Kendimi bildim bileli spor yaparım.Aktif futbolculuk yaşamımı bitirince futbol antrenörlüğüne başladım ve “ devam” dedim spora… Fırtınalı bir gençlik,su gibi akan zaman içindeki yaşam mücadelesi, liselerde ve üniversitede edebiyat-kompozisyon ve tarih hocalığı ,profesyonel ve amatör liglerde teknik direktörlük, antrenmanlar, maçlar, kamplar, hafif koşular ,yürüyüşler “külltür-fizik filan derken bir baktık ki yaş da yetmişi geçmiş… “Günler gelip geçmekteler/ Kuşlar gibi uçmaktalar” demiş ya ünlü mutasavvıf Aziz Mahmut Hüdai Efendi, işte öyle bir şey…
“Sadede gelecek olursak” zaman, yaş, ve ortam göz önünde bulundurularak sistemli olarak yapılan sporun sağlık için faydalı olduğu su götürmez bir gerçek artık…Spor yapmanın yaşı yoktur.
Fiziksel ve ruhsal yetenekleri , amaca uygun olarak geliştirmek ve gerektiğinde bunlardan en iyi biçimde faydalanmak için düzenli, dengeli olarak yapılır spor.Yürüyüş de orta yaş üstü kişiler için en ucuz en kolay ve faydalı bir spor dalıdır .Ben hemen her sabah Hıdılık’a çıkarım ,Deper çeşmesinin önünden bazen Ataköy’e doğru bazen de “arküstünden”Taşpınar’a Ballıpınar’a doğru yürürüm…
Yürüyüş sırasındaki izlediğim eski Afyonkarahisar panoraması alır götürür beni yıllar öncesine;ancak demem o değil..pazartesi sabahı saat 09.00 sularında Deper Çeşmesi’ne yaklaşırken bir duman kokusu geldi burnuma, elli metre daha yürüdüm ,gördüm ki kurumuş yaprakları yakan birkaç kişi… Her yıl bu mevsimde yapılan rutin bir iş…Duman arkasındakilere seslendim “Niye yakıyorsunuz bunları; bakın spor yapıyoruz burada” (Çeşmeden su dolduran üç beş kişi de bana doğru baktılar )Dumandan pek rahatsız görünmeyen görevli bir kişi (beni tanıyor olacak ki) “Hocam bize verilen emir böyle” diye cevap verdi “ Bu kuru yaprakları yakanlar gün gelecek yuttukları bunca duman nedeniyle hastalanacaklar ,sağlıklı olan kişilerin de verdikleri vergilerle yapılan sağlık kuruluşlarında tedavi olacaklar,yine aynı kişilerden toplanan vergilerle ithal edilmiş,üretilmiş ilaçları kullanacaklar ,bunlar bile kurtarmayacak onları belki de…”diye bir sürü düşünceyle devam ettim yoluma…Bulvardan aşağıya inerken ağaçlardan düşmüş, sararmış kuru yapraklar…Ağaçlardan ayrılmanın hüznü içinde rüzgarın insafına kalmışlar sanki…Hiçbir zararları yok ;çevreyi de kirletmiyorlar,bilakis bu hüzünlü tabloyu tamamlayan tarifsiz renkler…
Kuru yaprakları yakmak yerine ya öylece bırakmak ya da toplayıp “gübre olurlar” diye açık araziye serpmek daha mantıklı değil mi? Hava kirlenmez en azından..Bizim “böcü börtü”dediğimiz ve toprağın kuyumcusu kurtçuklar da yanıp gitmez…
Bütün bunları kafamdan geçirirken dünkü gazetelerden okuduğum ve facebookta paylaştığım bir yazı da geldi aklıma;yazının başlığı “Dünyayı terk etmek”… “İnsanlığın dünyayı terk etmesi için 600 yılı kaldı,dünyanın kaynakları hızla tükeniyor,dünya kirleniyor,canlı türleri yok oluyor,enerji gereksinimi hızla artıyor,bunu karşılamak için kömür,petrol gibi kirletici kaynaklar kullanımda… Bu da iklim değişikliklerine yol açıyor,böyle giderse dünya bir süre sonra korkunç derecede ısınacak;ateş topuna dönüşecek,yaşanamaz hale gelecek”… diyor bu yazıda ünlü fizikçi Stephen Hawkins…
Yaşadığımız çevreyi, dünyamızı cennete çevirmek fırsatı halen var…Unutmayalım ki “ herkes evinin önünü süpürürse her yer temiz kalır..”
ASAYİŞ
22 Mart 2023GÜNDEM
22 Mart 2023GÜNDEM
22 Mart 2023ASAYİŞ
22 Mart 2023ASAYİŞ
22 Mart 2023UNCATEGORİZED
22 Mart 2023UNCATEGORİZED
22 Mart 2023Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.