Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

MÜTEKEBBİR’İ ANLAMAK – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 5 Nisan 2017 Çarşamba 16:23:10
 

İnsan Allah’ın kalemidir, insan Allah’ın kalemlerinden birisidir. Çalışırken masanızda bir sürü kalem nasıl oluyorsa, insan da Allah’ın kalemlerinden biridir. Bu cümleden sonra biraz derine girelim: İnsan bu kalemle kendi hükmünü kendisi yazıyor. Bir kalem ki kendi hükmünü kendisi yazıyor. İnsan bir kalemdir ve o kalem sonuçtaki hükmü neyse onu kendisi yazar. Elbette kesret diliyle söylüyoruz.
İnsan kendi hükmünü çizer, şekillendirir
Bu konuyu kafamızda şekillendirebilmek için “harf” kelimesine bakalım. Normal hayatta yazı bizim için önemlidir. Neden? İletişim, yazı, bilgi toplama, bilgi aktarımı, arşiv çok önemli olduğu için. “Her şey algıdır” diyoruz ya, dikkat edin harf denilince biz yazdığımız harfleri algılarız. Esasında harf şekil demektir. Biz onu okuyabileceğimiz şekillere çevirerek şekli kullandığımız için o şekle harf diyoruz. Onlar harf mânâsından yararlanarak oluşturduğumuz şekillerdir. Dolayısıyla harf yalnızca o değildir. Harf şekildir ve şekiller Allah’ın kalemleriyle yazılır. O yüzden “İkra”nın başka mânâsı vardır. “Oku” denildiği zaman okunacak harfler kitap harfleri değildir. İkra Allah’ın kitabını oku demektir, Allah’ın yazdığını oku demektir. Oradaki şekiller her biri bir harftir. Şimdilik oraya şekil diye bakalım.
İnsan Allah’ın kalemlerinden birisidir ve o kalemle çeşitli şekiller yapılır. İnsan kendisi için şekiller yapar, bunlar onun sonra kullanacağı şekillerdir. Yazmayı okumayı yeni öğrenen bir yavrunun eline resim dersinde araçlar ve büyük bir kâğıt verip “Neler istiyorsan haydi çiz” dediniz. O da “Araba istiyorum, şunu istiyorum, bunu istiyorum” diye isteklerini çizdi. Aynısını insan için düşünün. Hayat ekranında/defterinde kendisi bunu çizer, sonra da onları alır. Yaşarken kendi hükmünü çizer, şekillendirir. Bundan gâfil olan insan kendisi için yalan yanlış şekiller çizer, haberi yok. Sonra o şekillerin hepsini, “Sen bunları istedin” deyip ona/arabasına yükleyecekler, “Evine götür bunları” diyecekler. “Bunlar orada ne işime yarar?” dediğinde “Sen çizdin!” derler. “Ya Rabbi, beni dünyaya yeniden gönder de burada işime yarayacak şeyler çizeyim” dediğinde “Olmaz. Çizdin bitti, bir daha çizemezsin” denilecek.
Kesret âleminde o kalemle şekil Allah indinden çizilirse, o kesret âleminde Allah’ın Kelimesi olur. Örneğin Hz. İsa aleyhisselam. O Allah’ın kelimesidir. Oysa biz de daima o şekilleri çizeriz.
Kalem, Sahibinin istediği gibi mi yazıyor?
İnsan öyle bir kalem ki yaptığı iş yalnızca bir fiziksel çizgi değil. Duygular şekle dönüşür, arzular şekle dönüşür, tüm fiiller, her şey şekle dönüşür. Nasıl dönüşmez, sen Halifetullahsın! Allah dünyayı kendisi için nasıl yarattıysa, ilahlık iddiasında bulunan da kendi dünyasını yapar. “Yaratır” demiyoruz. O işi ilah yapar çünkü. Yapar! Yapar ve onu götürür. Bunu anlayan talip, yanlış şekil çizmemek için, yanlış yapmamak için sahibine sığınır, “İyyâKE na’budü ve iyyâKE nesta’iyn.” der…
“Aman arabama yanlış eşyalar yüklemeyeyim” deyip korktuk ve sahibimize sığındık; “İyyâKE na’budu ve iyyâKE nesta’iyn” dedik.
İşte huşû, salâtta da böyle bir şekildir. Salâttaki hareketler harftir, onunla yazı yazarsınız. Öyle bir yazı yazarsınız ki o yazının oluşturduğu sûret size çok lazımdır. Oradan dünyaya ait bir sûret çıkmadığı için, yani gözle gördüğünüz bir sûret çıkmadığı için peşine düşmezsiniz ama onu gören bir göz olsa o peşine düşer ve ister ki herkes o şekli çizsin. Ama âyet diyor ki: Ne kadar hırslansan da herkes o yazıyı yazmaz, sen sevdiklerine o yazıyı yazdıramazsın. Salâttaki huşû işte bu yazıyı yazmaktır. O yazıyı yazabilmeniz için ön şart şudur; sizin müstakilen var ve muhtar bir kalem olmamanız lazım. Odun gibi müstakil durursan (huşu olmadığı için) o kalem yazmaz. Çünkü hep sen gözüküyorsun, “Varım ve muhtarım” diyorsun. “Varım ve muhtarım” deyince kalem yazmaz. Kalem aslına teslimdir. Eğer kalem odun gibiyse yanlış yazar, hep cehennemlik şeyler yazar. Odun gibi kalem oduna yönelik şeyler yazar, Allah muhafaza etsin, o kalem cehennem odunu olur. Cehennemin odunu insanlar ve taşlardır değil mi? Dünyada odun gibi duran o kalem sonra cehennem odunu olur. İnsanı “Cehennem odunu” diye tarif eden âyet var. İşte o kalem orada ateş vesilesi olur. Dolayısıyla kalemi önemsemek ve ne yazdığına dikkat etmek lazım: Sahibinin istediği gibi mi yazıyor? Biz o kalemin Sahibinin razı olduğu şekilde yazmasına “Allah’a kulluk yapmak” dedik. “Allah’a kulluk yapma”ya farklı isimlerle nasıl bakılır ve bu nasıl yapılır, paylaşımlarımızda onu anlamaya çalışıyoruz.
İki şekil vardır; karanlık şekil, nurlu şekil.
Salâtta bir yazı yazdığımızı bilmek ve onu önemsemek lazım! Salâtta ne yazdığını bilmesen bile yazdığın harf okunur, o kelime okunur. Okuma yazma öğrenmeye çalışırken bir kelimeyi öğrendiğinizde anlamını bilmeden onu şeklen yazarsınız. Siz anlamını bilmeseniz bile okuyan birisi onun anlar, oysa onu yazan okuyamıyordu, manasını bilmiyordu. O okuma bilmiyor diye yazdığı yazı okunmazlık yapılmaz. Salât böyle bir şeydir. En alt seviyeden bile olsa bu şekli oluşturuyorsanız, siz okuyamasanız da evrende o okunur. Hatta o şekiller o kadar parlar ki, onları semâ ehli fark eder, görür. Efendimiz (SAV) buyuruyor ki: Siz gökyüzüne baktığınızda yıldızları nasıl parlak görüyorsanız, sema ehli de o şekilleri yerde öyle parlak görür.
İki şekil vardır; karanlık şekil, nurlu şekil. Bakara Sûresi’nden öğreniyoruz ki Allah inananları zulmetin karanlığından alır, nuruna dâhil eder. Nûruna dâhil olduğunuz zaman, o kalemin yazdığı sûretler parlar. İşte huşû böyle bir şeydir, bir sûrettir. O sûreti önemsemek ve yapmaya çalışmak lazım. Eğer esmâ zikirlerinde bu önemsenir de “HÛ” zikriyle bu anlattığımız çerçevede meşgul olunursa, “HÛ” esmasının sûreti yani güzelliği tarif edilemez!
“Az bir pahaya Allah ahdini satmayın. Eğer bilirseniz, Allah indindeki sizin için daha hayrlıdır. Sizin indinizdeki tükenir, Allah indindeki ise Bâki’dir. Sabredenlere gelince, elbette onların ecrini, yapmakta olduklarının daha güzeli ile karşılarız.” (Nahl; 95, 96)
“Satma” kelimesine kısaca bakalım. Satmak takas mânâsınadır: Allah’ın size verdiği imkânları ve O’na bu imkânlarla ilgili verdiğiniz sözü, dünya ile yani geçici şeylerle takas etmeyin. Âyette bir uyarı var: Dünya ile meşgul olayım deyip de takas etmeyin, iyi bir ticaret yapmamış olursunuz!
A’râf-128, çok öğretici ve bu noktada bize tekrar vurgulayıcı bir âyettir: “İsteiynû Billâhi vasbirû: Billâhi anlamla isteyin ve sabredin.”
Meâllerde genellikle “Allah’tan isteyin ve sabredin” diye yazılıyor ama mânâ için bu yeterli değildir. “Billâhi anlamla” isteyin, Yani, “Müstakilen VAR ve Muhtar” iddianızdan sıyrılarak isteyin, “Müstakilen VAR ve Muhtar ancak Allah’tır” diyerek isteyin ve Allah’ın hükmü gelinceye kadar edeple bekleyin. Böyle buyruluyor.
Yûnus-66: “İyi bilin ki Semâvat’ta ve Arz’da ne varsa Allah’ındır. O halde dûnillahi (algı sonucu müstakilen var ve muhtar güçler sandıkları) ortaklara dua edenler (onlardan isteyenler) ancak zanna tabi oluyorlar ve sadece yalan söylüyorlar.” “Muhakkak ki zann, Hakk olan bir şeyin yerini tutmaz.” (Necm-28)
“İşte böyle. Çünkü Allah, O Hakk’tır. DûniHİ (algı sonucu müstakilen var ve muhtar zannettikleri) seslendikleri ise bâtıldır. Muhakkak ki Allah Aliyyül Kebiyr’dir.” (Hac-62)
“Hakk olan doğru sesleniş ancak O’nadır. DûniHİ (algı sonucu müstakilen var ve muhtar zannederek) seslendikleri ise onlara hiçbir şekilde icabet edemez. Onların durumu, ancak ağzına ulaşsın diye suya doğru iki avucunu açanın hali gibidir. Kaynak bulunmadığı için su ona ulaşacak değildir. Kâfirin seslenişi ancak sapıklıktır ve boştur.” (Ra’d-14)
“Rabbiniz dedi ki: Bana duâ edin, size icabet edeyim. Muhakkak ki, bana kulluk yapmaya ve duâya müstekbir davrananlar boyun bükmüş ve küçülmüş olarak cehenneme girecekler.” (Mü’min-60)
Paylaştıklarımızı lütfen
 “doğru mu değil mi?” diyerek okuyun

Anahtar kelimemize geldik: Müstekbir, mütekebbir! Hatırlayın, ayetin “İyyâKE na’budu” kısmını işlerken de anahtar kelime Mütekebbir’di. Bu anahtar kelimeye gelince demiştik ki: Mütekebbir olanlar “İyyâKE na’budu” demezler, deseler de kabul edilmez. Yani Allah’a kulluk etmezler, kulluk yapmayı tercih etmezler, mütekebbirlerse zaten kabul edilmez. Şimdi ayetin “İyyâKE nesta’iyn” kısmındayız, yine aynı anahtar kelime karşımıza çıktı: Rabbiniz dedi ki, bana duâ edin size icabet edeyim. Muhakkak ki bana kulluk yapmaya (İyyâKE na’budu) ve duaya (iyyâKE nesta’iyn) uzak durmaya çalışanlar (İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn’den uzak durmaya çalışanlar, yani bana kulluk yapmak ve bana dua etmek hususunda müstekbir davrananlar) cehenneme gireceklerdir.
Müstekbir davrananlar kimler? Allah’a karşı “Ben de müstakilen varım ve muhtarım” diyenler. Allah’a kulluk yapma açısında ve Allah’tan isteme açısında (yani “İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn” derken) eğer “Ben de müstakilen varım ve muhtarım” diyorlarsa boyun bükmüş ve küçülmüş olarak cehenneme gireceklerdir. Mânâyı genişletmek için sonucu şöyle özetleyelim: “İyyâKE na’budu” demeyenler mütekebbir olanlardı. Yine aynı sonuca ulaştık: “İyyâKE nesta’iyn” demeyenler de mütekebbir olanlar. Söyleseler de kabul görmeyecek olanlar da mütekebbir olanlardandır. Eğer kişi mütekebbir olarak bunu söylüyorsa kabul edilmeyecektir.
Mütekebbir kelimesini daha anlamaya gayret edeceğiz. Bir müslüman için Kur’ân’da bulunan belki de birinci sırada önemli anahtar kelime odur. Ama o hiç anlaşılamamıştır, hem de hiçbir dilde! Mütekebbir bu kadar anahtar bir kelime olmasına rağmen böyle! Paylaştıklarımızı lütfen “doğru mu değil mi?” diyerek okuyun, yani doğru mânâda eleştirerek okuyun inşâAllah. Öyle tasdik edin ki bilgi sizin olsun.
Mütekebbir kelimesi kibirli insan diye çevrilip kibir suç gibi anlatılmıştır, kibir suç zannedilmiştir. Oysa Mütekebbir Allah’tır. Eğer kibir suç ve kötü bir şeyse bu vasfı yüzünden O’na kötü bir sıfat yüklemiş oluruz. Mütekebbir ve kibir kötü bir şey değildir, yüce bir şeydir, çok yücedir. Eğer siz “mütekebbir”i normal hayattaki kibirli insan diye anlar, “normal yaşantıda birbirlerine kibirli davrananlar” diye meâllendirirseniz manayı hiç anlayamazsınız. Âyetlerde öyle yerler var ki orada mütekebbirlik sizin Allah ile ilişkilerinizi anlatır, o âyetleri göreceğiz. Bu yüzden, mütekebbiri anlayabilmek için birincil mütekebbir, ikincil mütekebbir diye ayıracağız. Çünkü bazı âyetlerde mütekebbirlik yaşadığınız ortam için değildir, doğrudan Allah ile ilişkilendirilmiştir. Yani siz ve Allah! O âyetlerin meâllerinde mütekebbir şöyle yazılıyor: Allah’a karşı büyüklük taslayan, Allah’a karşı kibir taslayan, Allah’a karşı büyüklenen. Eğer âyette Allah ve insan varsa böyle yazılıyor. İnsanlar varsa “Birbirlerine kibirli davranan” yazılıyor. Lütfen söyler misiniz; Allah’a nasıl büyüklük taslanır? Mümkün mü, mümkün olabilir mi? İnsanlar birbirine büyüklük taslayabilir, yanlış düşüncede birisi diğerine “Benim şunum senden üstün. Ben senden güzelim, senden iyi düşünüyorum, senden zenginim” diyerek büyüklük taslayabilir. Büyüklük taslayanın mutlaka diğerine göre fazla bir şeyi vardır. Peki, Allah’a büyüklük taslayanın Allah’tan fazla neyi var? O zaman bu meâl olur mu? Kişi meâli okuyor, “Allah’a büyüklük taslamak doğru değilmiş, ben de zaten büyüklük taslamıyorum” diyor. İstiyorsan tasla, nasıl taslayacaksın? Allah’a karşı nasıl büyüklük taslanır? Birisi Allah’a “VAR” demişse nasıl O’na büyüklenebilir? Biliyor ki O Allah! Kendisi ise insan! “Ben senden büyüğüm, ben senden güçlüyüm” diyebilir mi? Demek ki Allah’a büyüklenmek olamaz. Bu yüzden, ayetteki “mütekebbir” kelimesini böyle meâllendirirseniz, bu anahtar kelimeyi hayatta anlayamazsınız ve kullanamazsınız, yani onunla bir yeri açamazsınız. Hâlbuki bu öyle bir kelime ki anlayabilirsek bize ahiret kapısını, cennet kapısını açacak bir anahtardır…

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER