Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

HUŞÛ NEREDE? – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 24 Şubat 2017 Cuma 12:04:30
 

– 32-
Kıyametteki insanın halini anlamaya, o anı yaşamaya çalışıyoruz:
 “Sur’a nefh olunmuştur. Bir de bakarsın ki, onlar ecdesden (kabirlerinden) Rablerine koşuyorlar. (O vakit) dediler ki; vay bize! Merkad (uyuyacak yer)imizden bizi kim ba’s etti. Bu Rahman’ın va’d ettiğidir ve murseliyn (rasûller) doğru söylemiştir. Sadece sayha-i vahide (İsrafil’in Sur’u) oldu. Bir de bakarsın ki onlar, toptan huzurumuzda hazır kılınmışlardır.” (Ya-Sin; 51-53)
“(O gün) onların hepsini haşretmişiz (toplamışızdır); öyle ki, hiç birini ihmal etmeksizin. Saf saf Rablerine arz olunmuşlardır. Andolsun ki sizi ilk yarattığımız gibi bize geldiniz. Belki siz, sizin için bir mev’id (hesap için va’dedilen bir zaman) oluşturmayacağımızı sandınız.” (Kehf; 47, 48)
“O gün onlardan her bir kişinin, kendisine yeter bir meşguliyeti vardır.” (Abese-37)
“Bir dost bir dostu soramaz.” (Me’aric-10)
“Sur’a nefh olunmuştur. İşte bu yevm’ül vaıyd (uyarıldığınız gün)dür. Her nefs beraberinde bir sevk edici (melek) ve bir şahid (melek) ile gelmiştir. (Kaf; 20, 21)
“(An o) gün(ü) ki her nefs gelir, kendi nefsinden (kendini kurtarmak için) mücadele eder. Her nefse yaptığı şeyler(in karşılığı) tam verilir. Ve onlar zulme uğratılmazlar.” (Nahl-111)
“Ey, insan! Kerim olan Rabbine (ortak olmaya) nasıl cüret ettin? Seni Rabbine karşı cüretlendirip aldatan nedir (ki O’na kâfir oldun)?” (İnfitar-6)
“Onlar, hanîfler olarak Diyn’i O’na (yalnız Allah’a) halis kılarak Allah’a kulluk yapmalarından, salâtı ikame etmelerinden, zekâtı vermelerinden başka bir şeyle emrolunmadılar. İşte budur Diyn-i Kayyime (Hakk Diyn).” (Beyyine-5)
“O halde (rasûlüm), azîm sahibi rasûllerin sabrettiği gibi sen de sabret, onlar hakkında acele etme. Onlar tehdit edildikleri şeyi gördükleri gün, sanki gündüzden bir saatten başka kalmamış gibi olurlar. Bu yeterli bir tebliğdir. Fâsıklar kavminden başkası helak edilir mi (hiç)?” (Ahkâf-35)
“Ki, o gün Râcife (1. Sur) sarsar; onu Râdife (2. Sur) izler. O gün kalbler (bir kaygıyla) çarpar.” (Naziat; 6-8)
“O vakit, kazîm (gamla dolu) olarak kalbler hançerelerin yanındadır.” (Mü’min-18)
“Sizi çağıracağı gün, O’nun Hamdı ile icabet edeceksiniz ve zannedeceksiniz ki (kabirlerinizde) ancak pek az kaldınız.” (İsra-52)
“(İşte o gün onlar) zillet içinde bakarak, başlarını dikerek koşuşur haldedir. Gözleri kendilerini bile görmez. Fuadları heva’dır (içinde bulundukları durumu çözememektedirler).” (İbrahim-43)
“Onu gördükleri gün (dünyada) sanki onlar hiç kalmamışlardır. Ancak bir aşiyye (akşam vakti), yahut duha (kuşluk zamanı) kadar kaldıklarını sanırlar.” (Nâziât-46)
Başka bir zaman dilimi
Bu, o anki insanların önemli hislerinden birisidir. Hesap günü için ba’s olduklarında başka bir yere geldiklerini fark edince, kendilerini dünyada hiç kalmamış gibi hissederler; sanki orada hiç kalmadılar. Bu hissin yaşanacağını ayetlerde okuyunca, sanki kabir azabı yokmuş gibi yorum yapıp yanılanlar oluyor. İnsanın kendini dünyada hiç kalmamış gibi sanması, bu yaşantı yok, kabir azabı yok demek değildir. Allah muhafaza etsin, ölene kadar çok acı ve çile çekmiş bir insanı düşünün, ona o ömür ne uzun gelmiştir. Ama o kişi ba’s anında dünyayı, ömrünü birkaç saniye gibi hissedecektir. Böyle hissetmesi, dünyada yaşadıklarının olmadığı anlamına gelmez. O acıları yaşadı ama o an öyle sanacak. Böyle hissetmesi, kişinin kabirde azab çekmediği anlamını getirmez; inkârcı, yalancı o azabı çeker. Ayetlerde gördük, firavun ve ailesine sabah akşam o azap arz olunuyor, azabı yaşıyorlar. Kişi ba’s anında o yaşadıklarını kısa bir zamanmış gibi zannedecektir, çünkü “zaman dilimi” değişti! Şimdi o yeni bir arz ve yeni bir sema’da yaşıyor. Öyle olduğu için yeni bir zaman anlayışı var. Zihni şimdi girdiği zaman anlayışını daha önceki zaman anlayışıyla kıyaslayınca önceki zaman ona çok kısa gibi, yok gibi geliyor. Böyle hissetmesi, içinde bulunduğu yeni zaman anlayışı sebebiyledir.
“(Allah, inkârcılara) ‘yeryüzünde kaç yıl kaldınız?’ diye sorar. ‘Bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık, işte sayanlara sor’ derler. Buyurur: Sadece az bir süre kaldınız; Keşke, siz (bunu) bilmiş olsaydınız! Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?” (Mü’minun; 112-115)
Keşke bunu bilseydiniz! Yani uyarıldığınızda keşke işitip anlayabilenlerden (semi’na ve eta’na diyenlerden) olsaydınız.
“Aralarında gizli gizli şöyle derler: ‘Dünyada sadece on gün kaldınız.’ Aralarında konuştukları konuyu biz daha iyi biliriz. Onların en olgun ve en akıllı olanı o zaman ‘bir günden fazla kalmadınız’ der.” (Ta-Ha; 103, 104)
Aralarında konuştukları bir dönem dikkatinizi çekiyor mu? Ayette söylenen bu hal, hesap için ba’s oldukları, hesaba dirildikleri sırada birbirleriyle konuşabildikleri bir dönemi kapsıyor.
“Onları haşr edeceği gün, sanki günün ancak bir saati kadar kaldıklarını zannederek aralarında (birbirleriyle) tanışırlar. Allah huzuruna varmayı yalanlayanlar elbette zarara uğramışlardır. Zira onlar doğru yola gitmemişlerdi.” (Yunus-45)
“O saat kıyam ettiği gün, mücrimler bir saatten başka kalmadıklarına yemin ederler. Böylece çevriliyorlardı. Kendilerine ilim ve iman verilmiş olanlar ise dedi ki: Andolsun ki; Allah’ın kitabında (hükmettiği gibi) ba’s gününe kadar kaldınız. İşte bu ba’s günüdür. Fakat siz bilmiyordunuz. O gün zulmedenlere mazeretleri fayda vermez ve razı etmeleri de istenilmez.” (Rum; 55-57)
“(Allah buyuracak:) ‘Sizden önce geçmiş cin ve insan toplulukları arasında siz de ateşe girin.’ Her ümmet girdikçe yoldaşına lanet edecektir. Hepsi birbiri ardından orada (cehennemde) toplanınca, sonrakiler öncekiler için, “Ey Rabbimiz, bizi işte bunlar saptırdılar. Onun için onlara ateşten bir kat fazla azab ver!” (Allah da): “Zaten herkes için bir kat (daha fazla azab) var, fakat siz bilemezsiniz” diyecektir. Öncekiler sonrakilere, ‘Sizin bize bir üstünlüğünüz yok. Siz de yaptıklarınıza karşılık azabı tadın’ derler.” (A’raf 38, 39)
“O gün mazeretleri zalimlere fayda vermez. Hem o lanet (Allah’tan uzaklık) ve hem de yurdun kötüsü onlarındır.” (Mü’min-52)
Kıyamette üç kez huzura arz var
Efendimiz (SAV) buyurdular: “İnsanlar kıyamet günü üç kez huzura arz olunur. Bunlardan ikisi karşılıklı kavga, mücadele ve özür beyan etmedir. Üçüncüsü, ellerde amel defterlerinin uçuştuğu arzdır.”
Ayetlerde de görüyoruz, bu hadiste de: Üç kez huzura geliniyor. İlkinde tartıştıkları bir arz oluş var. Birbirlerine: “Senin yüzünden böyle oldu, şöyleydi, böyleydi” gibi ithamlarda bulunup tartışıyorlar. Veya inananların onlara: “Sizin bunlardan haberiniz yok. Biz ayetlerden okumuştuk, bu böyleydi, biz zaten bugünü, bu anı bekliyorduk” demeleri bu ilk arz edilişte yaşanıyor. Daha sonra ikinci arz var, bu sefer mazeret ürettikleri bir zaman yaşanıyor. Hatta bu mazeretlerden birisi, onların dünyadaki iddiacı/muhtar yaşantılarına ait huylarının devam ettiğinin göstergesidir; kendilerini aklamaya girişiyorlar. Onlara; “orada ne kadar kalmıştınız?” denildi. O da bir gün veya bir günden az gibi ne hissediyorsa onu söyledi, şimdi mazeret üretiyor: Orada bir saat ya kaldık ya kalmadık, fazla kalmadık ki! O kadar kısa sürede ne ameli yapacaktık? O hissi bahane olarak kullanıyorlar: “Orada fazla kalmadık ki sâlih amel işleyelim” diyerek mazeret üretiyor. Veya “bizi başkaları kandırdı” gibi mazeretlere devam ediyorlar. Ama Rum-57. ayet; “onların mazeretleri onlara bir fayda vermez” diyor.
“O gün, Ruh ve melaike saf saf kıyamdadır. Rahman’ın izin verdiği hariç kimse konuşamaz haldedir. O (izin verilen) de ancak doğruyu söyler.” (Nebe-38)
 Bu kapsamdaki ayetlerde “Rahman” geçiyor, çünkü adalet başlıyor, adaletle hüküm başlıyor. Bu yüzden, o an verilen izinlerdeki mantık Rahman ile ilgilidir; Rahman’ın izin verdiği hariç kimse konuşamaz. O anki konuşma ve izinler, kişi dünyada yaşarken ne hak etmişse onunla ilgilidir, yani hak ve hukukla ilgilidir.
“O geldiği gün, Bi-iznihi müstesna hiçbir nefs konuşamaz. Onlardan kimi şaki, kimi de said’dir.” (Hud-105)
“O gün ölçü yapmak Hakk’tır. Artık kimin (sevap) tartısı ağır gelirse, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. Kimin tartısı hafif gelirse, onlar, ayetlerimize karşı haksızlık etmeleri sebebiyle kendilerini hüsrana uğratanlardır.” (A’raf; 8-9)  
Ayetteki ölçü mizan manasında geçer. Ekonomici arkadaşlar mizan kelimesini bilirler, yanılmıyorsam daha çok bilanço, denkleştirme, hesap-kitap mânâsındadır. Dolayısıyla, ayette geçen mizan, sevap ve günahımızın bir bilançosunun ortaya çıkacağını anlatmaktadır. O mânânın ifadesi olarak mealen “ölçü” yazılmıştır. Ayette; “O gün Rahman gereği ölçü artık haktır” deniyor. İşte bu mizandaki sevap-günah bilançosuna, tartısına bakılıyor.
“O gün sapması/eğriliği olmayan da’vetçiye tabi olunur. Rahman için sesler huşûdadır. Derinden gelen iniltiden başka ses işitilmez. O gün şefaat fayda vermez. Sadece Rahman’ın izin verdiği ve sözüne razı olduğu kimse müstesna.” (Ta-Ha; 108-109)
“Takva sahiplerini heyet halinde çok merhametli olan Allah’ın huzuruna topladığımız; günahkârları da susuz olarak cehenneme sürdüğümüz gün, Rahman’ın nezdinde söz ve izin almaya hak kazanmış olandan başkasının şefaate güçleri yetmeyecektir.” (Meryem; 85-87)
 Ayette hem Rahman hem de Rahıym iki mana birden var. Takva sahipleri çok merhametli olan Allah’ın huzuruna toplandığında Rahıym ismi devrede, hüküm verileceğinde, birisi konuşacağında Rahman ismi çalışıyor.
“O saat kıyam ettiği gün, mücrimler ümidini kesip susarlar. (Allah’a koştukları) ortaklarından kendilerine hiç bir şefaatçi çıkmayacaktır. Zaten onlar ortaklarını da inkâr edeceklerdir. O saat kıyam ettiği gün, o gün mü’minlerle inkârcılar birbirlerinden ayrılacaklardır.” (Rum; 12-14)
 Onlar karışıklardı, konuşuyorlardı, özellikle dünyada kaldıkları gün sayısıyla ilgili tartışıyorlardı. Rum 55-57. ayetlerde gördük, mü’minler onlara; “Siz bilmiyorsunuz, biz dünya hayatında okumuştuk. Allah’ın hükmü böyleydi, sizin bundan haberiniz yok” diyorlardı. Şimdi artık ayrılacaklar.
“Siz üç nevi olacaksınız; ashab-ı meymene (sağ tarafın ehli), ne ashab-ı meymenedir? Ashab-ı meş’eme (sol tarafın ehli), ne ashab-ı meş’emedir? Ve sabikun (saadet ve şekavet ehlinin ikisini de geçen) sabikundur. İşte onlar mukarrebun’dur.” (Vakıa; 7-11)
“Kimin (sevap) tartısı ağır gelirse, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. Kimin tartısı hafif gelirse, işte onlar da nefslerini hüsrana uğratanlardır, cehennem içinde ebedi kalıcılardır.” (Mü’minun; 102-103)
“O gün sur’a nefh olunur. O gün mücrimleri zurka (korkudan gözü göremez, a’ma) olarak haşrederiz.” (Ta-Ha; 102)
“Kim zikrimden yüz çevirirse, onun için dar bir maişet (güç bir yaşantı) vardır ve onu kıyamet günü a’ma olarak haşrederiz. (O vakit) der ki: Rabbim beni niçin a’ma olarak haşrettin, aslında gören birisi idim? (Rabbi) dedi ki: İşte böyle! Ayetlerim sana geldi de onları unuttun. Bugün de sen unutulursun.” (Ta-Ha; 124-126)
Verileni ve Veren’i unutma
“Unuttun, unutulursun!” Bu önemlidir. İnsanın nankör yapısı anlatılıyor. NANKÖR verileni unutandır, vereni unutandır; verileni de vereni de umursamaz! Dolayısıyla ayet diyor ki: Şükür’den ve Hamd’dan uzak kaldın; unuttun, şimdi sen de unutulan olursun. Dünyada yaşarken “görüyor” olmasının Allah’tan olduğunu bilmediği için, onu kendi yeteneği, kendi gücü sandığı için veya dünya ehli bilim adamlarının anlatıp açıkladığı sistemle görüyor olduğunu zannettiği için verileni ve vereni unuttu. Vereni unuttuğu için ona o görmeyi veren Allah, vakti geldiğinde görmeyi onun elinden aldı ve o şimdi a’ma! Bu nasıl bir a’ma oluştur biliyor musunuz? Korkudan a’ma oluştur, o gün kişi korkudan a’ma olmuştur; o gün’ün dehşetinden hiç bir şeyi göremeyen a’madır o! Günlük yaşantıda da “sıkıntıdan gözüm birşey görmüyor” deriz değil mi? O halin çok çok hafifini bu dünyada yaşarız. Zaten dünyada neyi yaşıyorsanız o, ahirettekinin çok çok hafifidir. Ahirettekinin şiddetini anlamak için onu sonsuz bir çarpanla, sonsuz bir katla çarpın. Lezzet de öyledir, acı da. Dünyada ne size çok lezzetliyse onun cennetteki lezzeti çok yüksek bir katla çarpılarak bir fikir edinilebilir. Korkudan gözlerin dönüşü, a’ma oluşu da öyledir…
“Gözler huşû’da (dehşetten önlerine eğik), kendilerini bir zillet kaplamış olduğu halde. İşte bu vaad olundukları o gündür.” (Mearic-44)
“O halde onlardan yüz çevir. Çağıranın, görülmemiş derece korkunç bir şeye çağırdığı gün, gözleri huşu’da (dehşetten önlerine eğik) oldukları halde, sanki yayılan çekirge sürüsü gibi kabirlerinden çıkıyorlar. Zillet içerisinde bakarak o çağırıcıya süratle koşuyorlar. Kâfirler; ‘Bu şiddetli ve zor bir gündür’ derler.” (Kamer; 6-8)
Gözler huşû’da!
Gözler huşû’da! Bu kavram, bu hal bize hiç yabancı değil, bizim dünyada yapmaya çalıştığımız şey bu; gözler huşû’da; zaten sürekli gözlerimizi, bedenimizi, zihnimizi huşûda tutmaya çalışıyoruz, hatta “huşû nedir?” diye inceliyor, araştırıyor, öğrenmeye çalışıyoruz. Huşû’nun ne olduğunu anlamaya çalışmanın bile ne kadar değerli bir iş olduğunu kişi o gün öğrenir, o zaman anlar. “Huşû nedir, ben Rabbime nasıl huşûda olurum?” diye araştırmak, merak etmek çok önemlidir, göreceğiz. Rabbimiz o an’ı, o şiddetli ve zor günü bize Mearic-44’de böyle tanımlıyor: Gözler huşûda, dehşetten önlerine eğik, kendilerini bir zillet kaplamış oldukları halde!
“O gün yalanlayanların, vay haline!” (Mürselat-28)
“Onların gözleri huşû’ eder.” (Nâziât-9)
“Onları zilletten huşû’ etmişler, gizlice bakışıyor oldukları halde (ateşe) arz olunurken görürsün.” (Şura-45)
“Vechler, Hayy ve Kayyum’a zillet ile boyun eğmiştir. Bir zulüm yüklenen kimse hakikaten kaybetmiştir. Kim (de) mü’min olarak sâlih amel yaparsa; o ne zulümden ne de hakkının çiğnenmesinden korkar.” (TaHa; 111,112)
“Kıyamet günü için kıst terazileri koyarız. Hiç bir nefs en küçük bir zulme uğramaz. Bir hardal tanesi ağırlığınca olsa dahi onu da getiririz. Hesap görücü olarak biz kâfiyiz.” (Enbiya-47)
“Kim hasene ile gelirse, ona getirdiğinin on misli vardır. Kim de seyyie ile gelirse, ancak onun misli ile cezalandırılır. Onlar zulme uğratılmazlar.” (En’am-160)
“Gözler huşû’da, kendilerini de bir zillet kaplanmış olduğu halde. Halbuki onlar vefatlarından önce de secdeye davet olunuyorlardı. Hakikatin açığa çıkışında Secde’ye davet olunacakları gün, muktedir olamayacaklardır.” (Kalem-43 ve 42)
“Hayır! Muhakkak ki; onlar, o gün elbette Rablerinden mahcupturlar (perdelidirler).” (Mutaffifîn-15)
“Hakikaten şu mü’minler kurtulmuştur; onlar ki salâtlarında huşûdadırlar.” (Mü’minun 1, 2)
Karşımıza iki “huşû” çıktı; dünyada ve hesap günü. Demek ki insan mutlaka huşûyu yaşayacak; Rabbi’ne korkuyla, titreyerek O’nun huzurunda duracak. Ya bu dünyada Rabbi’nden korkacak, huzurunda öyle duracaksın ya da Allah’ın kudretiyle, kudretinden korkarak kıyamette bunu yapacaksın. Mutlaka bu huşû yapılacaktır!
Mü’minun Sûresi’nin ilk beş ayetinde önemli bir bilgi var. İlk ayet; “Şu mü’minler kurtulmuştur” der. Sonra dört özellik sayılır. Bizim konumuzla ilgili olan ikinci ayetteki haldir: Salâtlarında huşûda olanlar kurtulmuşlardır. Salâtta huşûda olanlara o gün korku ve mahzunluk yok. Eğer öyleyseniz ayet sizi de müjdeliyor.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER