Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

İNŞİRAH YAZILARI – 19 – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 15 Şubat 2019 Cuma 13:33:27
 

Bazen “namaz borcu olanın sünnet ve nafileleri yapmaması gerekir” gibi yaklaşımlar duyuyoruz, buna nasıl bakmalıyız. Söylenen mantıklı gelse bile konulara “ayet ve hadislerde bu iş nasıl?” diye bakmak lazım, daima. Bakıyoruz hadislerde öyle bir şey yok. Efendimiz bu işten habersiz değildi, aksi halde bizi uyarırdı, “şöyle işleriniz olursa böyle yapın” derdi. “Efendimiz döneminde böyle kimseler yoktu” şeklinde bir mazeret de olmaz. Çünkü Efendimiz müminleri ileri günler için de uyarıyor, hadislerinde bugünleri anlatıyor; o günkü ümmetini, gelecekteki ümmetlerinin nasıl davranacağını söyleyip, uyarıyor. Dolayısıyla, kaza namazı için de uyarır, öğütte bulunurdu. Hadislerde şu bilgiyi görürüz: Hesap günü bir kulun farzları yeterli gelmezse, Rabbi “nafilelerine bakın” der buyrulur. Demek ki yapılan nafileler farzları tamamlıyor. Bu yüzden, kaza kılacağız diye normal salâtı bozmamak lazım. Diyelim ki İkindi Salâtı’nı ikame edeceksin, onun kendine ait bir sünneti, kendine ait bir farzı var. “Benim zaten çok borcum var, sünneti yapmasam da olur, onun yerine kaza kılayım” dersek olmaz, vakit salâtını bozmamak lazım, onu Efendimiz nasıl yapmışsa olduğu gibi öyle muhafaza etmek gerekir. Ama diyelim ki işrak vakti salât ikame edeceksiniz, niyet ederken nafile salâta niyetlenmek gerekmiyor, önemli olan, işrak vakti veya kuşluk vakti salât ikame ediyor olmaktır. Mesela, işrak vakti hiç değilse iki rekât salât ikame edersek, Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem “tam bir hac ve umre sevabı alırsınız” buyuruyor. “Kim sabahın farzından sonra işrak vaktine kadar geçen süreyi dünya kelamı olmadan, dünyayla meşgul olmadan zikrullahla geçirir ve işrak vakti (güneş doğup ta en az yarım saat geçtikten sonra) iki rekât salât ikame ederse tam hac ve umre sevabı alır.” Efendimiz bu hadisiyle o hali teşvik ediyor ve anlaşılsın diye de üç kere tekrar ediyor. Hac ve umre görevinden azat olursunuz demiyor, hac ve umre sevabı alırsınız buyuruyor. O vakitte iki rekât salât ikame edecekseniz, kamet getirip “Allahım, daha önce vaktinde ikame edemediğim üzerimde bulunan en son sabah salâtına ait farzı bu vakitte kaza ile ikame edeceğim” dersiniz. Böylece, hem nafile yapıyor olmanın yani işrak vakti salât ikame etmenin sevabını hem de Rabbimiz kabul buyurursa üstünüzdeki bir sabah salâtının farzını yapmışsınız sayar. Dilerse. İşrak vaktinde şart illa iki rekât değil ki daha fazla da ikame edebilirsiniz. Diyelim ki dört rekât ikame edeceksiniz, “öğlen salâtının farzı” dersiniz. Demek ki dikkat edeceğimiz şey, normal salâtları sünneti, farzı, son sünnetiyle formunu bozmadan yapmak. Bunu yaptıktan sonra işrak, kuşluk gibi nafile salâtları yapmadıklarınızın yerine telafi/kaza niyetiyle yaparsınız, çok da güzel olur. Hem kuşluk vakti salât ikame etmenin sevabını alır, hem de yapamadığınız bir öğleni, ikindiyi ikame etmiş olursunuz, Rabbin muaf tutar inşaAllah. Dilerse… Çünkü “kazaları ikame edin, kazalar kabul olacak” diye bir kural yok. Ama bir nafile ibadette böyle niyetlenerek Rabbimizin dileğine sığınıyoruz. Aslında âlimlerin o konuda söylemek istediği budur: “Siz nasıl olsa işrak vakti salât ikame ediyorsunuz, fırsatı kaçırmayın, ikame etmediğiniz sabah salâtı varsa, onun farzına niyetlenerek ikame edin. Hem onun hem de işrak vaktinin sevabını almış olursunuz, inşaAllah” demek istiyorlar, yani müjdeliyorlar. Aksi halde “şöyle yapın, şöyle yapmayın” gibi kesin bir şey söylemek kimsenin haddi ve görevi değildir, kimse öyle bir şey diyemez. Ne söylenecekse Efendimiz söylemiş, bitirmiştir. Onu tercüme ve yorumlamalarla ve bazı eğitim yöntemlerinin emirsel uygulanmasıyla değiştirmek doğru olmaz. Kur’an bile emir olduğu halde “emir veriyorum” demiyor, “bu bir öğüttür” diyor. Kur’an bir öğüt ama günümüze gelinceye kadar emir cümlesine dönüşmüştür. Âlimlerin öyle söylemeleri de bir öneridir, “nasıl olsa bu nafileyi yapıyorsunuz, telafi fırsatını kaçırmayın” diyorlar. İnşirah müfredatına, konumuzu ilgilendiren önemli noktalarla devam ediyoruz.
Tanrılık iddiası ve batıl bir zan olan “A” Takdim Formu “BEN”le kendini takdim eden, kesretten kurtulma çalışması yapamaz. “A” Takdim Formu “BEN” idrakı çokluktan yani kesretten kurtulma çalışması yapamaz. O ancak tanrısal tanımlardan kurtulma çalışmaları yapabilir, ona gereken budur. Onun yaşadığı dünyada her şeyin bir tanrısal tanımı vardır, o tanımlardan kurtulmanın çalışmasını yapar, yapabilir, yapmalıdır. “A” Takdim Formu “BEN”in yaşantısında, Allah’ın yarattığı kesrete tanrısal tanımlar konulmuştur, bu tanımlara göre de günahlar ve yasaklar vardır, o ancak bunlardan kurtulma çalışması yapabilir. Kesretten kurtulma çalışmasını “B” takdimindeki kişi yapar; yani “kesretten kurtulma çalışması” veli zatın işidir, onun uğraşısıdır. Çünkü gerçek kesrete ancak nefs-i mutmainneye gelmiş kişi geçer. Gerçek kesret esma dünyasıdır, kesret âleminin kendisi Esma Âlemi’dir. Bizim duniHİ algı ve zanlarıyla yaşadığımız hal, gerçek kesretin tanrısal tariflerle damgalanmış halidir ki önce bu zanla yaptığımız tanımlardan kurtulmak lazım. O tanımlar esfele safiliyn yapının tanımlarıdır, “A” Takdim Formu “BEN” işte onlardan kurtulmalıdır. Eğer bunu fark etmez de o yapıya kesretten kurtulma çalışması yaptırırsanız yanlış olur. Bocalar, yapamaz. Hem işin içinden çıkamaz, hem ruhsal dengesi bozulur hem de günahlardan kurtulamaz. Çünkü günahları umursamaz hale gelir. Oysa velinin çalışması içinde “günahtan kurtulma çalışması” yoktur. O olmadığı için, veliyi anlatan bir yazıyı okuyanlar “günahtan kurtulma çalışması yok” zannedebilirler. Çünkü velinin çalışması içerisinde böyle bir şey yazmıyor. Unutmayın o bir veli! O, o işi bitirmiş. Dolayısıyla, velinin çalışması kesretten bile kurtulma çalışmasıdır. Bu çalışma anlatılırken onun içinde günahtan korunma çalışmaları yer almamış olabilir. Ama siz ona bakıp yanılmayın. Bizler velayet noktasına gelmeden kesretten kurtulma çalışması yapamayız, yani günahlardan ve tanrısal tanımlardan kurtulmadan velinin uğraşı alanına giremeyiz, önce günahlardan kurtulma çalışması yapılmalıdır ki bu çok önemlidir.
Nefs-i emmareyi terk edip nefs-i levvameye girmek bu yolda çok önemli başlangıçtır. Nefs-i levvameye girmek içinse, mutlaka ve mutmain olarak Billahi anlamda imanın açıklanması gereklidir, hatta bu yeterlidir. Ancak bu deklarasyonu yapar yapmaz “A” takdimi ile “BEN” diyen yapıya ait yaşantı hemen Billahi idrakine uygun hale gelmez, yaşantı hemen “B” yapıya tam uygun hale gelmez. “A” takdimiyle “BEN” diyen asi yapının yaşantısını da Billahi anlamında imana (geri dönüşsüz olarak) uygun hale getirdiğinizde  “A” takdimindeki BEN artık “B” Takdim Formu “BEN” olur, Billahi anlamda takdime dönüşür.
Bu açıklamaların üstüne bir de günahı ele alalım, iki tip günahı ve onların ne olduğunu konuşalım. Lütfen bu açıklamaya dikkat edin, çünkü günahla ilgili anlatacağımız kavramlar önemli. İki tip günahtan biri şirk günahıdır. Eğer bir kişi imanını amentü billahi anlamında ve mutmain olarak deklare ederse şirk günahından kurtulur. “Böyle söylüyorlar, öyle söyleyip kurtulayım” diye değil de inanarak o deklarasyonu yapan şirk günahından kurtulur. Billahi imanını mutmain olarak açıklayan, yani var görünüşünü bile eş koşmadan Allah’a iman eden, yani “müstakilen varım ve muhtarım” demeden Allah’a iman eden şirk günahından kurtulur. “Allah dışı (dûnu) yok, dûnunda bir varlık yok, ben müstakilen var ve muhtar değilim, var görünüşümü Allah’a eş koşmadan iman ediyorum” diyen şirk günahından kurtulur. Şirk günahından kurtulmanın önemini ayetle anlamaya çalışalım: Zümer 65: “Eğer şirk işlerseniz tüm amelleriniz boşa gider.”
Kişi Billahi anlamındaki imanını deklare etmekle bu ayetin muhatabı olmaktan kurtulmuş olur, şirk işlememiş olur. Fakat bunu deklare ettiği halde henüz yapısı ve fiilleri bu deklarasyona, bu açıklamaya uymaz. Şimdi ona yeni bir mücadele var demektir; fiillerini bu deklarasyona uydurma mücadelesi, şimdi buna çalışacak. Bu mücadele tamamlanıp bitince kişi B noktasına gelir. Bu “B” noktasına gelene kadar aşılan mesafe çok önemlidir, sevabı çok yüksek olan bir yoldur; nefs-i levvamede esfele safiliynle mücadele edilen bu halin, bu sürecin sevabı fazladır. Bunu ayetten öğreniyoruz: Hadid Sûresi 10: “Fetih gelmeden (B noktasına gelmeden) önceki halin derecesi daha âzamdır (daha yüksektir).”
Şirkten kurtaran açıklamayı yapıp şirk günahından çıktıysak, şimdi mücadele etmemiz gereken diğer günaha sıra gelir, o günah şirk formatıdır. Şirk formatı durduğu için şirk formatından kaynaklanan günahlar oluşmaya devam eder, şimdi onlarla mücadele başlamıştır. Ama bu formatın ürettiği günahlar şirk günahı değildir. Bu çok önemli!
Nisa Sûresi 48: “Eğer kişi şirk günahında değilse Allah onun diğer günahlarını dilediğine dilediği şekilde bağışlar.”
Fark ettiniz mi? Kişi yukarıda açıkladığımız deklarasyonu yapmış, sonra da her türlü halini, tüm fiillerini bu deklarasyona uygunlaştırma çalışması yapıyorsa, işte bu mücadele sürerken meydana gelen günahları, Allah “dilersem bağışlarım” buyuruyor. Ama bu umuda muhatap hale gelebilmek için Billahi deklarasyonu umursamak ve fiilleri ona uygun hale getirme çalışması yapıyor olmak şart. Deklarasyonu yapıp bir daha gözükmeyerek olmaz. Bir yere başvurup “ben sınava gireceğim” dediniz ama sonra ne çalıştınız ne de sınava gittiniz! Olmaz! Bu deklarasyonu yapıp, ona uygun mücadeleyi yapıyorsak, ancak o zaman Rabbimiz “bu mücadele sırasında meydana gelen günahları dilersem bağışlarım” diyor. Yeter ki şirkimiz olmasın. Çünkü şirk varsa, “ibadet” adı altındaki çalışmaların hepsi boşa gidiyor.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER