Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

KADERE BAKIŞ AÇILARI VE AYETLERİN HADİSTEKİ KARŞILIĞI

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 20 Mart 2018 Salı 13:31:30
 

– 134-
Kader konusunda çok yaygın rastlayacağınız iki yanlış yaklaşım vardır: İlki “neye iman etmeliyim?” sorusuna cevap olarak İnsan-30’u kabul eder. Tamam, ama “ben bu imana göre nasıl davranacağım?” dediğinizde cevap olarak İnsan-29”u görmez, davranış olarak kendisi bir tanım getirir, mesela “Allah dileseydi yapardın” der. Bu yaklaşımıyla o bir davranış uydurmuş oldu ve “Allah dileseydi yapardım” diyen bir tanrı çıktı. Batıl fırkalar böyle oluşuyor! “Dileseydi yapardım, dileseydi salât ikame ederdim, dilememiş, demek ki benim bir sorumluluğum yok” diyerek yan çizen bir tanrı! Bu tanımı bu tanrı kendisi getirdi. Hâlbuki nasıl davranılacağı bellidir: İnsan-29: Dileyen rabbine bir yol tutar buyuruyor. Ama o Rabbine bir yol tutmak yerine kendisi bir tanım getiriyor. Onun bu tanımı yapmasının ve yanılmasının sebebi İnsan-30’un cazibesidir. İnsan-30’un cazibesiyle, İnsan-30’un sarhoşluğuyla tanım uyduruyor ve bir batıl davranış ortaya çıkıyor. Bu grup özellikle Efendimiz zamanında da vardır ve Efendimiz bu fırkayı lanetlemiştir. Abdülkadir Geylani Hazretleri’nin Gunyetü’t Talibin adlı eserinde batıl fırkaların anlatıldığı bölümde bu grubu ve diğerlerini bulup okuyabilirsiniz.
Günümüzde çok telkin edilen, çok rastlayacağınız bir batıl fırka da şudur: Bunlar, “neye inanacağım?” sorusuna beşeri bir cevap oluşturur ve uydururlar. Bu fırka,”nasıl amel edeceğini” İnsan-29 gereği belirliyor, burası doğru, tamam. Ama “kader konusuna nasıl inanmalıyım?” sorusuna cevap olarak İnsan-29’un tesiriyle bir beşeri tanım uyduruyorlar. Oysa nasıl iman edileceğini anlatan ayet var; İnsan-30 ve benzerleri! Ama bunlar, İnsan-29’un tesiriyle iman uyduruyorlar. Öncekiler İnsan-30’un cazibe ve sarhoşluğuyla bir beşeri tanım yapıp amel uyduruyordu, bunlar İnsan-29’un tesiriyle iman uyduruyor, muhtariyet ilan ediyorlar. Açıktan muhtariyet ilan etmiş bir idrakla yaklaştıkları için İnsan-29’u görünce ilan ettikleri muhtariyetin tesiriyle İnsan-29. ayetteki meale vuruluyorlar, “tam muhtariyetimize uygun, aradığımız ayet bu” diyorlar, bu ayetle oluşan tesir gözlerini karartıyor, İnsan-30’u ve benzerlerini göremiyorlar. Diğer grup da İnsan-29 ve benzerlerini görememişti.
BATIL İNANIŞLAR VE FIRKALAR İŞTE BÖYLE ÇIKIYOR
İnsan-29. ayet mealine vurulup İnsan-30’u göremeyenler, muhtar olarak ibadet yaptıkları için, daha önce bahsettiğimiz “tam amel tanrılar” grubuna girerler. İnsan-29’un tesiriyle İnsan-30’u fark edemiyor, göremiyor! Bu idrakla yazılan tefsirlere, meallerin İnsan-30’u es geçtiklerini görürsünüz. Tamamlayamazlar, yazarken ortasında bırakırlar. Bu bakışla yazılmış ünlü âlimlerin eserlerini alın, inceleyin, İnsan Suresi 30. ayetin tefsirini İnsan-29’daki manaya uymadığı için bir yerinde keser. Bir kitap yazmışsa, İnsan-30 onun yazdığına ters düşeceği için, kader konusunda İnsan-30’dan bahsetmez, yalnızca İnsan-29 ve benzer ayetleri koyar. Hadisleri de keserek yarısını koyar. Çünkü kendisi bir beşeri tanım oluşturdu, ayet ve hadisleri o tanıma uydurmaya çalışıyor. Batıl inanışlar ve fırkalar işte böyle çıkıyor. Genellikle sapma noktaları kadere bakış açılarıdır.
Kader bakış açıları dört ana grup olarak karşımıza çıkar:
1) Muhtar tanrı anlayışı. Bu yapısıyla muhtar tanrı “tam amel tanrı” dediğimiz tanrının bir diğer halidir. Muhtar tanrı ne yapar? Muhtariyet iddiası nedeniyle İnsan-29’un tesirinde kalır; bu nedenle İnsan-30 ile İnsan-29’un ilgisini ve bütünlüğünü fark edemez, İnsan-30 yokmuş gibi davranır. Muhtar tanrının özelliği budur: Sanki İnsan Suresi 30. ayet yokmuş gibi davranır.
2) Mecbur tanrı algısı. Tasavvufa heveslilerin çoğu mecbur tanrı sınıfındadır. Mecbur tanrı idrakı muhtar tanrıya göre bir ilerlemedir, ama tanrılıkta bir ilerlemedir. Çünkü kişi hala tanrıdır. Mecbur tanrı ne yapar? “A” yapının yani muhtariyet iddiasıyla “BEN” diyen yapının fark ve yok edilmesi gerektiğini bilmeden “B” Takdim “BEN”i yok etmeye çalışır. Bu idraktaki kişi “İnsan 30” ayetini “Allah diledikten sonra BEN dilerim” şeklinde anlar, öyle meal verir, yani kendini mecbur hisseder. Onda gizli bir muhtar var, o gizli muhtar diyor ki: Allah diler, ben de mecburum, ondan sonra da ben dilerim. Kaderi böyle izah eder. Böyle izah ettiği, böyle anlattığı için onu dinleyen “yani bu durumda, biz robot muyuz?” der, anlattığı kaderi anlayamadığını belirtir. “Biz robot muyuz?” demekle aslında onun kader anlayışına itiraz eder. Dikkat edin lütfen, kadere değil, onun anlattığı kadere itiraz eder. Çünkü o mecbur tanrıyı anlatıyor: “Benim dileme yetkim yok. Allah diler, o diledikten sonra ben dilerim” diyor. İşte bu mecbur tanrıdır! Önce Allah, sonra o diliyor! Yani ondaki gizli muhtariyet Allah’ın dilemesini bekliyor, Allah diledikten sonra diliyor. Bu idrakla, böyle bir mecbur tanrı mekanizması çalıştırıyor.
3) Kader bakış açısı olarak anlattığımız ilk iki yaklaşım tanrısal bakışlardı. Eğer kişi “B” takdimindeyse durum farklıdır. “B”de ilk idrakle birlikte kadere bakış değişir, ileri idrak zaten çok farklıdır. “B”de ilk idrak “İnsan 29” ve “İnsan 30”u “HU” çerçevesinde meallendirir. “B”nin ilk idrakı budur. Burada henüz bir “BEN” vardır, ama o “BEN” muhtar değildir. Ona “yasal yanlış” demiştik. Bu “BEN”, “B” Takdim Formu “BEN”dir. Bu önemli bir idrak noktasıdır, ama son durak değildir. Muhtar olmayan bu “BEN” durum tespiti yapar; “Ben Allah’ın ilminde, İlmullah’ta Allah’ın dileğinin suretiyim” diyerek durum tespiti yapar. Bu “BEN” yalnızca durum tespitidir. Zaten onun her şeyi durum tespitidir, duası da… Durum tespiti yapan bu birim kaderi tesbit ederken der ki; benim dilemem Allah’ın dilemesidir. Bakış değişti, artık “ben diliyorum” demiyor. “Benim dilemem aslında Allah’ın dilemesidir” idrakı çok farklı, çok ileri, çok müthiş bir idraktır. Bu idrak mecbur tanrıdan farklıdır ama son durak da değildir. Burada bir şehadet ve durum tespiti var. Durum tespiti için zaten şahit olmak gerekiyor. En azından ilmel yakin düzeyde şahit olmak gerekiyor ki o ilk keşiftir. İlk keşif budur; benim dilemem Allah’ın dilemesidir demektir.
4) “B”de ileri idrak. “B”de ileri idrak İnsan-29 ve İnsan-30’u Vahidül Ehad çerçevesinde kavrar. İnsan-30 için ileri idrak şöyledir; ayrıca dileyen yok, illa Allah! Dikkat edin, “o idraktaki kişi böyle der” demiyoruz. “Der” deyince bir birim oluşuyor, burada onu diyecek bir birim yok. Diğerinde, yani ilk idrak için “o şöyle der” demiştik. Ama şimdi; AYRICA dileyen YOK, İlla ALLAH!
KADERE BAKIŞTA DİKKAT!
Kadere bakışla ilgili grupları anlatırken, bir grup için “İnsan-30’un cazibesiyle davranır” dedik, diğer grup için “İnsan-29’un tesiriyle inanış belirler” dedik. Orada “cazibe” ve “tesir” olarak farklı kelimeler kullandık, onu biraz açalım. İnsan Rububiyet’ten itibaren mertebeleri öğrenmeye, kavramaya başladığında, onları öğrendikçe öğrenmekle ilgili hayreti artar. Bir de yaşamakla ilgili hayret vardır. Öğrenmekle ilgili hayret ve yaşamakla ilgili hayret birbirinden farklıdır. Yaşamakla ilgili hayret, yaşayanın şandan şana geçişinin hazzıdır; yaşamakla ilgili hayretin artması “şandan şana” geçişlerle olur. Bir şandan başka bir şana geçişin ondaki hazzı HAYRET olarak ifade edilir. Bu bilenin, bir şey öğrenenin değil, bir şeyi yaşayanın hayretidir ve bir “şaşırma” da değildir. “Allah bunu nasıl yapıyor, nasıl yaptığına şaşırıyorum” gibi bir hayret değil. Zaten öyle diyen, Allah’ı tanıyamamıştır, tanımadığı için öyle der, Allah’ı tanıyamadığı için şaşırır. “Bunu nasıl başardı!” der gibiyse, o hayret tanıyamadığı içindir. Bahsettiğimiz hayret, “nasıl yapıyor ki?” hayreti değildir. Bir halden başka bir hale geçişin hazzının ifadesidir. Bu hayreti insan yeni bir şey öğrenirken de hisseder, ona öğrenmekle ilgili hayret diyoruz. Yeni bir şey öğrenme anında da hayret oluşur. Bu hayret hissi yüzünden, insanlar tasavvufta da hep yeni şeyler duymak isterler. Çünkü yeni bir şey duyduğu zaman onda adrenalin farklı bir seviyeye gelir ve o seviye onda bilme hayretini oluşturur. Böylece, hep yeni bir şey duysun ister. Yeni bir şey duyayım da, bende hep böyle yeni bir hayret oluşsun ister. Ama bu ilimle (bilmekle) ilgili hayret halidir. “Bilmekle ilgili” oluşan bu cazibe, bu hayret idrakle ilgili değildir. Tasavvuf bilgisi kişide öyle bir cazibe oluşturur ki bu cazibeyle Ulûhiyet, Vahidiyet, Ehadiyet noktalarına ait bilgileri duyup dinleyince kişi o bilgilerle sermest olur, gözü bir şey görmez. Ancak dikkat edin, eğer bilgi idrakla paralel değilse, yani öğrenilen ilim sünnete uymayı getirmiyorsa, Efendimiz (SAV)in tarif ettiği amelle paralel gitmiyorsa, kişi yakaladığı o sermestlikte bir amel uydurur ve ona inanır. Bu yolda batıl bir davranış ortaya çıkmış olur!
AYETLERİN HADİSTEKİ KARŞILIĞI
Cabir radıyallahu anh anlatıyor: Turukat İbnü Malik İbni Cühşum geldi ve şöyle sordu: “Ya Rasulallah, bize dinimizin aslını beyan eder misin? Amel neyin içindedir? Bugünkü bilgimize nispetle biz sanki şimdi yaratılmış gibiyiz. Bugünün ameli kalemlerin yazıp da kuruduğu, takdirlerin cereyan ettiği işler içinde midir, yoksa karşılaşacağımız işler içinde midir?” Fark ederseniz, günümüzde de bu soru çok sorulan bir sorudur. Rasulullah (SAV): “Hayır, bugünkü iş yeniden oluşacak işler içinde değildir. Kalemlerin yazıp kuruduğu, takdirlerin cereyan etmiş olduğu işler içindedir” buyurdu. Sureka bu defa sordu “Öyleyse amel ne için?” Bunun üzerine Efendimiz; “Amel ediniz, çünkü herkese kolaylaştırılmıştır” buyurdular. Şuraya dikkat edelim: Bugünkü iş yeniden oluşacak işler içinde değildir. Kalemlerin yazıp kuruduğu, takdirlerin cereyan etmiş olduğu işler içindedir. Hadisin bu kısmı iman edilecek bilgidir. Ama siz hadisin içinden bir cümleyi cımbızla alıp, altına veya üstüne yorum ekleyip tümünü hadis gibi verirseniz okuyanlar yanılır. O zaman, okuyan kişi “hadis böyleymiş” diye onun yorumuna inanıyor. Hadisin tamamına bakalım. Bu okuduğumuz yer diyor ki; hayır, işler yeniden oluşacak; senin karar verdiğin ve yapacağın yeni işler içinde değil. Kalemlerin yazıp kuruduğu, takdirlerin cereyan ettiği işler içindedir. Bu ifade, kader konusunda “neye iman edeceğiz?” sorusunun cevabıdır. Yani “İnsan 30”un hadis olarak karşılığıdır. Hadisin devamında Şureka “öyleyse, amel ne için?” diye sorunca Efendimiz ne buyuruyor? “Amel ediniz, çünkü herkese kolaylaştırılmıştır.” İşte burası da “İnsan 29”un hadis olarak karşılığıdır, “ne yapacağız” sorusunun cevabıdır. “Amel edin” buyuruyor Efendimiz! Eğer bu konuyu anlatan kişi, “Efendimiz böyle dedi” diyerek yalnızca bu son cümleyi alırsa okuyanı yanıltır. Sadece ilk kısmı alırsa da okuyanı yine yanıltır. Zaten Efendimiz’in bu açıklamasından sonra niye öyle bir soru soruluyor? “Şöyle inanın” dediği açıklama sahabenin kafasını karıştırıyor, onların normal yaşadığı hayatın (dünya hayatı bilincinin) bilmediği bir inanış öneriyor; “işler kalemlerin yazıp kuruduğu, takdirlerin cereyan etmiş olduğu işler içindedir” diyor. Kişi yaşantıya bakınca kafası karışıyor ve soru sorması gerekiyor; “peki, öyleyse yapalım?” diyor. Cevap ise, “çalışın, yapın” oluyor, yani  “İnsan 29” ayeti.

Edep; Ya Hu-134-

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti