kalpte kullandığı korku “Allah’ın razı olmadığı şeyler”den korkudur, onlardan korkmaktır. Onlar bir yerde yazmaz; yazılı olanların dışında onları kendiniz bulursunuz. Bir sürü şey bulursunuz; “şu halimden Allah razı olmadı” diye kanaatler çıkarırsınız. Ama bunlar bir yerlerde yazılı değildir, onları ancak siz bulursunuz. İşte kalb size o korkuyu ilham eder, sonra onu verir, sonra da ondan nasıl kurtulacağınızın duasını ve ümidini verir. Bunu ne zamana kadar yapar? Siz teslimiyeti yaşayıp ıhbat edene kadar! Siz teslimiyeti yaşarsınız, ıhbat edenlerden olursunuz; yani teslimiyetle boyun eğersiniz, böylece iman nuru sizi orada sabitler. Ayetlerde göreceğiz…
“Fuad’da Marifet Nuru çalışır” dedik. Marifet nurunun korku ve ümit çizgisi nedir, yani o çalışırken neyle korkutur ve neyin ümidini verir? Marifet nuru kişiyi kaderden korkutur ve ona kader ümidi verir. Kaderden korkutur kadere sığındırtır, kaderden korkutur kadere sığındırtır. Yani “euzü bike minke (senden sana sığınırım)” duasını yaptırtır. Böylece fuadın geldiği bu noktada, siz aslında her şeyin kaderi anlamak, kaderi kavramak, kaderi yaşamakla olacağını anlarsınız. Bu sizi o noktaya getirir. Fuada ilham veren nedir? Fuada bu yolda ilham veren nefs-i levvamedir, fuadın ilham vereni, Allah’ın “üstüne yemin ederim” dediği nefs-i levvamedir. Önemlidir ki burada kul artık bilgileri müşahedesinden almaya başlar. Marifet nurunun fuaddaki bu çalışmasının amacı, kulu bir yere götürmektir, Fuadın bu aşamada hedefi, kulun razı olmasıdır; kul razı olana kadar fuad bu işi yapar. Kul razı olana kadar…
Lüb nuruna geldik. Lüb nurunu tesirinde tutan şey Tevhid Nuru’dur Biz sırası gelen nuru anlatıyoruz ama diğer nurlar gibi Lüb nuru da çalışıyordu. Fakat bu noktadan sonra Lüb bir başka çalışır. Lüb nuru da korku ve ümidi kullanır, fakat bu nurun verdiği korku ve ümit şöyledir: Bu nurun verdiği korku, Rablığı müşahedede oluşan korkudur; Allahuekber Korkusu’dur. Onun korkusunun adı Allahuekber’dir, herhangi bir iş değil. Bu onun Rabbı müşahededeki korkusu ve titremesidir. Lübü aktiflenmiş kulun ümidi de yalnızca Rabbi’ndendir. Artık korku da ümit de Rabbi’yle ilgilidir, hep. Daha doğrusu, fuad burada öyle bir görme yapar ki Rabbi’nden Rabbi’ni seyreder ve ayetlerde bahsedilen hali yaşar: “Ancak Allah’tan korkar, ancak Allah’tan ümit ederiz.” Bu duanın bir benzerini bu hale gelebilmek için, arzu ettiğimiz hal için bir dua olarak söyleriz: İyyaKE na’budu VE iyyaKE nestaıyn. “İyyaKE na’budu VE iyyaKE nestaiyn” derken arzumuz burasıdır. İman nurunun sadr, kalb, fuad, lüb organizasyondaki hâkimiyetini, önemini ve o nurun “doğrudan Rabbinden bir nur, bir lütuf” olduğunu vurguladık. Bu iman, mümin kul için çok önemli bir yerdedir, şimdi onun konumuzla ilgili çok önemli bir inceliğini ele alalım. Normal yaşantımızda imanla ilgili bir yanlış yapmamak ve imanı uygulanabilir, kullanılabilir, yükseltilebilir hale getirebilmek için, onun geri dönüşümsüz olması için iman inceliklerini bilmek gerekir. İmanın önemli bir inceliği şudur: İman akıl işi değildir. Artık iyi biliyoruz ki, dünyaya gelen kişi kendini esfele safiliyn yapıda, vehmin zulmeti hâkimiyetinde buluyor. Esfele safiliyn yapı, sizin imana yöneldiğinizi fark ettiğinde sadır hâkimiyetini kaybetmemek için size imanla ilgili bir oyun oynar. Bu tamamen beyne, akla, mantığa uygun bir oyundur. Aslında iman akıl işi değildir ama o yapı bizim imana akılla bakmamızı sağlamaya çalışır ve bize buna göre bir oyun oynar. Der ki; önce gör, sonra inan. Yani esfele safiliyn yapı ters yönde bir öneride bulunur; “önce gör, sonra inanırsın” diyerek sizi ikandan imana götürmek ister. Oysa önce iman edilir, bu iman ile de ikana gidilir.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER