Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Ramazan Balkan

ET İTHALATI – Kocatepe Gazetesi

Ramazan Balkan 3 Mayıs 2010 Pazartesi 03:00:00
  Son günlerin en önemli tartışması; et ithalatı. Bu tartışmaları yaparken Türkiye’nin bir çok tarım ürününü ithal ettiğini de öğrenmiş olduk. Hürriyet Gazetesi’nde Yılmaz ÖZDİL’in yaptığı tespitlere göre; ABD’den buğday ve barbunya, Kanada’dan mercimek, Arjantin’den mısır ve soya, Sudan’dan susam, Ukrayna’dan arpa, İtalya’dan bakla, Çin’den sarımsak ve ceviz, Rusya’dan ayçiçek, Yunanistan’dan pamuk, Şili’den pamuk, Brezilya’dan portakal, Panama’dan muz, Almanya’dan vişne, İran’dan fasulye, Avustralya’dan pirinç, Meksika’dan nohut, İngiltere’den çay ithal ediyormuşuz. ÖZDİL’in kaleminden aynen aktarmak gerekirse; “İneklere yem olarak döktüğümüz kepeği bile utanmadan ABD’den getiriyoruz… İnekler ise Hollanda’dan”
Bu tablo karşısında tabiî ki utanmamız gerekir. Çünkü ben lisede okurken, ders kitaplarında; “Türkiye; tarım ürünlerinin üretimi bakımından kendi kendine yetebilen yedi ülkeden biri” olarak geçerdi.
Peki biz o günlerden bugüne nasıl geldik ? Bu gelişmeyi bir çiftçi çocuğu olarak kendi hayatımdan örnekler vererek açıklamam doğru olacaktır.
Çiftçilik yapan insanlarımız bilir, Türkiye’de ÖZAL dönemine kadar yurtdışından tarım ürünü ithalatı yapılmıyordu. Dolayısıyla Türk çiftçisi haksız rekabete karşı korunduğundan 1980’lerin ortasına kadar yani ÖZAL iktidarına kadar çiftçiler Türkiye’nin en mutlu insanlarıydı.
Az önce kendimin de çiftçi bir aileden geldiğini belirtmiştim ve lise yıllarımda yani 1980’li yıllarda çiftçilik yapıyorduk. Bizim Savaştepe ilçe halkının en önemli geçim kaynağı çiftçilikti. Savaştepe, Sarıbeyler ve Yeşilhisar ovası baştanbaşa tütün, kavun, soğan ve domates tarlalarıyla doluydu. Tütün kırımı genelde gece yapıldığı için ovamız gece adeta bir şehir gibi görünürdü. Herkes tarlasında çardağına gider akşam olunca lüküs lambasını yakar tütününü kırardı. Yaz sonu tütünler satılır, toptancıya kavun, soğan, domates tarlada peşin parayla verilirdi. Çarşı esnafı köylüyü kapıda karşılar, banka müdürü odasında çay ikram ederdi. Sünnetler, nişanlar, düğünler için hep harman sonu söz kesilirdi. Her yıl eylül ayında Savaştepe panayırı düzenlenir alış-veriş burada yapılırdı. Düğün alışverişlerine Savaştepe çarşısı veya panayırı yetersiz kaldığında Soma’ya veya Balıkesir’e düğüncü mağazalarına gidilirdi.
Fakat çiftçinin bu rahatlığı 1980’lerin sonuna doğu ortadan kalktı. Çünkü bir tarım ülkesi olan ve halkının büyük çoğunluğu çiftçi olan ülkede yurtdışından tarım ürünü ithalatı serbest bırakıldı. O yılları bilenler hatırlar ÖZAL; “hadi canım Amerika’dan çikita muz gelse ne olur” diye tarım ürünleri ithalatını savunmuştu.
Tarım ürünleri ithalatının serbest bırakılmasıyla zaman içinde sıkıntıya giren köylü bu defa hayvancılığa yöneldi. Hayvancılık karlı bir uğraşı oldu. Köylüler evinde 4-5 inek besler sütünü satarak masrafını çıkarırken doğan erkek sığırlarda kasaplara veri-lerek belli bir kazanç elde edilirdi. Bizimde evimizde böyle 4 tane inek ile danaları vardı. Ben de öğretmenliğe ilk başladığım yıllar olan 1992’de 2 tane dana almıştım. Babam bakımın üstlenirken ben yem-saman masrafını karşılamıştım. O danaları satarak bugün Harb-İş semtinde olan evimin peşinatını karşılamıştım.
Fakat çiftçinin hayvancıktan elde ettiği gelirde fazla sürmedi. 1990’lı yıllarda Türkiye’de ÇİLLER iktidarı vardı ve onlarda bu defa yurt dışından et ithalatını serbest bıraktılar. Hatta o yıllarda basına yansımıştı, bu ithalat sırasında ABD’den sığır eti diye buffalo eti bile gelmişti. Neticede hayvancılıkta çiftçi açısında karlı olmaktan çıktı.
Ardından çitçiye destek olan, ülkemizde tarım ve hayvancılığı koruyan ve hepsi Türkiye’nin özel şartlarından dolayı kurulan Et-Balık, SEK Süt, Çay-Kur, Fiskobirlik, Tekel vb. bütün kurumlar özelleştirildi. Devir özelleştirme devri idi. Elde ne varsa sat-savur, harca devri idi. Dolayısıyla anamızın uçkuruna kadar ne varsa satacaktık. Altı üstü bir yoğurt firması olan DANONE satılacağı zaman bütün Fransa ayağa kalkmıştı. Bizde ise satışa karşı olmak, özelleştirmeye karşı olmak hainlik, gerilik, çağın gerisinde kalmak olarak sunuldu.
Türk köylüsünü, Türk çiftçisini mahveden, Türk insanını açlıkla karşı karşıya bırakan bu politikalar maalesef köylü oylarının çoğunluğunu alarak iktidar olan, köylünün sahibi olmakla öğünen “Sağ İktidarlar” tarafından yaptı. Bugün içine düştüğümüz durum sağ iktidarların günahıdır. Özeleştiri yapmak gerekirse bu günah aynı zamanda; düşünmeyen, sorgulamayan, hesap sormayan, karşı çıkmayan, hep itaat eden, biat eden bizlerin günahıdır. Nazım Hikmet’in dediği gibi; “Koyun gibisin kardeşim / Gocuklu celep kaldırınca sopasını / Sürüye katılıverirsin hemen / Ve adeta mağrur koşarsın salhaneye / Demeğe dilim varmıyor ama / Kabahatin çoğu senin, canım kardeşim.”
1940’larda Türkiye’ye kalkınma reçetesi olan sunulan Thournbog raporu vardı. Bu raporda ABD; “siz ağır sanayiden vazgeçin, Karabük Demir-Çelik, Kırıkkale Silah fabrikası sizin neyinize, Avrupa’nın gıda ve tahıl ambarı olun”, diyordu. Bu emperyalist dikteler 1950 hatta 60’lı yıllara kadar etkin olamadı. Ama 1960’lardan sonra “borç ver-emir ver”, “yardım et-kontrol et” taktiği ile Türkiye emperyalist tuzaklara düştü. Bugün bırakın Avrupa’nın gıda ve tahıl ambarı olmayı eti bile ithal edecek duruma düştük. Dört mevsimin yaşandığı dünyanın en verimli topraklarında, öyle ki insanı ters dikseniz düz bitirecek topraklarda yaşarken dışardan buğdaydan kepeğe kadar ithal tüketiyoruz.
Hülasa; demeğe dilim varmıyor ama, kabahatin çoğu bizim kardeşim.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti