Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

ŞEYTANLA ARKADAŞLIK

– 18 –
Rahıym isminin iman nuruyla ilişkisini ayette görüyoruz:
“(Allah) mü’minlere Rahıymdir.” (Ahzab-43)
“Rahman, Kur’an’ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona açıklamayı öğretti.” (Rahman; 1-4)
Allah’ın doğru yolu görmemizi ve öğrenmemizi dilemesi bize merhametidir, merhameti sonucudur, ayetten öyle anlıyoruz.
Efendimiz (SAV) buyuruyor: “Allah, Âdem’i Rahman sureti üzere halk etti.”
Hadisteki “suret” yüz değildir. Rahman Sureti üzere halk etmesi; Âdem’i Rahmaniyet’iyle halketti mânâsınadır. Elbette Rahmaniyet’in yüzdeki tezahürü, yüzdeki ifadesi de çok önemlidir. Çünkü; Hissetme Duygusu olarak anlattığımız duygunun ifade bulduğu yer yüzdür, insanın hissetme duygusu yüzünde ifade bulur; siz orada Âdem’in yaratıldığı Rahmaniyet’in ifade tarzını görürsünüz. Efendimiz (SAV) bu sebeple “İnsanın yüzüne vurmayın” buyurur: Kişinin yüzüne vurmayın, orada bir tezahür var…
“Rahman, Arş’a istiva etti.” (Ta-Ha; 5)
Yani; Arş’ı Rahmaniyet’iyle hükmü altına aldı.
“Arş” başlı başına bir konudur ama anlaşılabilmesi için onu şimdi biraz açıklayalım inşaAllah.
Rahman’ın arşı istiva etmesi
Mânâ âlemiyle fiil âlemi/ef’al âlemi arasını ayıran bir soyut hat düşünelim; üstü mânâ, altı fiil olan bu hatta ARŞ diyoruz. Bu hattın üstünde çeşitli mânâlar vardır. Rabbimizin, o mânâlardan vücud bulmasını diledikleri bu (soyut) hattın altında vücud buluyor. Arş’ın yukarısında vücut bulmamış o kadar çok mânâ var ki, alternatifli birçok mânâ… Onlardan hangisinin vücud bulması, fiile dönüşmesi ve kendini bilmesi dilenilmişse, o fiil âleminde oluyor. İşte, mânâlarla fiiller arasında düşünülen soyut çizgiye, o hatta Arş deniyor. Arş budur ve bu Arş’ın üstünü Rahman istiva etmiştir; onun üstünü Kudreti, yani Hükmü altına almıştır ki Arş’tan inenler merhametiyle vücud bulsunlar; merhamet süzgecinden geçsinler.
Bir beyaz ışık kaynağının önüne kırmızı bir cam koysam, o cam kendinden geçen ışığı hükmü altına alır ve sonrasına kırmızı ışık geçer değil mi? Beyaz ışık geçemez. Camın üstünde kaç çeşit ışık olursa olsun hepsi kırmızı ışık olarak geçecektir. Rahman Arş’ı rahmetiyle, merhamet hükmüyle öyle kaplıyor; mânâlar süzülüp geçiyor, öyle vücud buluyor. Merhameti görün. Arş’dan yukarıda öyle çok mânâ var ama merhamet hükmünün müsaade ettikleri süzülüyor, oluşanlar merhametle vücut buluyor.
Üstünü Rahmaniyet mertebesi dediğimiz Rahman’ın kapladığı Arş’ın, altı da üstü de Allah’ındır; herşey ve her taraf Allah’ındır. Arş’ın üstü Rahman Emri’nin olduğu yerdir; Rahman Allah oraya “merhametli ol; Rahman ol” emri vermiş. Bunu, yani Rahmanın arşı istiva etmesini “Allah orada” gibi düşünmeyin.
Arş’ın altı Rububiyet Mertebesidir, RAB dediğimiz yerdir. Mânâlar vücud bulacağında Rububiyet Mertebesi o mananın hakkını verir. Rab o mânâyı alır, hakkı neyse o esmaları ona giydirir, mânâ vücud bulur. Bu işi yapan Rabb’dır, vücud bulan ise HAKK’tır. Hakkını verdi ve Hakk meydana geldi. Varlıkları ayrı ve müstakil düşünmez de tamamını tek bir bütün görürsen o HAKK TEALA olur; Hakk olur. Yaratılanları parça bölük düşünmezsen herşey Hakk’tır. Cihazların tümünün elektriği tek elektriktir der gibi, varlıklar da hep Rahman ve Rab isminden Hakk’tır.
Her şeyin kendi arşı vardır. Asıl Arş’ın hükmünün yürümesi için o Arş’ın ef’al âleminde şubeleri vardır. Ana merkez olan asıl Arş orasıdır ama her bir şeyin, her bir suretin de arşı vardır ve onların her birinin arşının üstünü (bütün arşları) Rahman kaplamıştır. Ancak insanın arşının (insana özel) bir hali vardır ki o insana bırakılmıştır, onun İMTİHAN SORUSU işte budur: Yetkine bırakılmış olan kendi arşının üstünü sen de Rahman yapmalısın. Arşının üstünü Rahman yap ki Besmele’de ADINA diyebil.
Allah nasıl taklid edilir?
İnsanın beşeri yapısına göre örnek verelim: Kişinin kafasında “şöyle yapayım, şununla görüşeyim” gibi birçok fikir vardır. Onlar mânâlardır, insanın mânâlarıdır. Eğer sen, arşının üstüne zalim bir tabaka oluşturmuşsan, düşüncendeki o mânâları fiile dökeceğinde en zalimini, en kötüsünü seçer onu kullanır, onu fiile dönüştürürsün.
Allah; “Ben kendime Rahman’ı farz kıldım, Arş’ı Rahman’la kapladım. Sonsuz mânâlarıma rağmen o mânâlar içerisinden vücuda getireceklerimi merhametimle vücuda getiriyorum” diyor.
Ey insan, ya sen?
Allah böyle davranırken sen yetkine bırakılanı zulümle meydana getiriyorsun. Allah’ı taklit etsene! O nasıl mı taklit edilir? Rasûlünü taklit ederek! Rasulullah’ın özelliklerini hatırlayın. Onu taklit ALLAH AHLAKIYLA AHLAKLANMAKtır. Mecazdır ama, Efendimiz (SAV)i taklid ederek Allah ahlakıyla ahlâklanmış olursun. Rasûlü’nün dediğini yaparsan Allah ahlakıyla ahlâklanmış olursun. Eğer Allah ahlakına talipsen “kendi arşını” önce Rahman’la kaplamalısın, sonra da Rahıym ile…
Allah; “Sizi zâhirî ve bâtınî günahlardan men ediyorum” buyuruyor. Mânâlar bâtındır. Onlar meydana geldiklerinde zâhir olurlar. Bu nedenle hem zâhiri hem bâtını onarmalısın. Zihnindeki mânâlar için “nasıl olsa zihnimdeler” deme, onlar hep parazit yapar. Günahlarının mânâlarını tek tek bul ve dağla! Dağla ki çalışmasınlar, çalışıp da surete dönüşmesinler. Onların şekil bulmalarına izin verme, zihninde suretlenmelerine müsade etme. Bu yüzden, ben her şeyi okurum, her filmi seyrederim yaklaşımı çok yanlıştır; çimlenmemiş mânâyı zihninde suretlendirip gereksiz imajlar oluşturuyorsun, “Allahım, gereksiz ilimlerden sana sığınırım” hadisinin bir kapsamı da budur. “Nasıl olsa zihnimdeler, dışarı çıkmıyorlar” deme. O imajların bir gün fiil olarak çıkmayacağını ne biliyorsun? Her resme, her şekle, her görüntüye bakıp gereksiz imajlar oluşturma. Canavarı uyandırma, uyanırsa yer, çünkü güçlü. Ona güç verilmiş, sen de gidip onu uyandırıyorsun, bırak uyusun. Demek ki kendi mânâ âlemini, fikir âlemini temizleyeceksin ve mânâ âleminden vücut bulacak olanları, senin yetkine verilmiş olan sana ait arştan geçirirken merhamet süzgecinden geçirip çıkaracaksın. Bu bizde böyle midir, bir basit örnekle kendimizde denemesini yapalım.
Evde bir kapı açıyorken kapıyı nasıl açtığınıza dikkat edin. Genellikle kapı açarken kapı koluna ve kapıya yüklenirsiniz, daha açılmadan kolun üstüne yatıp itersiniz. Senden fiilin çıkışına bak! Veya kapatırken çekip şak diye kapatıyorsun. Nasıl kapattığını fark et ve senden çıkan fiil seni korkutsun. Bu üslup, bu tarz her an her şeyi yapabilir! Fiilini onarmalısın. Onarmak için de kendi Arş’ının üstüne Rahman’ı getirmelisin. Allah bizi öyle yaratsa ne oluruz? Yürürken, hareket ederken bize öyle davranılsa halimiz ne olur? Düşer gideriz… Kapıyı nazik kapatmalısın. Talib olanın yöntemi budur; nazik, kibar, zarif olacaksın. Kapıda güzel açılıp kapanması için hazır bir sistem var, onu kullan, kapının kolunu indirerek aç kapat. Kapıyı doğrudan çekerek veya ittirerek kapatman ne demek biliyor musun? “Benim ne kadar ben olduğumu fark edin, ben yaparım!” Elinden çıkan ifade bu, fiilin bu! Arşının ne halde olduğunu gör! Fiillerin rastgele çıkıyor. Herkes öyle olduğu için de sen bu hali normal sanıyorsun… Kendini test etmeye kapı kapatmaktan bir başla… Elin ayağın bir nazik olsun. Sonra o hal diline gelecek…
“Daha güzeli”, “en güzeli” Müslüman’ın olmalı
Müslüman kendi haline bakmalı ve “eğer ben çoğunluğa benziyorsam bende bir hata var” demelidir. Ayetler “çoğunluk akletmez, çoğunluk inançsızdır…” diyorken sen nasıl çoğunluğa uyarsın? “Billahi” diyorsan farklı olmak zorundasın, senin hiç bir halin “iman etmezler” denilen çoğunluğa benzememeli, imanın seni onlardan ayırmalı, ayırmak zorunda! Onlar nazikse, sen mutlaka sana ait daha güzel bir nezaket bulmalısın. Onlar gibi olamazsın, çünkü sen Allah’ın kulu, Efendimizin ümmetisin; onlardan farklı olacaksın ve ne yapıyorsan güzel, en güzel yapacaksın. Bırak “kötü” onların olsun ama “güzel”i onlara bırakma, daha güzelini, en güzelini yap. Kapı açmak kapatmaktan başlayarak lütfen kendinizi test edin ve arşınızın ne olduğunu görün. Sen kendi arşındaki Rahman ismini böyle incelersen, ayar sırası Rahıym ismine gelir.
RahmânurRahıym üzerinden bir şeye dikkat çekelim. Onu “Rahman ve Rahıym” diye meallendiriyoruz ama kanaatimce o biraz farklı. Kur’an-ı Kerim’de birçok ayetin sonunda iki isim vardır ve onlar ayrı ayrı manalar değildir, “o ve bu” gibi değildir. RahmânurRahıym örneğinde olduğu gibi ikisi birlikte yeni bir özellik taşır, ikisi birlikte yeni bir isimdir; çünkü orada bir mânâ çakışması var.
İnananların, Rahıym ismi nedeniyle, Allah’a yönelirken ve iman nuru taşıyan bir mü’mine davranırken ödünün kopması lazım. Mü’mine nasıl davranıyorum, olabildiğince nazik miyim diye titizlenmeliyiz. Ama öyle değiliz! Müslümanlar birbirlerine kaba davranıyor. Cami bahçesinde, camide, evde, dışarıda birbirlerine bile çok kaba davranıyorlar. Olamaz, mümkün değil! Birbirlerine böyle davrananlar, imanlı olmayanlara nasıl davranır ki? Müslümanın vücudundan, yani onun arşından kaba bir şey nasıl çıkar? Çıkamaz! Ne kaba bir söz, ne kaba bir fiil çıkamaz! “Gözünü kaldır semaya bak, kaldır bir daha bak, kaldır bir daha bak, bir düzensizlik, bir ahenksizlik, bir kabalık görecek misin?” Hep okuduğumuz Mülk Sûresi’nin ilk ayetlerinde bu anlatılır ve bize bu sorulur. Normal yaşantıda da romantikler semaya, gökyüzüne, aya, yıldızlara bakmıyorlar mı? Kaba bir şey olsa hiç bakarlar mı? Rabbimiz bize; “Hiç kaba bir şey göremeyeceksin, kaba bir şey görebilir miyim diye yukarıya bakmaktan yorulacaksın” diyor. Hiç düzensizlik yok, kaba hiç bir şey bulamayacaksınız! İnsan da öyle olmalı! Müslüman “Ben nasıl tarif ediliyorum?” diye kendini sürekli sorgulayacak! O tarifler senin arş’ını tanıman için çok önemli! Arşına “RahmânurRahıym” ayarını yapmak zorundasın.
Bu paylaşımlarla işte biz birlikte onu yapmak için uğraşıyoruz.
Peki, bu ayarı yapmazsan ne olur?
“Kim Rahman zikrinden a’ma olursa, ona bir şeytan hazırlarız. O ona yakın bir arkadaş olur. Muhakkak ki bunlar (şeytanlar) onları doğru yoldan alıkoyarlar (ama) onlar kendilerinin doğru yolda olduklarını zannederler.” (Zuhruf; 36, 37)
Muhafaza buyur ya Rabbi…
Rahman’ın zikrinden a’ma olmak; Rahmaniyet’i görmezden gelmek, onu hafife almak, umursamamak, dikkate almamak, o halle hallenmeye çalışmamak!
O zaman sana bir şeytan hazırlarız, görevlendiririz. Ama sen kendini doğru yolda zanneder durursun!
Rahman’ın zikri ve ondan a’ma (kör) olmanın şu iki zâhiri mânâsına bakalım:
İlki, Allah’ın Rahmaniyet gerçeğidir, Allah’ın RahmânurRahıym olarak yaratmasıdır. Bu gerçeği görmezden gelirsen Rahman zikrinden yüz çevirmiş olursun. Allah’ın Rahman zikrinden a’ma olmak, sana anlatılan Rahman’dan gafil kalmak demektir. Tesbihi eline alıp Rahman zikri yapıp esas Rahman’ı görmüyorsan olmaz, ayette kastedilen o değil. Ayet sana “Rahman esmasını saymazsan, söylemezsen” demiyor ki! “Rahman’dan a’ma olursan” diyor! Allah’ın nasıl Rahman olduğunu, Rahmaniyet’ini göremezsen Rahman zikrinden yüz çevirmiş olursun.
RAHMAN ZİKRİ’nin diğer zâhiri mânâsı ise Kur’an’dır. Çünkü Allah’ın Rahman oluşunun bizim elimizdeki en önemli belgesi Kur’an’dır! KUR’AN Allah’ın Rahman zikrinin belgesidir.
Öyleyse en zâhir mânâdan bakışla, Allah bu ayetlerde buyuruyor ki:
Eğer Allah’ın Rahmaniyet gerçeğinden gafil olursan, kendini ona göre ayarlamazsan ve bir de Allah’ın Rahmaniyetiyle, merhametiyle ikram ettiği Kur’an’dan gafil olursan, Kur’an’ın ne demek istediğini merak edip umursamazsan A’MA/KÖR olmuş olursun. Sen bu halinle bu konulara a’ma olunca sana bir şeytanı arkadaş yaparız. Hem de yakın arkadaş…

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER