Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

VESVESEYE SAHİP ÇIKMAZSANIZ, KURTULDUNUZ – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 10 Şubat 2018 Cumartesi 12:34:56
 

– 102 –
Dedik ki, nefs mücadelesi “A” takdim formunun veritabanını işlemez hale getirme mücadelesidir; onu fonksiyonsuz kılma mücadelesidir. Ama “A” Takdim Formu”nu bu dünyada tamamen yok etmek de mümkün değil. Bu dünya hayatının gereği olarak o hep olacaktır. Çünkü dünya demek o demektir, dünya hayatının görüntüsü odur. Ancak onu fonksiyonsuz kılabilirsiniz. Fakat sizin bu mücadeleniz sırasında o boş durmaz, sizin onu fonksiyonsuz kılma mücadelesi kapsamında öğrendiklerinizden o yeni şeyler üretir, karşınıza yeni fonksiyonlarla çıkar. Onun bu yöntemini fark ettiğinizde siz çok dikkatli ve çok müttaki olursunuz. Böylece onun yeni fonksiyonlarına düşmeden, onları işlemeden fark eder ve onlara; “La ilahe” der, onları çalıştırtmazsınız. Demek ki “A” Takdim Formu” bitmiyor, ortadan kalkmıyor. Yaşadığınız sürece o form vardır, olacaktır. Hedef, onu fonksiyonsuz kılmayı başarmak. Bunu yaparken, yani onun bir fonksiyonunu etkisiz hale getirirken o size yeni fonksiyonlar üretir ve bunu sizin yeni seyr-i süluğunuza ait yeni bilgilerinizden çıkarır. Önemli olan, onun ürettiği yeni fonksiyonları uygulamadan fark etmek, “bu ona aittir” deyip geçip gitmektir. Onu nasıl fark ederiz? Şöyle: O yeni fonksiyonu, ona ait fikri siz oluşturmazsınız. Siz o fikrin ortasında onu fark edersiniz. “Ben böyle bir şey düşünmemiştim, böyle bir şey yoktu, bu nereden çıktı, yürüyen bir fikir var” der, fark edersiniz. O düşünceler size ait değildir, siz öyle bir şey planlamamışsınızdır. Ama bu mekanizmayı bilmeyen, onu kendi planı zanneder ve uygular. Uygular, “A” Takdim Formu”nun tuzağına düşer. Oysa bu mekanizmayı bilen ve onunla mücadele eden onu bir yerinde fark eder. Çünkü yürüyen bir fikrin ortasında bulur kendisini. İşin planlayıcısı değildir, kendini fikrin ortasında bulur ve “hiç de bana uymadı, bu nereden çıktı?” der. O durumda “La ilahe” zikri ile onu yok eder. Bu hep karşınıza çıkacaktır, hep bu mücadeleyi yaşayacaksınız. Bu hal, bu mücadele içerisinde olanın hep dikkat kesilip fark etmesi gereken bir şeydir. Bunun antrenmanını yaparsanız size çok faydası olur. Mesela, şeytanın vesvesesini fark edebilirsiniz. Diyelim ki, birisi hakkında bir şey düşünüyorsunuz. O düşüncenin üçüncü dördüncü basamağında “onun hakkında düşündüğünüzü” fark ettiniz. Fark ettiğinizde kendinizi birisi hakkında düşünüyor buldunuz, hatta üç beş cümle de geçmiş. Üç beş cümle sonra o kişinin hakkında düşündüğünüzü fark ettiğinizde siz devreye yeni girdiniz. Dikkat edin, bunu fark edin ki şeytanın vesvesesi denileni görün. Siz fark ettiğiniz an devreye girdiniz. Bu mekanizmayı bilmiyor olsanız, onu hep kendinizin fikri, düşüncesi, planı zannedeceksiniz, zaten öyle de zannettiniz. O fikri hissettiğinizde; “ben ona gösteririm” deyip o fikre sahip çıkarsanız vesvese kazandı demektir. O vesveseyi, o zannı aldınız, kendi malınız yaptınız. Hâlbuki siz ona üç beş cümle sonra dâhil olduğunuzu fark edip, “bu bana ait değil, benim hakikatime uymaz” derseniz, size verilen vesveseyi yakalamış olursunuz, hem de tuzağa düşmeden. Sahip çıkmazsanız o önemini yitirir. Sahip çıkarsanız çok önemli hale gelir, vücudunuz birden onun kimyasına girer: Merak ettiğiniz bir kişiyse “kim?” kimyasına, sizi kızdıran bir olaysa “öfke” kimyasına girersiniz. Ne duygusuysa o duyguya ait kimyaya girmekle siz vesveseye sahip çıkmış olursunuz. Onun size ait olmadığını, reddetmeniz gerektiğini bildiğiniz an o kimya çalışmaz. Çünkü sahip çıkmadınız, fark ettiniz, şeytanın vesvesesini kendinizde yakaladınız ve o fikrin sizde hayat bulmasını engellediniz.
VESVESEYİ YAKALAYINCA NE YAPMALI?
Vesveseyi yakaladığımız zaman yapacağımız nedir, ne yapmalıyız diye düşünebilirsiniz. Birçok şey var. “Allah” demek bile yeterlidir, “Estağfirullah” demek, fark ettiğiniz vesveseye “La ilahe İllallah” demek, “İhlâs, Felak, Nas” okumak, bunların hepsi doğrudur. O an onun size verdiği o korkuya, o duyguya göre hangisi olsa olur, yeter ki sığının. Yeter ki Allah’a sığının. Hadislerde şu vardır: Kişi hiçbir şey söylemese, “Allah adına” rahatsız olsa yeterlidir, o bile sığınmadır, rahatsız olmak bile bir tövbedir. Ama dikkat edin, bu bir tanrı rahatsızlığı olmamalıdır, bu rahatsızlık ilan edilen tanrının haklarını koruma rahatsızlığı değildir. Allah adınadır, Allah için rahatsız olmaktır.
TERK ETMEDİĞİMİZ TANRILIK
VARKEN HER ŞEY YANLIŞTIR
Girdap ifadesini duyarsınız. Bu yolda girdaba neden düşülür? Hem onu, hem de bu ilimde önemli bir girdabı paylaşmaya çalışayım. Bu yolda girdaba yanlış nefs terbiyesi yüzünden düşülür. Bu yolda girdap oluşturan odur ve o önemli bir girdaptır. O girdap nedir? “A” Takdim Formu”nu fark etmeden ve onu yok etmeden başka şeylerin mücadelesine girmektir. Hayatın içinden bir örnek verelim ki somutlaşsın. Şöyle bir mücadele ve hal girdaptır. Bir konu oluyor kişi diyor ki “Ben yapmıyorum ki, ben işitmiyorum ki, onu yapan ben değilim ki.” Çok dikkat edin lütfen, “yapan ben değilim” demek doğru ve yeterli bir şey değildir, “yapan ben değilim” algısı yanlıştır, o zann doğru yol değildir, yeterli doğru yol değildir. Kişi bir anlatanı dinlerken, bir yazıyı okurken böyle cümlelerle karşılaşır: Yapanın sen olmadığını fark et. Bu öğüt yüzünden “yapanın kendisi olmadığını” fark eder, yani kabul eder, onu hayata geçirir, “yapan ben değilim, bende yapan Allah” der. O böyle diyor ama ondaki tanrı duruyor. Hala tanrı var, dikkat edin; hala tanrılık iddiasında biri var. O müstakil olarak var ve Allah onda bir şey yapıyor. Terk etmediği tanrılık varken her şeyi yanlıştır, her cümlesi yanlıştır. Ne değişti? Kişi “yapan ben değilim” diyerek, o tanrıyı zavallı hale getirdi, yaptığı budur; zavallı bir tanrı oluşturdu. Şuna da çok dikkat edin lütfen, böyle zavallı tanrıları insanlar çok önemli kişi sanar, gördüklerinde ona önemli kişi gibi yaklaşırlar. Oysa onlar genellikle nefs-i mülhime ehlidir. Eğer bir zavallı tanrı nefs-i mülhimeye gelmişse onu siz veli, hatta çok önemli veli sanabilirsiniz. Böyle bir yanılgıya düşen kişi bu yoldan yararlanamaz. İşte bu yüzden, bir noktadan sonrası için hep diyorlar ki, hakiki mürşid şarttır. Bir noktadan sonra! O bir noktadan sonra hakiki bilen gerekir. Gelinen bir noktadan sonra, yararlanmayı ilerletebilmek için, bu söylediğim ipuçlarıyla dikkat etmek gerekiyor.
Bazen tersi de olabilir, kişi zavallı değil de “her şey bende, ben her şeyi bilirim” diyen güçlü bir tanrı haline de gelebilir. Bu da mümkündür. Fakat etrafındakiler onları “çok önemli” sanmazlar. Bu sefer onlar kendilerini çok önemli sanarlar. “A” yapılarını çeşitli tasavvufi kokularla, bilgilerle güçlendirmişlerdir. Hatta beş duyusu dışında özellikler kazanmış, feth-i zulmani yolunda ilerlemiş olabilirler. Bir kişinin kutsal sanılması, daha çok, zavallı görüntü ile mütevazı görünmeyle ilişkilidir.
RABBİMİZLE KONUŞURKEN BAŞKA OLMALI,
BİRİSİYLE KONUŞURKEN BAŞKA…
Sizdeki emanete, rab gücüne sahip çıkmayın dediğimizde şöyle düşünceler oluşabiliyor: Mesela bir şey düşünürken “ben bunu düşündüm” demek sahip çıkmak mı oluyor, onu düşünen benmişim gibi mi oluyor? Şöyle: Siz eğer “B” Takdim Formu”ndaysanız hiç bir sakıncası olmaz.  İhlâs Hayat Döngüsü içindeyseniz öyle söyleyebilirsiniz, düşünebilirsiniz. Sahip çıkmamak, konuşmanızdan “B,E,N” harflerini silmek değildir. Onları aynen kullanabilirsiniz. Örneğin “B” Takdim Formu”ndaki bir kişi “düşüncem” diyebilir, “arabam” diyebilir. Kendini “B” anlayışıyla takdim etmek, durumunu “B” olarak tesbit etmektir. Kesret âlemindesiniz, biriyle konuşurken bir dil kullanacaksınız, hiçbir sakıncası yoktur. Yaratılanlara ayrı, Yaratanınıza yöneldiğinizde farklı dil kullanılır. Yaradan’ınıza yöneldiğinizdeki kullandığınız dili normal hayatta da kullanırsanız olmaz, ikisi farklıdır. Yaradan’ınla da o anlayışla konuşursan dilin bozulur. “Tövbe açısı” konusunu paylaşırken demiştik ki; Yaradan’ınıza yöneldiğinizde “Allahım bir daha yapmayacağım” diyemezsiniz, derseniz yanlış olur. Rabbinize karşı müstakilliğinizi, muhtariyetinizi ilan etmiş olursunuz. Ama birisiyle konuşurken rahatlıkla “bunu yapmayacağım” diyebilirsiniz. Ayet ve hadislerde böyle cümleler var. Mesela Hz. Âdem ile şeytan arasındaki cümleler? Dikkat edin, o diyalog ikisi arasındaki konuşmadır. Âdem Rabbiyle konuşurken hiç öyle demiyor. Şeytana diyor ama Rabbine öyle demiyor. Rabbine ne diyor? “Rabbimiz, biz nefsimize zulmedenlerden olduk, eğer merhamet etmezsen ve bağışlamazsan hüsrana uğramışlardan oluruz.” Rabbine yönelişteki dili bu, böyle diyor. “Allahım beni şeytan kandırdı, bir daha ona uymayacağım” demiyor. Ama şeytanla konuşurken ona “sana bi daha uymayacağım” diyebilir. Hz. Musa ve Hz. Âdem aleyhimüsselamın bir hadiste anlatılan konuşmaları var mesela, onlar Rableriyle öyle konuşamazlar. Her iki diyalogun tipi farklıdır.
ALLAH’I İLLAKİ BİR YERE
KOYMAK MI GEREKİYOR?
“Rububiyet gücüne sahip çıkan güç, o güce sahip çıkarak vehmin zulmetini oluşturan güç sizdeki rab gücüdür, aynı güçtür” demiştik. Yani sizdeki rububiyet gücünü fark ederek “ben müstakilen varım ve muhtarım” diyen yine sizdeki rab gücüdür. Çünkü başka bir güç yok! Olabilir mi? Rabbim dilemeden olur mu? Mümkün değil. Yine de “seyrimizce” diyelim de…
Kişideki bu “ben müstakilen varım” sanış nereden kaynaklanıyor? Noktadaki yani kuldaki, birimdeki Muhtariyeti Tercih Gücü’nden.  İnsanın “Ben müstakilim” diyerek kendindekilere sahip çıkışı, ondaki Muhtariyeti Tercih Gücü nedeniyledir. Birimde, kulda bir tercih gücü var, o gücü kullanıyor. Nokta (yaratılan birim, kul) kendisindeki bu gücü kullanmayabilir mi? Muhtariyeti Tercih Gücü’nü fark etmesi ve kullanmaması dilenmişse elbette kullanmaz. Ama onun bu gücü kullanmasıdır ki zaten onda dünya hayatını başlatıyor. Eğer kişi “A” Takdim Formu”ndan habersiz yaşarken “nokta” diye bir şey okumuş da noktanın ne olduğunu düşünüyorsa, noktaya bir yer belirler, nokta onun bir yerindedir. Beynindedir, kalbindedir, derunundadır, içindedir, hakikatindedir, neresinde olduğu önemli değil ama hep bir yerindedir. Niye? Kendi müstakil olarak var. Ve Allah da, nokta da onun bir yerinde. Allah’a yer arar ve “bende” der, çok sıkışırsa “her yerde” der, karşıdakini ikna etmişse tamam. Karşıdaki “her yerde” ifadesini kabul etmezse, bu sefer “Sende, kendinde, içinde, özünde, hakikatinde” gibi ikna turlarına başlar. Mutlaka bir yere koyacak.
Niye bir yere koyuyor? İnşaAllah bir sonraki tefekkürümüze bunun cevabıyla devam edelim.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER