Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

ANLAYALIM VE MAHRUM KALMAYALIM – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 7 Nisan 2017 Cuma 12:17:28
 

– 68-
Nahl-22 uyarıyor: Âhirete îman etmeyenlere gelince onların kalbleri inkâr edici ve kendileri Müstekbirûn’dur.
Mütekebbir olanlar için bir özellik daha öğrendik: Onların kalbleri inkâr edici, kendileri müstekbirûn.
Bir de âyet “âhirete îman etmeyenler” dedi, “iman etmeyenler” demedi. Neden? Çünkü henüz tebliğ dönemindeyiz, “Lâ ilâhe illallah” diyoruz, sizin ilahınız ilahûn Vâhid’dir diyoruz. Lâ ilâhe illallah Kelime-i Tevhidi’ne birisinin “evet” diyebilmesi için onda “âhirete îman” potansiyelinin olması lazım. Kalıbında, fıtratında âhirete îman potansiyeli varsa ona hiç bunlar bahsedilmemiş olsa bile, bahsedildiği zaman âhirete îmana ret getirmez ve “Evet, bir sonraki hayat olabilir” diye yaklaşır. Bir kişi eğer böyle yaklaşıyorsa İslâm’ı dinleyecek demektir. O potansiyel yoksa (âhirete îman yoksa) İslâm’ın tebliğini hiç umursamaz. Bir kişinin umursayıp umursamayacağını beşer olarak buradan anlayabiliriz. Ahirete îmanı var ama İslam dinini bilmiyor, duymamış veya yanlış biliyor olabilir, bu durumda ahirete îmanı var ve o kişi İslam’la ilgilenebilir demektir. Dolayısıyla; “O potansiyeli olmayanlar önlerine ne gelirse gelsin inanmayacağı için onların kalbleri hep Allah’a karşıdır, örtücüdür, inkâr edicidir. İşte onlar kendi adlarına “BEN” diyenlerdir. Onlar “Müstakilen VARIM ve Muhtarım” iddiasında çok ileri gitmiş kişilerdir.” Âyet böyle diyor.
Kur’ân, insanın Allah’la olan ilişkilerini düzenler
“Allah Vâhidiyeti ile zikredildiğinde, âhirete îman etmeyenlerin kalbleri tiksinir (hoşlanmazlar). Dûnu (O’ndan başka Müstakilen VAR sanılanlar) zikredildiğinde hemen sevinirler ve müjdelenmiş gibi yüzleri güler.” (Zümer-45)
Allah, İlâhun Vâhid vasfıyla anılırsa âhirete îman etmeyenler tiksinti duyarlar, konuya, olaya, anlatana, böyle bir hayata tiksinti duyarlar. Oysa onlara Allah’ın dışında iddia edilen “Müstakilen VAR ve Muhtar” güçler anlatılırsa hemen yüzleri güler, müjdelenmiş gibi birbirlerine bakıp ferahlarlar.
“Kâfir olanların nâra arz olunacakları gün (kâfirlere denir ki): “Dünya hayatınızda güzel imkânlarınızı boşa harcadınız ve onlardan fâni olan arzu ve istekleriniz için faydalandınız. Bugün ise, Bigayril Hakk (Hakk olan gerçeklerin dışında) olarak Arz’da müstekbir olmanız ve fâsıklık yapmanız dolayısıyla horlayıcı/alçaltıcı azab ile cezalandırılacaksınız.” (Ahkâf-20)
Müstekbir ve mütekebbir olanlar cezalarına gönderilmeden önce onlara açıklama yapılıyor: Dünyada imkânlarınızı doğru kullanmadınız ve Bigayril Hakk Arz’da müstekbir davrandınız. “Bigayril Hakk” demek, Hakk’a uygun olmayan bir biçimde demektir. Hakk ise Allah’ın sistemidir, Allah’ın hakkı demektir. Allah’ın hakkı Müstakilen VAR ve Muhtar olmaktır. Bigayril Hakk, Allah’ın hakkı olan “Müstakilen VAR ve Muhtar” olması gerçeğine aykırı olarak demektir. Siz O’na aykırı olarak arzda müstekbir oldunuz, yani kendi adınıza müstakillikler ilan edip kendi adınıza “BEN” dediniz.
“Bigayril Hakk müstekbir olmanız yüzünden” ifadesi genellikle şöyle çevriliyor: Haksız yere büyüklük taslamanız yüzünden. Dünyada haksız yere büyüklük taslamak herkesin yapabileceği bir şeydir, bu tanım Muhammedî olmayanı ayıran bir suç değildir. Yanlış bir davranıştır ama bu tanım Muhammedî kapsamda değildir. Böyle meâl yapıldığı zaman “müstekbir ve mütekebbir” gibi önemli anahtar kelimeler ile ilgili herşey yok edilmiş olur. Âyet; “Bigayril Hakk müstekbir olmanız yüzünden cehenneme gidiyorsunuz” diyor. Ona siz, “Haksız yere büyüklük taslamanız yüzünden” dediğinizde, İslâm ve kurallarıyla hiç ilgilenmeyen birisi “Ben kimseye haksız yere büyüklük taslamıyorum” diyerek kendini muaf tutabilir. Bigayril Hakk Hakk olmayan biçimde, Hakka uymayan şekilde demektir.
Hakk Allah’ın hakkıdır. Allah’ın hakkı “Müstakilen VAR ve Muhtar” olmaktır, bu ancak Allah’ın hakkıdır. Bigayril Hakk davranmak O’nun bu hakkını gasp etmektir. Sen onun hakkını gasp edip -Bigayril Hakk olarak, yani bu bilgiye uymayarak, karşı olarak- dedin ki; “Ben de Müstakilen VAR ve Muhtarım ve buna göre yaşarım.” Böyle demen ve bir de fâsıklık yapman yüzünden, yani Allah’ı tercih etmemen yüzünden horlayıcı, alçaltıcı bir azapla karşı karşıyasın. ��ünkü:
“Onlardan kim, “Muhakkak ki ben, dûniHi bir ilahım” derse biz onu cehennem ile cezalandırırız. İşte zalimleri böyle cezalandırırız.” (Enbiyâ-29)
“O halde, içinde ebedî kalıcılar olmak üzere cehennemin kapılarından girin. Mütekebbirûn’un yeri ne kötüdür.” (Nahl-29)
Yanlış meâllendirilirse ‘kibirlinin yeri ne kötüdür’ olur ki bu kelimenin Allah’a olan davranışla ilişkisi yoktur. Oysa Kur’ân, insanın Allah’la olan ilişkilerini düzenler. Hâlbuki meâllerde insanların birbirlerine olan ilişkilerine göre yazılmış. Öyle olunca kişi oradan çıkardığı mânâ ile “iyi insan” olması gerektiği sonucuna ulaşır. Boş iştir. Öyleyse bu iki âyetten ne anlayalım?
Anahtar kelimeye dikkat
Kim dûniHİ bir ilahım derse, yani Allah’ın dışı kavramını oluşturup “Ben de orada Müstakilen VARIM ve Muhtarım” derse onun karşılığı cehennemdir. Âyet diyor ki, “Gir bu kapıdan, orada devamlı kalacaksın. Allah yerine mütekebbir davranıp kendi adına “BEN” diyenin yeri ne kötüdür.” Âyet böyle tamamlandı. Tekrar hatırlayalım ki cehenneme girmenin tek bir davranış biçimi vardır; mütekebbir olmak. Bu kadar! “Mütekebbir olanlar cehenneme, mütekebbirlik iddiasından sıyrılmış olanlar cennete” şeklinde işi özetleyebiliriz. Bu yüzden o anahtar kelimedir. Dikkat ederseniz, hiç bir âyette “Sen iyi insan olmayı başaramadın, haydi cehenneme” diye bir şey yok.
“(Allah şöyle der): Hayır, sana âyetlerim gerçekten geldi de onları yalanladın, müstekbir davrandın ve kâfirlerden oldun. Kıyâmet günü, Allah üzerine yalan söylemişleri, yüzleri simsiyah olmuş görürsün. Mütekebbirler için kalacak yer cehennemde değil midir?” (Zümer; 59, 60)
Sana âyetlerim gerçekten geldi ve sen onları yalanladın!
Âyet bize ulaşan delildir, açıklamadır, bilgidir. Âyet denince yalnızca Mushaf’ta yazılı âyetleri düşünmeyin. Âyetlerin gelmesi “Sana delillerim geldi, doğruyu gösteren işaretler geldi” demektir. Allah’ın âyetleri içerisinde insana gelen en büyük âyet budur: “Müstakilen VAR ve Muhtar” olan ancak Allah’tır. Başka “Müstakilen VAR ve Muhtar” YOKTUR. Başka “Müstakilen VAR ve Muhtar” iddiaları yalandır, iftiradır, bâtıldır, “YOK” hükmündedir. Sana uyarı olarak bu bilgi geldiğinde müstekbir davrandın ve kâfirlerden oldun. “Kibirli davrandın da” değil. Âyetteki bu bilgi ile insanlar arasında kibirli olmanın ne ilişkisi var. Bu bilgiye karşı davranmak, Allah’a karşı müstakilen varlığını ve muhtarlığını ilan etmek, kendi adına “BEN” demek yüzünden Mütekebbir oldun. Bu yaptığının Allah üzerine bir yalan ve iftira olduğunu bil. Yalan insanlar arasında bir yalan söyleme değildir, insanlar arası ilişkilerdeki yalancılık değil, Allah’a yalan söylüyorsan âyetin “yalancı” dediği önce odur.
Anlamak için kendimizi zorlamalıyız
Peş peşe âyetlerin yoğun olarak ele alındığı uzun yazıları okununca beyin biraz yorulur. Ama inanın, anlamak ve idrak etmek için konsantrasyonunuz ancak kendinizi zorlarsanız yükselir. O işi Kur’ân’ı anlamak için yaparsanız, îman ve Kur’ân’la ilgili açılmamış dosyalar açılır. Dışarıda yürüyen hayatta bu yaklaşım yok, örtücü dosyalar var. Onun için lütfen konsantrasyonumuzu yükseltmeye, anlamak için gayret etmeye kendimizi zorlayalım. Dışarıdaki hangi iş sizi böyle zorluyor?. Dışarıda çok rahatız. Belki âmir memur ilişkilerinde mecburen biraz otururuz. Ama âmir de bu kadar oturamayacağı için hemen biter. Konsantrasyonumuzu ve beynimizi güçlendirmek için bu paylaşımlar bir fırsattır.
“Kendisine tilâvet olunurken Allah âyetlerini işitir, sonra sanki onları işitmemiş gibi (hiç etkilenmeden) müstekbiren (Müstakilen VARIM ve Muhtarım iddialı yaşantısında) ısrar eder. Onu eliym bir azab ile müjdele.” (Casiye-8)
Kendi adına “BEN” demenin âyetlerle ne kadar kınandığını çeşitli davranışlar üzerinden görüyoruz. İşitir, dinler ama hiç dinlememiş gibi davranır, dışarı çıkınca müstakilen varım ve muhtarım iddialı yaşantısında ısrar eder. İşte onları kötü bir şeyle müjdeliyor.
“Ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı müstekbiren (müstakilen varım ve muhtarım iddiası ile) davrananlar (var ya), işte onlar ashâb-ı nârdır. Onlar orada ebedî kalıcılardır.” (A’râf-36)
Artık çok izaha gerek olmadan, âyetlerde geçen mütekebbir nedir, ne yapar, âyet ne demek istiyor, hemen anlaşılıyor değil mi?
“Âyetlerimizi yalanlayıp, onlara karşı müstekbiren davrananlar (var ya) onlara semâ kapıları açılmaz ve deve iğne deliğinden geçinceye kadar (onlar) cennete dâhil olamazlar. Mücrimleri işte böyle cezalandırırız.” (A’râf-40)
Mütekebbir olanlar suçlu ilan edildi, onlara “Mücrimler” dendi.
Suçlular nelerden mahrum kalacaklar?
Mücrimlere, suçlulara, âyetlere karşı mütekebbir davrananlara, kendi adına “BEN” diyenlere, buna uygun hayatı seçenlere, yani “Benim de mülküm var, benim de gücüm var, benim de hükmüm var, ben de hüküm sahibiyim” diyerek bu iddialara uygun hayat tarzını tercih edenlere sema kapıları açılmaz. Sema kapılarının açılmaması ne demektir, mütekebbir olan neden mahrum oluyor?
Bunun bir mânâsı şudur: Kendi adına “BEN” diyenlerin kalbleri ve beyinleri Allah’ın vasıflarına karşı îman ve ikan olarak kapalı kalır. Eğer kişi kendi adına “BEN” diyorsa, yani Allah’a karşı “müstakilen varım ve muhtarım” iddiasında ve bu hayat tarzında ısrarlıysa onun kalbi, kalıbı ve kalıbından emir alarak fiiller ortaya koyan beyni Allah’ın vasıflarına karşı îman ve ikan olarak kapalı olur; ona sema kapıları kapalı olur. Böylece o Allah’ı anlayacak, yaşayacak hiç bir ipucuna ulaşamaz. Bir mânâsı budur, onun bir mahrum olduğu budur. Bir de arzdan yani moleküler yapıdan kurtulamaz, moleküler yapıya mahkûm olur. Kendine ait bir güç ilan ettiği için, kendine ait güç onu bu moleküler yapıdan kurtaramaz. Sizi bu moleküler yapıdan kurtaracak olan Allah’ın gücüdür. Onu reddeden veya onun dışında bir güç ilan eden o güçle baş başa kalır ve o güç onu buradan kurtaramaz, moleküler yapıya mahkûm kalırsın. Şunu da kanaatim olarak söyleyeyim: Mütekebbir yapıdan kurtulamayan “Müstakilen VARIM ve Muhtarım” iddialı kişi eğer bir mezardaysa bütün çürümelerinin acısını tadar, Allahu ‘alem. Ne türlü muamele görüyorsa onun acısını tadar. Bazılarını yakarlar, kişinin bedeni yanıyorsa onun acısını tadar. Moleküler yapıdan kurtulamadığı için onları hisseder, yaşar. Kurtulamadı! Çünkü müstakilen varlığını ilan ettiği gücün, müstakil sandığı gücün onu kurtarma imkânı yoktur. Güce müstakillik verdiği için, onu müstakil zannettiği için kendinde var olan o güçle baş başa kalır, o güç ona kurtulma imkânı tanımaz. Ölüm sonrasına ait tablo budur.
Kişi yaşarken de moleküler yapıya o kadar mahkûm olur ki, mirac yaşayamaz, ona sema kapıları kapalıdır.
Efendimiz (SAV)’in bir miracını anlatan olaydaki İsra’dan sonra Mirac, moleküler yapıdan seyahattir.
Moleküler yapıya yapışan mirac yaşayamaz. Gücü ilah ilan ettiği için mirac yaşayamaz. O kişiye kapanmış imkânlardan birisi de budur; o mirac yapamaz.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER