Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

MENKIBELER DE LAZIM AMA, ASLOLAN EFENDİMİZ’İN SAHABESİ’NE ANLATTIKLARI

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 3 Mart 2017 Cuma 14:32:29
 

– 38-
Bilâkis o (Kur’ân), kendilerine ilim verilmiş olanların sadırlarında apaçık âyetlerdir. Âyetlerimizi ancak zâlimler bile bile inkâr eder.”  (Ankebut-49)
Kendilerine ilim verilenler kimlerdir? Bunu öğrenirsek âyeti anlamak daha kolaylaşacaktır. Kendisine ilim verilmiş olan için başlangıç tanımı şudur: Kendisine ilim verilen “Allah’tan başka müstakilen VAR ve muhtar varlık yoktur” diyen ve buna şâhit olan kişidir, ilim verilmişlik sınırı buradan başlar: Allah’tan başka müstakilen VAR ve muhtar bir varlık yoktur, ancak Allah müstakilen VAR ve muhtardır. Allah’ın dışı kavramı yoktur. Dışı olmadığı için, müstakilen VAR ve muhtar varlıklar yoktur. Böyle inanan ve buna şehâdeti ilerleyen kişi Allah’ın ilim verdiği kişidir. Allah’ın ilim vermesinin özelliği budur.
Yok olacak şeyleri sayıp durmak yerine
yatırımınızı bâki olana yapın

Dünyanın önemli kabul ettiği bilim adamları var, örneğin Stephen Hawking. Açıkladığı astronomik gök hareketleri ve cisimler var, onların özelliklerini sayıyor. Tamam, ama o açıkladığı şeyler tümüyle yok olmayacak mı? Kıyâmetle birlikte hepsi alt üst olacak. Yok olacak bir şeyi say dur, ne olur ki? Araştırmayalım demiyorum, en önemli bilim adamı dediğinizin yaptığı yatırımı söylüyorum; yok olacak bir şeye yatırım yapıyor. Dünyanın en önemli adamı ilan edilenin tespit ettikleri, bildirdikleri, sonuçta yok olacak şeyler. Bu örneği niye verdik? Gerçek ilim verileni anlayalım diye. Bedenimiz de yok olacak, bunu görüyoruz. Gözle gördüğümüz en önemli gerçek ölenlerin bedenlerinin çürümesidir, buna rağmen en fazla yatırımı ona yapıyoruz. Bâki (daim yaşayacak) olana değil de yok olacak olana! Ama birisi Allah’tan îmanla ilgili ilim almışsa, o yok olmayacak bir bilgidir. O kişi o ilimle doğru inanmaya ve yaşamaya başlar. Allah’ın ilim verdiği kişi Allah’a doğru inanıp yaşamaya başlayandır. Efendimiz (SAV)’in açıkladığı şekilde Allah’a inanmaya başlayan kimse Allah’ın ilim verdikleri sınıfına girer. Stephen Hawking’le ilgili konuyu tamamlayayım. Öyle şaşkınlıklar yaşıyor ki, bir türlü karar veremiyor. Halbuki bilimsel çalışmalarında çok kararlı gidiyor. Tanrı dediği şeyle ilgili bir türlü karar veremiyor. Bir bakıyorsunuz inanmış, sonra bakıyorsunuz vazgeçmiş, daha sonra yine inanmış. Diğer işi böyle yapsa kimse ona bilim adamı demez. Bakınca diyorsunuz ki: Hangi işini böyle uyduruk yapıyorsun? Allah’a inanma işini de diğer işlerinin prensipleriyle yapsana, bir de öyle baksana.
Allah’ın ilim verdikleri Allah’a doğru inananlardır, ilim verilmesinin özelliği budur. İşte bu kendilerine ilim verilenlerde Kur’ân öyledir ki onların sadırlarından âyetler dışarı çıkar. Çünkü onlar Kur’ân’ı okuyunca onunla hallenirler. Öyle hallenirler ki vücutlarının kimyası Kur’ân’da anlatılanla etkilenir. Kur’ân Kimyası diye bir şey vardır, o kimyayı ancak Kur’ân canlandırır. Onların vücut kimyaları Kur’ân kimyasına öyle döner ki Kur’ân kimyası onların sadrında hislere dönüşür. Hisler vücutta fiillere, hareketlere dönüşür ve siz o kişinin bedeninden onu görür hissedersiniz. İşte Takvâ Elbisesi bir de böyledir. Takvâ Elbisesi’nin esas özelliğini anlayabilmek için şu hadisleri de görelim inşâAllah.
İbni Ömer radıyallahu anhum anlatıyor. Rasûlullah  (SAV) Efendimiz buyurdular ki; “Kim elbisesini kibir ve gururla yerde sürürse, Kıyâmet Günü Allah ona rahmet nazarıyla bakmaz.” (Hadis)
Elbisesini kibir ve gururla yerde sürüyene Allah kıyâmet günü merhamet gözüyle bakmaz, yani merhametle bakmaz. Orada iki bakış var; merhametli ve gazaplı bakış. Merhametle bakmazsa gazabı kalır, Allah muhafaza etsin. Bunu duyunca Hz. Ebubekir radıyallahu anh efendimiz diyor ki, “Ya, Rasûlallah! Îzârım (elbisem) salık olduğu zaman dikkat etmezsem yerde sürünüyor.” Demek ki biraz uzun. Normal îzâr dize kadar olur ama o biraz uzun ki yere değiyor. Efendimiz (SAV) buyuruyor ki, “Sen bunu kibirle yapanlardan değilsin.” (Hadis)
Hadiste müthiş bir ders var. Bu hadis yarım yamalak okunur ve işin esası fark edilmezse, “elbisenin yerde sürünmesi yasaktır” sonucu çıkarılabilir. “Yasaklanmış Giysiler” başlığı altında, elbisenin yerde sürünmesini yazarlar, Efendimiz (SAV) yasaklamıştır deyip bu hadisleri koyarlar. Hz. Ebubekir radıyallahu anh diyor ki; dikkat etmezsem elbisem yerde sürünüyor. Efendimiz (SAV) ona; “Senin bu yaptığın kibirle yapanlarınki gibi değil, sen bunu kibirden yapmıyorsun” diyor. Konuyu izah edeceğiz ama hadisi tamamlayalım. Ümmü Seleme atılıyor, o zaman kadınlar zeyllerini (üstlerindeki örtülerini) ne yapacak? Efendimiz (SAV) buyuruyor ki; “Bir karış salsınlar, bir karış.” Ümmü Seleme, “Bu takdirde kıpırdayınca ayakları açılır, ya Rasûlallah” deyince, Efendimiz (SAV) buyuruyor: “Öyleyse bir zirâ salsınlar ama daha da artırmasınlar.” (Hadis)
Bu hadisteki iki şeyden birisi şu: Yasaklanan şey elbisenin uzun olması değil. Dikkat ederseniz, Ümmü Seleme elbisenin kadınlarda zaten uzun olduğunu söylüyor. “Zaten uzun, onlar bu durumda ne yapacak, hangi sınıfa girecekler?” diye soruyor. Hadisin bu kısmı elbisenin boyuyla ilgili bir ayar taşıyor. Hz. Ebubekir radıyallahu anh’le ilgili kısımda ise kibirle ilgili ayar var.
Elbisenin yerde sürünmesi günümüzde yok mu? Var. Gelin elbiseleri öyle değil mi? Kralların kaftanları yerlerde sürünmüyor mu? Rütbelere göre en fazla padişahın, sonra vezirin, sonra diğerlerinin etekleri sürünüyor. Çeşitli elbiseler çeşitli yerlerde sunulurken arkalarındaki kuyruklar yok mu? Demek ki, günümüzde de var. Ama yasak olan yerde sürünmesi değil, yasak olan kibir ve gurur. Bu vurgu öyle önemli ki, âyet ve hadisler hep onun üzerine. Biz de hep o kibri (müstakillik iddiasını) anlatıyoruz. Şimdi bununla ilgili şu sorgulamayı yapalım.
Efendimiz Sahabe’ye ne anlatmıştı? İşin esası orada
Çeşitli dînî anlatımlar dinliyoruz. Elhamdülillahi rabbil âlemiyn, Rabbim güzelleştirsin ve çoğaltsın. Bu dînî anlatımlar genellikle sahabeler ve mübarek zatların hayatlarına ait menkıbelere yoğunlaşıyor. Örnek almamız gereken hayatlar olduğu için, elbette bunların çoğalmasını arzu ediyoruz. Ancak bir durum tespiti yapmak istiyorum: O anlatımların bir kısmı menkıbe, bir kısmı da ilmihal, yani muamelata ait hukuki konular. İslam dini anlatımlarının neredeyse tamamı bunlardan oluşuyor. Şöyle bir sorgulama yapalım: Efendimiz (SAV)’in ilk yıllarını, özellikle ilk beş yılını düşünelim; henüz bir hukuk oluşmamış, yeni başlıyorlar. Sahabe efendilerimizden ve hayatlarından örnekler anlatılan mubarek zatlardan anlatılan kesitler yaşanmış değil. Peki, Efendimiz onlara ne anlattı? Lütfen soruya dikkat edin ve günümüzde anlatılana bir de böyle bakın. Eğer İslâm yalnızca günümüzde anlatılanlarsa, Efendimiz (SAV)’in özellikle ilk beş yılında bu konular yoktu. Henüz menkıbe ve hukuk yokken, ilmihal oluşmamışken konuşulan neydi? Efendimiz (SAV) İslâm adına onlara ne anlatıyordu? Bizinillah söyleyelim ki Efendimiz onlara Billâhi îmanı ve dûniHİ algıyı anlattı. Yani Lâ ilâhe İllallah Kelime-i Tevhidi’nin manasını anlattı. Efendimiz (SAV)’in işe başlarken anlattıkları bugün neredeyse hiç anlatılmıyor. Hep sonraki şeyler konuşuluyor. Fark ettiniz mi? İşte bu yüzden işin esası fark edilemiyor. Bizim bu paylaştıklarımız, o ilk zamanlarda anlatılanlara denk düşen şeyler, elhamdülillahi rabbil alemiyn.
Efendimiz (SAV) Hz. Ebubekir radıyallahu anh’e “Senin elbisenin yere sürünüyor olması kibirden değil, sen elbiseni böyle bir şey için araç yapmıyorsun” diyor. Çünkü onu tanıyor. O dönemde demek ki “Müstakilen varım ve muhtarım”ın rozeti ve göstergesi olarak, rütbesinin, parasının pulunun işareti olarak elbisesini yerde sürüyenler var. Yasaklanan işte bu duygu; o duyguyu temsilen elbiseyi kullanman yasak. “Müstakilen varım ve muhtarım” duygusunu kullanmak ve göstermek için elbiseyi araç yapmak yasak. Hangi elbise olursa olsun, İslami denilen elbiseler de böyle giyilirse aynıdır, çünkü yasak olan bu duygudur.
Kibir Hakk’ı iptal ve halkı tahkirdir
Hz. Ebu Hureyre naklediyor: Yakışıklı bir adam Rasûlullah’a gelerek “Ben güzelliği seviyorum. Gördüğünüz gibi bana güzellik de verilmiş. Kimsenin beni, ayakkabı bağı bile olsa, bu hususta geçmesinden hoşlanmıyorum. Ya Rasûlallah, bu halim haram olan kibre, sizin yasakladığınız o duyguya girer mi?” Efendimiz (SAV) buyuruyor: “Hâyır, senin yaptığın girmez. Kibir Hakkı iptal, halkı tahkirdir.” (Hadis)
Demek ki yasak olan güzel giyinmek, güzel görünmek değil. Kişi soruyor; benim güzel görünmeye, temiz görünmeye, uyumlu giyinmeye çalışmam ve bu konuda sanki yarışıyor gibi olmam, yasakladığın o duyguya girer mi Ya Rasûlallah? Efendimiz (SAV) “Hâyır, senin yaptığın kibre girmez” deyip kibri tarif ediyor: Kibir Hakk’ı iptal ve halkı tahkirdir.
Kibir Hakk teâlâyı iptal etmektir, yani Allah’ı yok saymaktır. Allah’ı yok saymak vasıflarını yok saymaktır, Allah’ı yok saymak değil. Çok az sapkın dışında, kimse çıkıp da “Allah yok” demiyor ki. Allah’ın Ehad ve Samed oluşunu yok saymaktır, o vasıflara uygun davranmamaktır. Halkı tahkir ise Allah’ın emrini beğenmemektir, yaratılmışları küçümsemektir, kıyas yapmaktır, kendini farklı ve üstün görmektir. Allah’ın emrini beğenmemek ise kendi müstakilliğini kabul etmek ve kutsamaktır. Yaşarken bunu yapıyor olabilir miyiz acaba? Allah muhafaza etsin. İbadet yalnızca namaz, oruç değil, yirmi dört saatimizin her anı bu paylaştıklarımıza uygun olmalı.
Korunduğumuz öyle korkunç şeyler var ki!
Takvâ elbisesi biraz anlaşıldı mı?
Bakara Suresi 21. âyet bize; Rabbinize kulluk ederseniz belki takvâ sahibi olur ve korunursunuz diyordu. Dünyada yaşarken bizler korunmanın ve “korunursunuz” ile ifade edilenin çok farkında değiliz. Allah bizi neden koruyor olduğunun ve korunacağımız şeyin farkında değiliz? Korunduğumuz şeyin korkunçluğunu bir kavrayabilsek, nelerden nasıl korunduğumuzu o zaman anlarız, korunan ne demek, Allah’ın koruması ne demek, onun kıymeti nedir o zaman fark ederiz. Ama yaşadığımız dünya hayatı gereği bu kolay görebileceğimiz bir şey değil. Ayet Allah’ın korumasını anlatıyor, bir de müttaki var; dünyada kendini yanlışlardan koruyan. İşte o kendini koruyanlara bu âyette Allah diyor ki; sizin anlamadığınız, bilmediğiniz yerler/olaylar var, orada ben sizi korurum, korunursunuz.
“Allah takvâ sahiplerini kendi başarılarından ötürü kurtarır, onlara kötülük dokunmaz, onlar mahzun da olmazlar.” (Zümer-61)
Takvâ elbisesiyle gelen ikram açıklanıyor: Eğer kişi kulluk ederse, Rabbine kulluk etmeyi seçerse takvâ sahibi olur ve korunur. Bu âyette Allah takvâ elbisesi giyenleri bu başarılarından dolayı koruduğunu, bu elbiseyi giydikleri için onlara kötülük dokunmayacağını söylüyor. O öyle bir elbise ki onu giyenler mahzun da olmaz.
Onlara kötülük dokunmaması şudur: Sistem çalışırken Allah onları korur. Dünya hayatı, kıyâmet, diriliş, hesap günü sistemleri çalışırken mecburi yürüyen bu sistemin öyle muazzam ve öyle dehşet veren bir manzarası var ki, öyle bir manzara oluşuyor ki, o manzaranın ürküten hâlinden Allah sizi korur. Mecbursunuz, o manzaranın, o fotoğrafın içinde bulunmak zorundasınız. İşte o fotoğrafın korkunçluğundan, o fotoğrafın tesirinden, o fotoğrafın size yapacaklarından Allah sizi korur. “Size kötülük dokunmaz” dedikleri, sistemin zararlarından ve manzaranın korkunçluğundan korunur.
 “Ey, kullarım! Bugün size bir korku yoktur. Siz mahzun olmazsınız da.” (Zuhrûf-68)
“O en büyük korku (ölüm) onları mahzun etmez ve melekler onları (şöyle) karşılarlar: “İşte bu, va’dolunduğunuz sizin gününüzdür.” (Enbiyâ-103)
Anlıyoruz ki, bir korku ve mahzunluğun olmaması için olmazsa olmaz şart Allah’a kulluk etmektir. Bu önemi hep vurguluyoruz ama o iş nasıl olacak?
“Onlara bir korku ve mahzunluk yoktur.”
Bu müjde Bakara; 38, 112, 262, En’am-48, Yûnus; 62, 63, Ahkâf-13 gibi âyetlerde var. Allah’a kulluk etmek vurgulandıktan sonra “İşte böyle kulluk edenlere korku ve mahzunluk yoktur” denir. “Korku ve mahzunluk yoktur” hâli Veli’ye has sanılır ama öyle sanılmamalıdır. Aslında Veli derken kastedileni de iyi tanımlamak lazım. Çünkü Allah’ın velisinin tarifi yoktur. Onu biz tarif ediyoruz, Nefs-i Mutmainne diye bir sınır koyuyoruz, oradan itibaren Veliyullah diyoruz ama yalnızca o kişi için korku ve mahzunluk yoktur gibi bir anlayış çok doğru olmaz. “Korku ve mahzunluk yoktur” hali yalnızca onlara değil.
Mü’min olana korku ve mahzunluk yoktur
Bu tarifi yanlış anlayan ve anlatanlar da var. Tasavvufla uğraşırken saptığının farkında olmayan, general tanrı noktasına gelmiş olanlar kendilerinden korkunun silindiğini söylerler, Allah korkusunu bile silinmesi gereken bir korku zanneder, böyle açıklamalar yaparlar. Birisini Allah’tan korkuyor görse “Sen henüz olmamışsın, sende hala korku ve mahzunluk var” diye onu uyarırlar. Dikkat edin, korku ve mahzunluğun kalkması Allah’a karşı değildir, Allah’tan korkmayacaksınız demek değildir. Efendimiz (SAV) “Allah’tan içinizde en fazla ben korkarım. Çünkü O’nu en fazla tanıyan benim. Allah’ı ne kadar tanırsanız o kadar korkarsınız.” buyuruyor. Onlara göre Efendimiz hiç olmamış demektir. Olur mu hiç! Korku ve mahzunluğun kalkması, sistemin oluşturduğu manzaranın verdiği korkuların kalkmasıdır. Âyetlerden öğreniyoruz, korku ve mahzunluk bir mü’minden öyle kalkar ki dirilişte/ba’s oluşta yüzü pırıl pırıl ve gülerek kalkar gider. Mü’min öyle iken, yalanlayanlar dehşet içerisinde, kafalarından yürür vaziyette, yerde sürünür olarak, yüzleri mosmor olmuş, göğüsleri korkudan katran gibi kararmış halde olacaklar. Ve bu uzun bir hayat…
Ba’s ile başlayan süreci öyle bir iki saniyelik bir şey düşünmeyin. Yıllarca sürecek uzun bir hayat. O bir hayat tarzı. Çok sonra hesap günü var. O hesap günü konuşma sırasında mü’minlere “Niye siz böyle rahatsınız?” dediklerinde, “Biz bunları dünyada duyduk, ona göre de yaşadık, bu günleri biliyorduk, şimdi bizim günümüz. Siz bize dünyada gülüp durdunuz, işkence yapıp durdunuz, alay edip durdunuz, çiğneyip durdunuz. Biz bu günü bekliyorduk. Bugün hesap ve hesaplaşma günü, kasaya gideceğiz” diyecekler.
“Korku ve mahzunluk yoktur” denilen hali yaşayan kişi mü’min olandır, o hali veli ile sınırlamayın. Korku ve mahzunluğun kalkması esas ahiret için olsa da dünyada da geçerlidir. Ama korku ve mahzunluğun kalktığını biz dünyada çok fark edemeyiz. Fark etmediğimiz için o hali görmediğimiz, bilmediğimiz velilere veririz. Görmüyoruz ya. Biz zaten anlamadığımız cümleleri, görmediğimiz insanları, uydurduğumuz karakterleri, boş işleri severiz…
İnsan korunduğunu, korku ve mahzunluğun kalktığını bu dünyada nasıl anlar, yanlış birisinin hayatla ilgili korku ve kaygılarıyla kendimizi kıyaslayınca fark ederiz. Görürsünüz ki siz onun korktuğu şeylerden korkmuyorsunuz. O nelerle meşgul, siz neyle meşgulsünüz. Demek ki sizden de korku bir yönüyle kalkmış, bu dünyadayken kalkmış. Ama korku ve mahzunluğun kalkışı asıl ahirette çok net fark edilir.
Çünkü; orada geçerli tek şey Kur’ân ve Îman’dır. Bunlarla korunduğunu o gün insan çok açık görür, o gün çok net görürsünüz. Çünkü korunmayanları gördünüz. Korunmayanlardan olmadığınızı görünce nasıl korunduğunuzu bilfiil anlarsınız.
Korku ve mahzunluğun olmadığı hâli önce doğru anlamalıyız, sonra da onun yalnızca velilere ait olmayıp Efendimiz SAV’in açıkladığı şekliyle Billahi anlamda inanmış bütün mü’minleri kapsadığını unutmamalıyız. “Onlar için bir korku ve mahzunluk yoktur” hali “Âmenû Billâhi ve amilus sâlihâti” kapsamında olanlar içindir, doğru îman eden ve o îmanına uygun amel yapanlar içindir, bunun esas fark edilişi de hesap günüdür.
Merhamet ediver Allahım…

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti