Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

İYİ BİR MUHAMMEDÎ ZATEN İYİ İNSANDIR. AMA “İYİ İNSAN”IN DURUMU FARKLI

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 16 Mart 2017 Perşembe 12:30:29
 

– 49-
Müslümanın hayat tarzının tek ana başlığı vardır; iyi kul olmak. Müslüman isek ana başlık bu; iyi kul olmak. Onu kıyasladığımız diğer hayat tarzının ana başlığı ise iyi insan olmak; burada kişi yapacaklarını “iyi insan” başlığı altında oluşturuyor. Müslüman işlerini “iyi insan” başlığı altında yaparsa kaybeder. Çünkü Kur’ân bize iyi insan olun demiyor, “Allah’a kulluk yapın” diyor. Neler yaparsam iyi kul olurum diyenin, yani hayatının ana başlığı iyi kul olmak olanın alt başlıklarından birisi zaten Allah’ın yarattıklarına iyi davranmaktır. Yalnızca insana değil, Allah’ın yarattıklarının tümüne nasıl davranacaksın? Yakınlarda vefat etmiş bir mübareğin bir anısını tekrar hatırlatayım. Allahu a’lem, ikindi salâtında imametini yapmış lojmanına gidiyor. Bir hadis vardır, mü’minlerin yollarının önündeki engellerin kaldırılmasının hayrlı, çok makbul olduğunu söyler. Bunun en zâhiri, en basit mânâsı yoldan bir şeyin, mesela bir taşın kaldırılmasıdır. Bir kişi, bir bisiklet, bir araba çarpar, düşer, zarar görebilir. Cam kırıkları dâhil yollarda neler görürsünüz, Allah muhafaza etsin. Hadisin kapsamı onların kaldırılmasından başlar, kişinin “Lâ ilahe illallah” Kelime-i Tevhidi’ni anlamasında ne tür engelleri varsa onların kaldırılmasına kadar gelir. Yoldaki esas engel odur… Ancak, mü’min kul “Ben yoldaki bu engelleri kaldırıyorum” diye taş gibi zahiri engelleri görmezse, diğerini hiç kaldıramaz. Zâhirî ve bâtınî birliktedir, onları ayırıp birisini seçemezsiniz. Onların adları farklıdır, değilse hepsi tektir. Örneğimize devam edelim.
Efendiyle beraber camiden çıkıp yürürlerken, onun yanında dikkatli yürümeye çalışan kişi yolda bir taş görüyor, bu hadis gereği taşı ayağıyla kenara itiyor. Normal, olabilir. Fakat mübarek zat rahatsız oluyor. İlişkilerinde hep sessizce konuşan o mübarek yine sessizce diyor ki; öyle yapma incitirsin, yumuşakça al koy. Bunu o kadar inanarak söylüyor ki… Sözde bir çevrecilik değil, kul olarak söylüyor. Onun bu davranışını iyi kul olma gayreti belirliyor. Çünkü Allah’ın yarattıklarına nasıl davranacağı da o başlığının altında. “Taşa öyle davranma, incitirsin” diyen kulun insanlara nasıl davranacağını bir düşünün. Demek ki, hedefi iyi kul olmak olan ve bunun alt başlıklarını da yerine getiren kişi kendiliğinden iyi insan olur. O hedef kişiyi kendiliğinden “iyi insan” formuna götürür, iyi kul olmanın gereği Allah’ın yarattıklarına nasıl davranacağını da öğrenir. O saygıyla, o hürmetle, o korkuyla, sahibine olan o bağlılıkla işe başlar, sahibini gören gözle yaşar. Bu kişiye çevresi kendiliğinden “iyi insan” der. Onun öyle bir hedefi ve iddiası, öyle bir yarışı yoktur, aferin de beklemez. “İyi insan olmak gereksiz” demiyoruz, hedefimiz o değil diyoruz, o kendiliğinden oluyor. Onu hedef yaparsanız İslamiyet’i anlayamazsınız, Allah’a kulluk yapamazsınız, insanların kulu olursunuz. Çünkü iyi insan olma kurallarını insanlar oluşturuyor, iyi insanın değerlendirmesini insanlar yapıyor. İyi kul olmanın kuralını Allah koyar, değerlendirmesini Allah yapar. İyi kuldan razı olan Allah’tır, iyi insandan memnun olan insanlardır.
İfadelerin derinliğine dikkat
Bu paylaştıklarımız iyi kul olmaya, yani Allah’a kulluk yapmaya yöneliktir, onu âyetlerden de görüyoruz. Ama yine de vardığımız sonuç şudur: En doğru bilen Allah’tır. Bu ifade kesret diliyledir, bunu tevhid diliyle de ifade edeceğiz. Kesret dilindeki cümleler uzaktan bakan gözün kurduğu cümleler gibidir. “En doğru bilen Allah’tır” dediğinizde, bildiğini söyleyen başkaları da var gibi düşünürseniz, o haliyle bu cümle risklidir. “En doğru bilen Allah’tır” cümlesi ya dûniHİ idrakla veya Billâhi algıyla kurulur, dûniHİ algıyla kurulursa küfürdür. “En doğru bilen Allah’tır, en merhametli Allah’tır, en cömert Allah’tır” gibi cümleler dûniHİ idrakla kuruluyorsa müthiş bir küfürdür. Çünkü Allah kıyaslanmış olur, Allah’ı da sıraya koymuş olur. DuniHi idraka göre başka bilenler de vardır ama en iyi bilen Allah��tır. DûniHİ idrakta bir iddia vardı: Allah’ın dışı iddiası! Allah’ın dışı var, orada da müstakilen var ve muhtar olanlar var, onlar da müstakilen bilirler iddiası. Allahuekber!
Allahuekber’in çevirisine çok dikkat etmek lazım. “Allah en yücedir” derseniz, kimden yüce olduğunu sorarlar. Onu dûniHİ idrakla söylerseniz, yani Allah’ı sıraya koyarsanız küfür olur. “Bir sürü yüce var ama Allah hepsinden yüce” gibi bir mânâ küfürdür. “Allahım, biz sana karşı aciziz” cümlesi de dûniHİ idrakla söylenirse bir küfürdür. Allah’ın dışı var, dışında da müstakilen var ve muhtar birisi var. O Allah karşısında zayıf, güçsüz; “Gücüm yetmiyor, seni kabullenmek zorundayım” gibi bir mânâ şirktir. Olmaz! Bunlar dûniHİ algı ve zann’larının cümleleridir. DûniHİ idrakla, “en doğru Allah bilir” demek bu yüzden yanlıştır. Ama Billâhi anlamda kesret cümlesi olarak kullanırsanız, doğrudur; Billâhi anlamda en doğru bilen Allah’tır. Çünkü Allah, kullarına kendi ilminden nasipler vermiştir, onlar da bir şeyler söyler, bir şeyleri biliyor davranır. Ama en doğruyu en doğru bilen Allah’tır. Bu cümle, kesret dilinde ilmin sahibi Allah’tır mânâsında olmalıdır. Eğer dûniHİ idrakı sildiysek “En doğru bilen Allah’tır” cümlesini Billâhi anlamda, aynı mânâda tevhid diliyle nasıl söyleriz? “Bilen ancak Allah’tır.” Bu tevhid dilidir. Kimse yok, kesret yok, elbette bilen ancak Allah. Aslında sen onu kesret diliyle söylerken de O zaten el an öyledir. Kesret ifadeleri insanın anlayabilmesi içindir, bu dünyada kesret diline ihtiyaç vardır.
Bizim bildiklerimiz nasıl tanımlanıyor
“Sübhansın. Bizim için, senin bildirdiğinden başka ilim ne mümkün. Muhakkak ki; sensin Aliym ve Hakiym” dediler.” (Bakara-32)
Billâhi anlamda “en doğru bilen Allah’tır” demiştik. Meleklerin cümlesi de bu; Sübhansın, yani dûniHİ mânâlardan ve iddialardan münezzehsin. Sübhânallah’ın bu mânâsı insana yöneliktir, çünkü dûniHİ algı insan içindir, melekler için değil. Biz Sübhânallah dediğimizde ilk mânâsı önce budur: DûniHİ tüm mânâ ve iddialardan, dûniHİ algı ve zann’ların hepsinden münezzehsin. Sübhânallah’ı Billâhi algıya gelmiş/yerleşmiş kişi söylüyorsa mana şöyledir: Ne biliyorsam, ne sanıyorsam hepsinden berisin Allahım. Bu mânâ dûniHİ algı silinmeden olmaz. Önce dûniHİ algıyı, Allah’ın dışı varmış sanma algısını, orada oluşturulan bilgileri sileceksin. O algıya karşı duruş göstereceksin: “Sübhansın Yâ Rabbi, uyduruyorlar, yalan söylüyorlar, iftira ediyorlar, sen Sübhansın” diyeceksin. Billâhi algıda uydurma yoktur, oradakilerin hepsi ilmullahtadır. Bu nedenle oradaki kişi Sübhânallah’ı yalan ve uydurmalara karşı söylemez. Onunki “Ne biliyorsam o değilsin, ne sanıyorsam öyle değilsin, hepsinden münezzeh ve berisin” diyen Billâhi bir sesleniştir. Ayette meleklerin deyişi gibi: “Yâ Rabbi Sübhansın. Bizim için senin bildirdiğinden başka ilim ne mümkün.” Billâhi anlamda “En doğru bilen Allah’tır” derken bizim söylediğimiz budur: Allah’ın bildirdiğinden başkasını bilmemiz ne mümkün.
Peki, bizim bildiklerimiz nasıl tanımlanıyor?
“Yaratan bilmez mi (hiç yarattığını)? O, Latıyful Habiyr’dir.” (Mülk-14)
Rabbimiz böyle diyor: Yaratan yarattığını bilmez mi? O zaman, neden başka hayat tarzı arayalım? Yaratan yarattığını bilmez mi?
“Muhakkak ki Allah bilir ve siz bilmezsiniz.” (Nahl-74)
Allah bilir ve siz bilmezsiniz. Allah’ın bilmesinde ve bize “Siz bilmezsiniz” deyişinde bilmemiz gereken iki mânâ vardır: DûniHİ algıyla davranırsan zaten iftira ediyorsun. İki; Billâhi algıyla bakarsanız, zaten Allah ne demişse, ne öğretmişse siz onu bilirsiniz, bilgi konusunda Allah’la yarışmayın. “Siz bilmezsiniz” bu yarış için söyleniyor. Siz bilgi yarışı yaparsınız. Ama yapmayın. Çünkü siz bilmezsiniz, siz ancak size öğretileni bilirsiniz.
“Allah bilir ve siz bilmezsiniz.”
Günümüzde çok rastlanılan önemli bir şey var, “Gaybı Allah bilir” tartışması. Siz de rastlamışsınızdır. “Gaybı ancak Allah bilir”i iyi anlamak lazım. Eğer bu biraz noksan fark edilirse izahlarda zorlanılır.
Bundan yıllar önce, bu âyetin ve hadislerin ışığında insanlar, “Allah neleri bilir?” diye konuşurlarken deniyordu ki; anne karnındaki yavru dişi mi erkek mi, onu ancak Allah bilir. Evet, o zaman bu bir gaybtı ve onu ancak Allah bilirdi. Ama şimdi doktorlar biliyor. Ne oldu? Bu cümle düştü. Dikkatli birisi bunu okuduğu zaman der ki; “Bunları böyle hikâyelerle avutuyorlar”. Böyle der, geçer gider. Oysa bu yaklaşımda yanılma var ve bu yanılma insana ait! “Gaybı Allah bilir” şu mânâdadır: Geçmişte insanların bazı bildikleri vardı, bilmedikleri de vardı. Neyle öğreneceklerdi? Teknolojiyle, sosyal yaşantı tecrübeleriyle. Buna hayat tecrübesi demiştik. Bu yanılmalar aslında “Her şey Kur’ân’da var” zannettikleri içindir de. Kur’ân’daki bilgi Allah’ın ilmi yanında çok az bir şeydir. “Herşey onda var” iddiasıyla yola çıkan zorda kalır. İşte o dönemde insanların bildikleri var, bir de bilmedikleri. Teknoloji günümüzdeki gibi olmadığı için o gün bilemediklerine “gayb” dediler. Doğrudur, ne bilinmiyorsa gayb odur. O günkü gayb oydu.
“Gaybı Allah bilir” demenin esas mânâsı şudur: Yaşadığımız dönemde Allah bize de bir şeyleri öğretti, biliyoruz, herkesin dönemine göre bir bilgisi var. Farklı, özel insanlar elbette ayrıdır, bu söylediklerimiz genel için. Allah’ın ilminin sonu yok, size o sonsuz ilimden bir şeyler öğretti. Ama şu an sizin bilmedikleriniz yok mu? Var. İşte size göre gayb olanı Allah bilir. Her şeyi bu bildiğiniz kadarmış zannetmeyin. Bilmedikleriniz, bilmeyecekleriniz, hiç bilemeyecekleriniz var, gayb olarak onları Allah bilir. Çünkü ilmin sahibi O. Bugün size bu kadar bildirdi, bilmediklerinizi O bilir. Bize bildirdikleri değişince biz gaybı öğrenmiş olmayız, gaybı biliyor olmayız, bilmediklerimiz vardır, hep olacaktır. Bugünkü bildiğimizin seviyesi budur. Değişmeyen şudur; yine gaybı Allah bilir, bilmediklerimizi yine Allah bilir. Allah’ın bildiklerinin ne olduğunu biz belirleyemeyiz. Belirlemeye kalkarsak tuzağa düşmüş oluruz. Biz, bize bildirdiği kadar biliriz. Bildirdiğinin dışında belirleme yapmaya kalkan zorda kalır. Nahl-74 demişti ki; “Allah bilir ve siz bilmezsiniz.”
Bütün bu sebeplerden, Allah’a kulluk görevini yerine getirmeye gücü yettiğince gayret eden insan, birlikte yaşadığı insanlar arasında, kendisini ilgilendiren kişiler arasında ve kendisiyle ilgilenen insanlar tarafından kulluk görevinin tabiatı gereği emin ve iyi insan olarak bilinir. Ancak onun iyi insan olma çabası ve gayreti, hele de planı hiç yoktur. Gayreti ve planı Allah’ın razı olduğu bir kul olmaktır. Dolayısıyla, iyi bir kul iyi kul olma hayat tarzının gereği olarak kendiliğinden iyi bir insandır, o zaten öyledir. Buna mukabil iyi bir insana iyi bir kuldur diyemeyiz. İyi insanın iyi kul olmakla ilgisi yoktur. Ama iyi kul olmak iyi insan olmayı kapsar. İyi kul olma ana başlığı altında o da vardır. İyi insan olma ana başlığı altında iyi bir kul olmak yoktur, hatta umurunda bile değildir. Zaten kişi iyi insan olunca müslümanları beğenmez, “Sizden iyiyim, bir şunum noksan” der, iyi insan olarak müslümanları geçtiğini zanneder. Bu yüzden, bir iyi insan gördüğünüzde ona hemen “bu Muhammedî’dir” derseniz büyük suç işlersiniz, çünkü Muhammedî olmayan birisi de iyi insan olabilir. İyi bir Muhammedî zaten iyi insandır, iyi insan değilse zaten başaramıyor demektir.
Bu geldiğimiz noktada işin zihnimize oturması için bir mukayese yapacağız: İyi insan ne yapar, iyi kul ne yapar? İnşaAllah yarın.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER