27 Mart 2010 Cumartesi 02:00:00
Netice.
Buraya kadar anlattıklarımızı birleştirmek gerekirse, yakın tarihi özellikle Tanzimat’tan sonraki Batı Anadolu ta-rihini bilmeyen aydınlarımız ve yeni nesil araştırmacılar 19. yy’da Batı Anadolu’daki Rum nüfusa bakarak; Türklerin Anadolu’yu ele geçirdiği tarihten itibaren bölgede Rum nüfus üstünlüğünün olduğunu düşünürler ve hatta Batı Anadolu’daki Türk nüfusu da ihtida etmiş (Müslüman olmuş) Rum kökenli yerli halk sanırlar.
Yukarıda anlattıklarımız doğrultusunda görülecektir ki, Batı Anadolu’da Rum nüfusun artışının sebebi; Türklerin, uzun süren savaşlar ve iç isyanlarla cephelerde kırılırken, Rumların; Ege Adalarından, Kafkasya’dan, Mora’dan, Teselya’dan akın akın Batı Anadolu’ya gelip yerleşmesinin bir neticesidir.
Maalesef bu tarihsel sürecin başlangıcı da 1839 Tanzimat Fermanı’dır. Ardından 1856’da yayınlanan Islahat Fermanı da Batı Anadolu ve onun kalbi İzmir’in Rumlaşmasına sebep olmuştur. “Türk İzmir” bundan sonra “Gavur İzmir” olmuştur. Hele hele yabancı devletlerin himayesi kabul edip onların pasaportlarını taşıyanlara arazi satışlarının serbest bırakılması bu Rumlaşmayı katmerleştirmiştir.
18 Ocak 1919’da toplanan Paris Barış Konferansı’nda İzmir çevresinin işgal hakkını talep eden Venizelos, konferansa sunduğu raporda; Batı Anadolu’da 1.132.000 Rum yaşarken Türklerin 943.000 civarında olduğunu iddia etmişti. Venizelos bu raporuna göre; Batı Anadolu’da 1.031 Türk işletmesine karşılık 3.007 Rum işletmesi vardır. Rumlar bölge sanayisine hakim durumdadır. Batı Anadolu’da 15 Piskoposluk dairesi, 565 kilise, 652 Rum okulu bulunmaktadır.
İttihat ve Terakki hükümetinin bütün çabalarına rağmen Milli Mücadele başında İzmir’de 5 Türk bankasına karşılık 12 yabancı banka, 202 Türk işletmesine karşılık 213 gayri Müslim işletme; 9 Türk avukata karşılık 27 gayri Müslim avukat; 7 Türk doktora karşılık 88 gayri Müslim doktor vardır.
İzmir’in ve Batı Anadolu’nun tekrar Türkleşmesi 9 Eylül sonrasıdır. Bu tarihsel gerçeğin farkında olan M. Kemal Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ni 4 Ekim 1922’de TBMM’de yaptığı konuşmada “Rum Sındığı Meydan Muharebesi” olarak tanımlar ve şöyle der;
“Yunan ordusunun vicdanında, fikrinde meydana gelen bu korku, bütün Yunan Milletine geçmişti. O kadar ki Adalarda (Ege Adaları) bulunan Rumlar, Türk ordusu geliyor diye kaçmaya girişiyordu. Arada deniz (Ege Denizi) olduğunu unutuyorlardı. Bundan dolayı, bu meydan savaşı, gerçekten düşmanlarımız için çok yok edicidir ve korku vermiştir. Bu savaşın sonucu Yunanlıların ve Rumların kalbini sındırmıştır. Bundan dolayı bu savaşa ‘Rum Sındığı Meydan Savaşı’ demek çok uygun olur.”
Gelelim neticeye.
İzmir’i kendi hatalarımızla ve kendi elimizle Rumlaşmaya ittikten sonra ona dönüp “Gavur İzmir” demeye ne hakkımız var. En önemlisi de, Anadolu’da son Türk devletinin bütünlüğüne yönelen PKK eşkıyasına direnen İzmirliye Faşist demek ne kadar doğru ?
İzmir halkı, PKK eşkıyasına, 15 Mayıs 1919’da Yunan ordusuna beyaz bayrak çeken 17. Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa ve İzmir Valisi Kambur İzzet Paşa gibi davransa daha mı iyi olurdu ? Ya da Manisa Mutasarrıfı Hüsnü (Hüsnüyadis) Efendi gibi eşkıyayı tuz-ekmek sunarak mı karşılasalardı?
Netice.
Buraya kadar anlattıklarımızı birleştirmek gerekirse, yakın tarihi özellikle Tanzimat’tan sonraki Batı Anadolu ta-rihini bilmeyen aydınlarımız ve yeni nesil araştırmacılar 19. yy’da Batı Anadolu’daki Rum nüfusa bakarak; Türklerin Anadolu’yu ele geçirdiği tarihten itibaren bölgede Rum nüfus üstünlüğünün olduğunu düşünürler ve hatta Batı Anadolu’daki Türk nüfusu da ihtida etmiş (Müslüman olmuş) Rum kökenli yerli halk sanırlar.
Yukarıda anlattıklarımız doğrultusunda görülecektir ki, Batı Anadolu’da Rum nüfusun artışının sebebi; Türklerin, uzun süren savaşlar ve iç isyanlarla cephelerde kırılırken, Rumların; Ege Adalarından, Kafkasya’dan, Mora’dan, Teselya’dan akın akın Batı Anadolu’ya gelip yerleşmesinin bir neticesidir.
Maalesef bu tarihsel sürecin başlangıcı da 1839 Tanzimat Fermanı’dır. Ardından 1856’da yayınlanan Islahat Fermanı da Batı Anadolu ve onun kalbi İzmir’in Rumlaşmasına sebep olmuştur. “Türk İzmir” bundan sonra “Gavur İzmir” olmuştur. Hele hele yabancı devletlerin himayesi kabul edip onların pasaportlarını taşıyanlara arazi satışlarının serbest bırakılması bu Rumlaşmayı katmerleştirmiştir.
18 Ocak 1919’da toplanan Paris Barış Konferansı’nda İzmir çevresinin işgal hakkını talep eden Venizelos, konferansa sunduğu raporda; Batı Anadolu’da 1.132.000 Rum yaşarken Türklerin 943.000 civarında olduğunu iddia etmişti. Venizelos bu raporuna göre; Batı Anadolu’da 1.031 Türk işletmesine karşılık 3.007 Rum işletmesi vardır. Rumlar bölge sanayisine hakim durumdadır. Batı Anadolu’da 15 Piskoposluk dairesi, 565 kilise, 652 Rum okulu bulunmaktadır.
İttihat ve Terakki hükümetinin bütün çabalarına rağmen Milli Mücadele başında İzmir’de 5 Türk bankasına karşılık 12 yabancı banka, 202 Türk işletmesine karşılık 213 gayri Müslim işletme; 9 Türk avukata karşılık 27 gayri Müslim avukat; 7 Türk doktora karşılık 88 gayri Müslim doktor vardır.
İzmir’in ve Batı Anadolu’nun tekrar Türkleşmesi 9 Eylül sonrasıdır. Bu tarihsel gerçeğin farkında olan M. Kemal Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ni 4 Ekim 1922’de TBMM’de yaptığı konuşmada “Rum Sındığı Meydan Muharebesi” olarak tanımlar ve şöyle der;
“Yunan ordusunun vicdanında, fikrinde meydana gelen bu korku, bütün Yunan Milletine geçmişti. O kadar ki Adalarda (Ege Adaları) bulunan Rumlar, Türk ordusu geliyor diye kaçmaya girişiyordu. Arada deniz (Ege Denizi) olduğunu unutuyorlardı. Bundan dolayı, bu meydan savaşı, gerçekten düşmanlarımız için çok yok edicidir ve korku vermiştir. Bu savaşın sonucu Yunanlıların ve Rumların kalbini sındırmıştır. Bundan dolayı bu savaşa ‘Rum Sındığı Meydan Savaşı’ demek çok uygun olur.”
Gelelim neticeye.
İzmir’i kendi hatalarımızla ve kendi elimizle Rumlaşmaya ittikten sonra ona dönüp “Gavur İzmir” demeye ne hakkımız var. En önemlisi de, Anadolu’da son Türk devletinin bütünlüğüne yönelen PKK eşkıyasına direnen İzmirliye Faşist demek ne kadar doğru ?
İzmir halkı, PKK eşkıyasına, 15 Mayıs 1919’da Yunan ordusuna beyaz bayrak çeken 17. Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa ve İzmir Valisi Kambur İzzet Paşa gibi davransa daha mı iyi olurdu ? Ya da Manisa Mutasarrıfı Hüsnü (Hüsnüyadis) Efendi gibi eşkıyayı tuz-ekmek sunarak mı karşılasalardı?