Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

MODAYI BIRAK, TAKVA ELBİSENE BAK!

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 2 Mart 2017 Perşembe 12:43:47
 

– 37-
Zümer Suresi 66. ayette Allah’a kulluk yapmak ve şükür iki öneri olarak zikredilmiş:
“Hâyır (dûniHİ düşünme)! Sadece Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol.” (Zümer-66)
 “Hâyır” uyarısı Kur’ân’da sık gördüğümüz bir mânâdır. Meâller “Hâyır”ı yazar geçer, genellikle bir parantez açmaz. Açmışsa da “Öyle değil” yazıp geçer. Doğrudur, yani öyle değildir. Ama okuyan birisi biraz tefekkür etmek istese sorabilir: “Öyle değil” ne demek, yani nasıl değil? Düşündüğüm gibi değilse ben acaba nasıl düşünüyorum? Nasıl düşünüyorum da düşündüğüm gibi değil, beni aydınlat. Yanlış düşündüğümün farkında olmayabilirim, bana neyi yanlış düşündüğümü bir söyle. Bunu bilmediğim için sapıyorum zaten. Nasıl yanlış düşündüğümü anlat ki öyle düşünmeyeyim. Âyetlerdeki “Hâyır”lar neden çok önemlidir? Çünkü oralarda uyarıldığımız şey dûniHİ algıdır, dûniHİ düşünüştür. “Sen dûniHİ düşünüyorsun, bu iş öyle değil. DûniHİ düşünme, Allah’ın dışı var sanma. Allah’ın dışı var da orada müstakilen var ve muhtar varlıklar var sanma” demektedir. Âyetlerdeki “Hâyır”lar bize bunu söylemektedir. Zümer-66 da bunu söylüyor. Bu yüzden oradaki “Hâyır”ı parantezle şöyle açıyoruz; hâyır (dûniHİ düşünme). Peki, nasıl düşünelim? Âyet açıklıyor: Sadece Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol. Eğer dûniHİ düşünürsen, Allah’ın dışı var sanarak oraya bir hayat bina edersen, o hayata da müstakil fikirler koyarsan, onlara göre de hayat tarzı oluşturursan, hatta onları kendine Rab ve tanrı edinirsen yanlış olur. Kur’ân’ın “Hâyır” deyişinden çok net olarak şunu anlıyoruz: DûniHİ algı ve zann’larından sıyrıl, Billâhi algı ile düşünerek yaşa. Kendini Billâhi algıya sabitle ve Allah’a kulluk et. Yani Allah nasıl öneriyorsa öyle yaşa. Ve şükredenlerden ol. Billâhi algıda sabitlenmek şükür halidir. Zümer-66’da ikisi yan yana geldi; kulluk et ve şükredenlerden ol.
İki farklı şükür
Âyetin “Şükredenlerden ol” deyişini iyi anlamak lazım. “Şükredenlerden ol” önerisini şöyle düşünün. Birisi size “Şu bileti al, otobüse binenlerden ol” dese ne yaparsınız? Otobüse biner, binenlerden olursunuz. Elinizde bilet “Otobüse bineceğim” diye dolaşmazsınız. ”Şükredenlerden ol” demek de “Şükür otobüsüne bin” demektir. Otobüse bin, koltuğa otur. Ama sen koltukta değilsin, elinde bilet, “Şükür, şükür” diye terminalde dolanıyorsun. Bir yere gittiğin yok. “Allahım sana şükrediyorum” demek elbette çok önemli ama otobüse binmişseniz. Annenize gitmek için yoldasınız, ona “Anneciğim geliyorum” diye seslenebilirsiniz. Zaten otobüse binmişsin, gidiyorsun, “Anneciğim, geliyorum” dersin, otobüsün hızıyla bu cümleyi ne kadar candan söylersin. Ama “Anneciğim sana geliyorum” deyip terminalde dolanıyorsun. Hâyır, yolda değilsin, dışarıda dolaşıp duruyorsun. Bir bu, bir de otobüse binip şükredenin hali var, iki farklı şükür. Şükredenlerden olmak nedir, âyet açıklıyor: DûniHİ algı ve zann’larından sıyrılır Billâhi algıda sabitlenirsen şükredenler sınıfına girmiş olursun. O zaman şükrettiğini söyle. Çünkü zaten gidiyorsun. O sevinçle gördüklerini söyle, ne kadar güzel olur.
“Şükredenlerden ol”un bir başka mânâsı “araştır” demektir; önüne serilen bu imkânları araştır, tefekkür et ve dûniHİ algıdan sıyrılmanı kolaylaştır. Çünkü araştırmak seni Allah’a ulaştırır. Böylece verenin kim olduğunu Billahi idrakla öğrenirsin, “Veren, yaratan Allah’tır” dersin, şükretmiş olursun. Kur’ân’dan öğreniyoruz ki, sen şükredince Allah sana fazla fazla verecek. Dünya hayatında bu fırsatı kaçırmamak lazım.
Bu âyet vesilesiyle şu hadise gelelim. Efendimiz (SAV) Muaz bin Cebel Radıyallahu anh’e bir öneride bulunarak bize bir dua öğretiyor: “Ya Muaz, seni çok severim. Sana bir öneride bulunayım da yap. Salâtlarında selâmdan önce bunu oku:  Allâhümme eınniy alâ zikrike ve şükrike ve husnü ıbâdetike.” Efendimiz (SAV) bize bir sesleniş öğretiyor: Allahım, sana olan zikrimi, seni hatırlamamı, anmamı, seninle ilgili düşünceyle fiiller üretmemi, fikir, arzu, istek nelerim varsa hepsinin seninle ilgili ve senin razı olduğun şekilde olmasını ve sana şükrümü ve senin razı hoşnut olduğun kulluğumu güzelleştir, artır, çoğalt. “Allâhümme eınniy alâ zikrike ve şükrike ve husnü ıbâdetike” böyle güzel bir duadır.
Âhiretin işi dünya işi gibi akmaz
“(De ki; bu kitab), Allah’tan başkası (Müstakilen VAR sanıp o)na kulluk etmeyesiniz diye indirildi. Şüphesiz ki; ben, O’nun tarafından size (gönderilmiş) bir uyarıcı ve bir müjdeleyiciyim.” (Hûd-2)
Meâllerde parantez içi ya yoktur veya böyle değildir. Çok önemli olduğu için devamlı hatırlatıyoruz; kelimelere dikkat etmek gerekiyor. Âyet ve hadis anlatımlarında okuyanın dûniHİ algısını kuvvetlendirecek kelime, cümle kullanmak çok tehlikelidir. Kişi zaten o algıda, sen bu anlatımınla onu oradan çekip alamazsın. Kelimelere çok özen göstermek lazım. Ama normal hayatta bu özeni gösteriyoruz. Diyelim ki yavrunuz sinemaya gitmek istiyor, kendine böyle bir algı oluşturmuş, film, dışarı çıkmak gibi bir söz geçince hemen konuya giriyor. Siz gitmesini istemiyorsunuz, eşinizle aranızda anlaşıp ona sinemayı hatırlatacak kelimeleri kullanmıyorsunuz. Normal hayatta bunu yapıyoruz, Allah’ın işine gelince aynı özeni neden göstermiyoruz? İnsan zaten dûniHİ algıda, sürekli Allah’a küfür içerisinde, onun dûniHİ halini (Allah’ın dışı var ve kendisi de orada zannını) sabitleyecek kelimeler kullanamazsın. Değilse kişi o algıdan çıkamaz! Eğer âyet ve hadislere öyle meâl verirsen kişi yaşadığı yanlış hayatı doğru zanneder, “Bakış açım ve yaşantım doğruymuş” der. Senin yüzünden!
Kur’ân’ın anlattığı hayat tarzının dünyadaki bir şeye benzemesi, hele de aynı olması mümkün değil. Ahiretin hiç bir şeyi bu dünyaya benzemez, sakın yanılmayın. Bu dünyaya benzeyen bir şey yapıp da “Ahirete hazırlanıyorum” diyorsanız büyük ihtimalle yanılgı içerisindesiniz. Benzemez, hele çok kolaysa hiç benzemez. Dünyanın işi kolaydır. Ahiretin işini kolay yapamazsınız, dünya sistemi sizi bırakmaz. Dikkat edin, salât ikame edeceksiniz, on dakika seccâdede duramıyorsunuz. Yeri süpürüyorsun, halıyı kaldırıyorsun, camı siliyorsun, markete gidip geliyorsun, bunları yaparken hiç üşenmiyor, yorulmuyorsun. Ama seccâdede on dakika duramıyorsun. Düşünebiliyor musun zorluğu? Âhiretin işi dünya işi gibi akmıyor, akmaz. O yüzden “Rabbi yessir ve lâ tuassir, Rabbi temmim Bil hayr” duâsı var: “Rabbim işimizi kolaylaştır, zorlaştırma, sonunu da hayrlı eyle. Allahım iflas edenlerden olmayalım, sonunu hayrlı eyle, razı oluver.”
“Allah’ın dışı” yok ki
Kelimelerin nasıl önemli olduğunu buyurun birlikte görelim. Hûd Sûresi 2. âyete eğer; “(De ki; bu kitab), Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye indirildi” şeklinde meâl verirseniz doğru olmaz, konuşma dilinde mânâ böyle bile olsa meal doğru olmaz. Evet, Arapça konuşulan bir ülkede insanlar aralarında o kelimeyi mânâda kullanırlar. Ama insanların aralarında konuştukları mânâlarla Kur’ân meâli yapılmaz. Halk öyle konuşuyor, fakat o esfele sâfiliyn hayat. Siz meâlen “Bu kitab, Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye indirildi” derseniz, “Başkası var ama ona kulluk etmeyin” gibi anlaşılır. Bunu okuyunca kişi “Başkasını değil Allah’ı tercih ediyorum” der. Ayeti Allah’ın vasıflarına uygun meâllendireceksek mânâ şöyle olur: “(De ki; bu kitab), Allah’tan başkası (müstakilen var sanıp o)na kulluk etmeyesiniz diye indirildi.” Dışı, başkası var sanıp, uydurup, sonra da ona kulluk etmeyesiniz diye indirildi. Anlıyoruz ki: Allah’tan başkası varmış gibi bir mânâ içeren meâl Kur’ân’a terstir. Allah dışında “müstakilen VAR ve muhtar” bir varlık varmış gibi meâl yapılamaz. Bu, Lâ ilâhe İllallah Kelime-i Tevhidi’ne ve İhlâs Sûresi’ne uymaz. İnsan beyni zaten dûniHİ algıda, o meâli okursa o algıdan hiç çıkamaz. Onu o algıdan çıkaracak anlatımlar gerekiyor. Âyetteki önem bu: Kendinizi veya başkasını müstakilen var sanıp da ona göre bir hayat tarzı oluşturmayın. Kişi, beşerin önerdiği bakış açılarını, hayat tarzlarını kabul etmekle onları Allah dışında müstakilen var ve muhtar ilan etmiş oluyor, önerilen o öğretiye göre hayat tarzı oluşturmakla da ona kulluk etmiş oluyor. Bu yüzden uyarılıyoruz: Rasulüm de ki; siz Allah’a göre bir hayat tarzı oluşturasınız diye bu kitap geldi. İşte ben de Allah tarafından size gönderildim, bu konuda sizi uyarıyorum. Eğer buna uyarsanız sizi müjdeliyorum.
“De ki: Bana, diyni Allah’a halis kılarak O’na kulluk etmem emrolundu.” (Zümer-11)
Efendimiz (SAV)’e hitaben buyruluyor: Onlara de ki; bana, dîni Allah’a halis kılarak O’na kulluk etmem emrolundu. Dîni Allah’a halis kılmak nedir? Buna normal hayatta bir mânâ veremeyiz. İnsanlar bu mânâda konuşmuyor ki. Bunu normal hayattaki bir mânâ ile meâl yaparsak olmaz. Peki, âyeti nasıl anlayacağız? Şimdi anlayacağımız bir cümle kuralım, doğru olmak üzere benzer cümleler de elbette kurulabilir. Dîni, yani sistemi Allah’a halis kılmayı nasıl anlamalıyız? Göklerin ve yerin yaratılışını, dünya hayatını, hayat tarzını (ne olursa olsun tüm hayat tarzlarını), kısacası evreni yani ef’al âlemini Allah’ın dışı var sanıp oraya konuşlandırmayacaksınız, oraya yerleştirmeyeceksiniz. Göklerin ve yerin yaratılışını, yaşadığımız dünya hayatını ve tüm hayat tarzlarını Allah’ın dışı var sanıp onları oraya yerleştirirseniz, dîni Allah’a halis kılmış olmazsınız. Bu tarif gözümüzle göremediklerimizi de kapsamasını istiyorsak, bütün evreni yani ef’al âleminin tümünü, hatta mânâ âlemini de buna dâhil etmeliyiz. Dîn/sistem adı altındakileri, Allah’ın dışı var sanıp oraya konuşlandırırsanız dîni Allah’a halis kılmış olmazsınız.
Dîni Allah’a halis kılmak Allah’a karşı samimi olmak değildir. Samimiyet farklı bir şey! Puta tapanlar da putlarına samimiler. Daha bir kaç yüz yıl önce, Güney Amerika’da bir tapınak açılışında binlerce insanı canlı kurban ediyorlar. Arama motorlarından sayısını, yerini bulabilirsiniz. Orada bir kaç bin insanı kurban edenler samimi değil mi? O kadar samimi ki taptığına insan kurban ediyor. Ona “Samimi değilsin, korkmuyorsun” diyebilir misin? Taptığı puttan, inandığı bâtıldan öyle korkuyor ki onun zulmünden, gazabından korunmak için kan akıtıyor, binlerce kişiyi kurban ediyor. Dünya sistemine göre bir samimiyet ölçecek olsan, belki câmiye gidenlerden daha fazla samimiler. Dolayısıyla, ihlaslı olmayı samimi olmak diye anlatamayız. Zaten ne öyle uygulayabilen var, ne öyle inanan var. Samimi olmak, Allah dışında bir şey yok’u anlamaktır, Allah’ın dışı var sanmamaktır; İhlâs budur. Allah’ın dışı var sanıp orada varlıklar ve hayat oluşturmak samimiyeti bozar. İşte o kişiye “sen samimi değilsin, sen Allah’ın vasıflarına ters hareket ediyorsun” denir.
Zümer 11’in uyarısından, “De ki; bana, diyni Allah’a halis kılarak O’na kulluk etmem emrolundu” ayetinden anlıyoruz ki; Allah’ın dışı var sanıp ef’al âlemini oraya yerleştiren inanış yasaklanıyor, Âmentü Billâhi idrakıyla Allah’ın önerdiği hayat tarzını oluşturmak emrolunuyor.
Moda olan giysiler mi, takva elbisesi mi?
“Ya Nâs (Ey, insanlar)! Sizi ve sizden öncekileri halk etmiş olan Rabbinize kulluk edin ki, belki takvâ sahibi olur, korunursunuz.” (Bakara-21)
Allah’a kulluk etmekle şükredenlerden oluyorduk. Şimdi bize başka bir tanımla müjde var: Rabbinize kulluk edin ki belki takvâ sahibi olursunuz/korunursunuz. Âyetteki takvâyı biraz anlamaya, yani hayatımızda bir amele çevirmeye çalışalım. Takvâ başlı başına uzun bir konu, bir kaç cümleyle sadece bir yanını görelim.
“Ey, Âdemoğulları! Size ayıp yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise yarattık. Takvâ elbisesi, işte o daha hayrlıdır. Bunlar Allah’ın âyetlerindendir. Belki düşünüp öğüt alırlar.” (A’râf-26)
Rabbimiz normal hayatta örtünmek için kullandığımız şeyleri örnek vererek “Onları da ben verdim, ben yarattım” diyor, tefekkür etmemiz, şükretmemiz için bizi uyarıyor. Ayette önemli bir uyarı daha var: Takvâ Elbisesi! Bu yeni bir elbise! Rabbimiz diyor ki: Size örtünmeniz, süslenmeniz için elbise verdim ama bir de Takvâ Elbisesi var, işte o daha hayrlıdır. Diğerini giymeyin demiyor. “Takvâ elbisesi sizin için daha hayrlıdır” âyetini okuyunca takvâ elbisesini diğerinin alternatifi gibi anlamayın. Ayet “o elbiseye mutlaka sahip olun” önerisidir. O elbiseye nasıl sahip oluruz? Bakara-21 uyardı: Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri halk etmiş olan Rabbinize kulluk edin, belki takvâ sahibi olur, korunursunuz. Yani, Rabbinize kulluk ederseniz takvâ elbisesini bilirsiniz, giyersiniz.
Bu elbiseyi biraz anlamaya çalışalım.
Dünya hayatına dikkat edin, “örtünmeniz ve süslenmeniz için” diye bahsedilen libas/giysi, o kadar önemli hale gelmiş ki. Nasıl bir endüstri, nasıl bir moda sektörü var ve insanları peşinden nasıl sürüklüyor. Ayet bize “Ey, Âdemoğulları! Size ayıp yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise yarattık” dedi, biz de kabul edip geçtik. Ama dışarıdakiler öyle yapmıyor, dünyayı “giysi” üzerinde döndürüyorlar. İnanan kişi “Öretecek bir giysim var, ona da şükür” deyip geçer ama moda sektörü sırf “giysi” üzerine. Filmler, romanlar, yarışmalar, etkinlikler, kriterler hep bunun üzerine, bunun üzerine müthiş bir para harcanıyor. Tabi bu bir tercih, onlar takvâ elbisesini tercih etmiyor, kabul etmiyor ve öyle yapıyor. Ama âyet bizim için bir uyarı: Evet, bu yatırımlar var ama bir de takvâ elbisesi var. Sen o yatırımlara, o uğraşlara bakma, o bir esfele sâfiliyn tuzağı. Bir kaç şirket birleşir de holding olur, o holdingdeki şirketlerin birer genel müdürü vardır, bir de holdingin genel koordinatörü vardır. Bu işlerle meşguliyetin her birini birer şirket düşünürsek hepsinin bir yöneticisi var ve hepsi birden bir holding. O holdingin başında da bir şeytan genel koordinatördür, o yönetmektedir… O ayrı iş. Âyet bize, “Bir de takvâ elbisesi var, o sizin için daha hayrlıdır” diyor.
Elbise işini fark etmiş olan bir zat normal toplum yaşantısı için diyor ki: Öyle elbiseler gördüm, içinde insan yoktu. Öyle insanlar gördüm, üstünde elbise yoktu. Neyi önemsemiş? Elbisenin dışında başka bir şeyi.
Elbiseyi çok önemseyenler için Nasreddin Hoca’nın bir de fıkrası var. Bir davete gidiyor ama hocaya iltifat eden yok, karnı da aç, ziyafette yer bulamıyor, bir yere oturamıyor. Ama hemen işi fark ediyor, koşuyor eve. Kürkünü giyip geliyor. Kürkü giymiş görünce kapıdakiler, “Buyur hoca efendi, buyur hoca efendi” deyip onu önemli bir yere oturtuyorlar. Halbuki biraz önce de geldi ama üstünde kürk yoktu. Önüne güzelce yemeğini koyuyorlar. Anlaşılıyor ki bu yemek kendine değil, kürke. O zaman diyor ki; ye kürküm ye. İşte elbise böyle bir şey.
Hayatımızda takvâ elbisesinin yeri ne, işte ona hiç bakmayız. “Takvâ elbisesi sizin için daha hayrlıdır” âyetine rağmen onu hiç önemsemeyiz, hiç araştırmayız. Ama Allah’ın en önemli hediyesine de tâlibiz. İnşâAllah Rabbim bağışlar. Takvâ elbisesi giyilen bir şey değil, bir çaput değil. Ama bir elbise. Örneğin birisi modaya uygun bir kreasyona sahip olsa, ona baktığınızda “Giydiği şu moda” dersiniz. Belki öyle bir moda giymedi ama siz onu şu modayı takip ediyor diye tanımlarsınız. Öyle bir şey yapacaksın ki sana “takvâyı takip ediyor” denecek, takvâ elbisesi öyle bir şey. Öyle bir halin olacak ki evrende sana “Bu kişi takvâyı takip ediyor” denecek. Normal hayatta “Şu modayı takip ediyor. Onu şu kişi giydiriyor. Bu tasarım şunun” denildiği gibi, sana da denilecek ki şu hâl takvâyı takip hali, takvâ hali. O hal renginden anlaşılır mı? Anlaşılır. Takvâ elbisesini bilirseniz onun rengini görür, onu renginden tanırsınız. O rengin ismi Sıbğatallah’tır; Allah’ın boyası. O elbise Allah’ın boyası ile boyanmıştır. Eğer kişi takvâ elbisesini giyerse, Allah’ın boyası orada olursa hiç bir boya ona yapışmaz, o boyanın üstünde bir başka boya olmaz. Onu bize Bakara Suresi söyler: “Sıbğatallah (Allah boyası). Boyaca Allah’tan daha güzel kim olabilir? İşte biz O’na kulluk edenleriz.” (Bakara-138)
Âyette çok mânâ var, biz yalnızca takvâ elbisesiyle ilgili bakıyoruz: Takvâ elbisesinin boyası Allah’ın boyasıdır, Sıbğatallah. Elbisesi ve elbisesinin boyası en güzel olan Allah’tır. Başka olabilir mi? Bu yüzden, biz O’nun dediği gibi giyiniriz, yani biz O’na kulluk ederiz, O nasıl diyorsa öyle yaparız. Semi’na ve eta’na; işittik ve itaat ettik Allahım.
Takvâ elbisesi öyle bir şey ki, çıplak bedeni düşündüğünüzde o bedenin dilidir, önce budur; bedenin dili. Ve bir de giydiğin elbisenin dilidir. Bedenin dili + elbisenin dili ikisi birlikte takvâ elbisesini oluşturur. Ona baktığınızda “Bu tarz takvâdır, bu moda takvâdır” dersiniz. Boyasını da görürsünüz, “Allah’ın boyasına boyanmış, belli” dersiniz.
Bu durumda, mü’minler için takvâ elbiseyi tanımak önemli olur. Çünkü dünya yaşantısında elbise nasıl kriterse, takvâ elbisesi de mü’minin kriteri olur; takvâ elbisem var mı? Hâli, duruşu, eli ayağı, başı, gözleri, bakışı, her şeyi buna dâhildir. İnşaAllah yarın o elbisenin ana özelliğine işaret eden bir âyetle takvâ elbisesinin esas özelliğinin ne olduğunu göreceğiz

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti