Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

MUSİBETLERE KARŞI ÖĞÜD

– 27-
Talibin duniHİ algı ve zannlarından, esfele safiliyn idraktan kurtuluşu için Biiznillah önerilen son madde:
10. Billâhi algı ve gösterilen bütün gayretler öncelikle dûniHİ algıyı yenmek içindir. DûniHİ algı sıfırlandıktan sonra Allah lutfederse artık Billâhi anlam “algı” olmaktan kurtularak “ikan” halinin ilk basamağına ulaşır, talib artık onu “hayal” etmekten kurtulur, “aslı” ile karşılaşır. Billâhi algı Gerçek VAR’ın algısı olduğu için, Gerçek VAR konusunda tâlib nefsini mutmain bulmaya başlar. Böylece, algısı olmayan ve ikan sistemine dayalı yeni bir hayat tarzı başlamış olur. Bu hayat tarzı yeni ve çok farklı bir konu olarak yürür…
Yöntemleri paylaştık elhamdülillah. Şimdi de uygulamada nelere dikkat edilmesi gerekir, onu görelim:
İmanlı kulun karşılaşmak istemediği olaylara “musibet” gözüyle bakması doğaldır. Musibet’in iyi anlaşılması için ve mücadelemizde ondan yararlanmak için, önce onunla ilgili dört temel aşamayı tanımlayacağız.
1) Musibet denildiğinde anlaşılanlardan birisi şudur: Âmentü Billâhi deyip Billâhi mânâda iman edenin, Billâhi algı gayretinde olanın karşılaşmak istemediği olaylar onun için musibettir. İmanlının karşılaşmak istemediği olaylar ona göre musibettir.
2) Oysa insanın başına gelen en önemli musibet “dûniHİ algı”dır. Esas musibet budur; kişinin kendisini içinde bulduğu bu algıdır.
3) Musibetin bir de ne olmadığı üzerinden tarifini yapalım.
DûniHİ algının bir musibet olduğunu fark eden, musibet olarak bunu gören bilir ki; musibet Esfele Sâfiliyn’in hoşuna gitmeyen şeyler değildir. Öyle zannediliyor ama değildir. Bu yaklaşım Kur’an’a uygun da değildir, yanlıştır. Şuna dikkat edin, dûniHİ algıda Esfele Sâfiliyn hâli yaşayan kişi o algı ve zann’larıyla yaşarken, arzu etmediği şeylere musibet diyor ve onunla ilgili de Kur’ân’da çare arıyor. Onun musibet dediğine Kur’ân musibet demiyor ki! Kur’an ona; “Senin her halin musibet” diyor. Diğerleri musibet içinde musibet…
Bütün bunlardan sonra; gerçek musibetin dûniHİ algı ve zann’ları olduğunu anlayan tâlib Kur’ân’a döner, bir çare arar ve bulur inşaAllah.
Eses musibet nedir?
Billâhi algıda olan kul da karşılaşmak istemediği şeylere musibet gibi bakar ama Billâhi kapsamında olduğu için Rabbi ona çok özel destek verir. Bu yüzden, o hâl onunla Rabbi arasında çok ayrı bir muhabbettir. Bu iş için diyor ki; kulum neyi sevmiyorsa ben onu sevmem. Fark eden kul için bu ayrı bir iştir, o kula göre özel bir muhabbet işidir. Ama Esfele Sâfiliyn’de yaşayanlar da hoşuna gitmeyen şeylere “musibet” derler ki bu bizi ilgilendirmiyor. Bu da bir tarif ama bizim için değil. Biz konumuz olan dûniHİ algı kaynaklı musibet tarifine, esas musibetin tarifine talibiz:
Başına gelen esas musibetin dûniHİ algı ve zann’ları olduğunu fark eden tâlib, musibetin esas tarifine ulaşmıştır: Musibet onu Allah’tan uzak düşüren her şeydir. Onu ne perdeliyorsa onun için o musibettir. Zenginlikse zenginlik, güzellikse güzellik… Fizyonomisi öyle güzel insanlar var ki onunla ulaştıkları ün, şöhret ve hayat tarzları yüzünden Allah’tan uzak düşüyorlar. Çok yakışıklı, çok güzel görülen o insanlara özenle bakanları Hz. İsa aleyhisselâm efendimiz de uyarmıştır: Onun neyine özeniyorsunuz, bunların çoğu yanacak! Çünkü o güzellikle perdelenmişler. Hz. Yusuf aleyhisselâm da çok güzel ama o Billâhi anlamda yaşıyor, o algıda yaşıyor! Demek ki Allah’tan uzak düşürmeyen hal önemli! Allah’tan uzaklaştırıyorsa o musibettir. İnanın, bu gerçeği görmüşseniz ahirette o kapsamdaki bir sağlığı bile istemezsiniz. Seni Allah’tan uzaklaştıran şeyin sağlığın olduğunu, onun musibet olduğunu görünce onu bile istemezsin. Dolayısıyla, yaşarken bir şeye hemen “musibet” etiketi yapıştırılamaz, bilip bilmeden adı böyle konulamaz. Çünkü herkese göre musibet değişir. Ama şu tarif hiç değişmez: Kulu Allah’tan uzak düşüren şey musibettir.
“Benim için musibet dûniHİ algı ve zann’larıdır” deyip Billâhi’ye tâlip olan kul o musibeti görünce döner Kur’an’dan çare arar, kurtuluş için yolu âyetlerde arar:
“Onlar ki kendilerine bir musibet isabet ettiği zaman ‘İnnâ Lillahi ve innâ ileyHİ râciûn (doğrusu biz Allah’a aidiz ve O’na dönücüleriz)’ derler.” (Bakara-156)
Öğüte dikkat edin, onların “İnnâ Lillahi ve innâ ileyHİ râciûn” demeleri tamamen Billâhi algıdır ve sonuç da İkan’dır. Billâhi algı bize çare olarak gösteriliyor: “DûniHİ algıdan kurtul, çaren Billâhi algıdır” deniliyor…
Sıkıntısı ne olursa olsun, tâlib sorununu duaya dönüştürüp o mânâda Kur’ân’a yönelirse, Kur’an’a bakarsa hemen hemen her okuduğu âyetin kendi sorununa cevap olan bir mealini bulur. Biz de şimdi bu yöntemle ilgili bir uygulama yapalım, dûniHİ algı musibetinden kurtulmak hedefiyle Vel Asr Sûresi’ne bir dua gözüyle bakalım:
“Yemin ederim o Asr’a; muhakkak ki insan bir hüsran içindedir. İman edip salih amel işleyenler, birbirlerine Hakk’ı tavsiye edenler ve Sabr’ı tavsiye edenler müstesna.” (Asr; 1-3)
“Asr”ın ifade ettiği birçok mânâdan birisi, her insanın kendi zamanıdır, kendi ömrüdür, ona dünya hayatı için verilen mühlettir. İnsan kendisine tanınan bu zaman içerisinde bir hüsranın, bir musibetin içindedir. Bu musibet o insanın dûniHi algısı ve ürettiği zann’larıdır. Bu hüsrandan kurtulmak isteyen kişi hüsranına sebep olan bu algısını silmeli, Billâhi anlamında bir iman ve bu imanı sürdürülebilir yapacak Billâhi algı idrakında olmalı ve bu idraka göre bir hayat tarzı oluşturmalıdır. Kendisine ve inanan kardeşlerine devamlı olarak “Müstakilen VAR ve Muhtar ancak Vahid’ül Kahhar olan Allah’tır, bu durum O’nun Hakkı’dır” telkinini yapmalıdır. DûniHi algı musibetinden kurtarması için Allah’ın vereceği hükmü sabırla beklemek gerektiğini de telkinlerine eklemelidir.
A’raf Suresi’nin şu ayetlerine bu amaçla bakalım: “Kendi kendine, yalvararak ve ürpererek, yüksek olmayan bir sesle sabah-akşam Rabbini an. Gafillerden olma. Muhakkak ki Rabbinin indindekiler O’na kulluk etmekte müstekbir davranmazlar. O’nu tesbih ederler ve O’na secde ederler.” (A’raf 205, 206) Secde ayetidir, inşaAllah secdesini yapalım.
İşin Allah’la ise, ötekiyle işin ne?
Bu ayetlerden şimdi bir meâl/mana kompozisyonu oluşturalım: Kul dûniHi algı musibetinden kurtulabilme duasıyla Allah’a yalvarırken, “dûniHi algı’da kalmamalıyım” korkusunu da yaşar. Ve öğrendiği Billâhi anlamının haşyetiyle ürperir. Sabah akşam, her an Billâhi algı oluşturmak amacıyla Rabbini hep hatırında tutar, Rabbinin huzurunda durur. Böylece “Rabbinin dışına atılmış algısı”ndan kurtulup Rabbiyle olanlar, artık “Müstakilen VARIM ve Muhtarım” diyen müstakil vech ile bakmazlar. “İşittik ve itaat ettik” hayatı yaşarlar. Allah’a “Sen Sübhansın” derler ve kendilerinde bu gerçeğe uymayan her şeyden sıyrılarak Sübhanallah’a teslim olurlar.
“SübhanAllah’a teslim olurlar” hâli önemlidir. Onun için bir hatırlatma yapalım: DûniHi algıda olan kişi o algısı yüzünden ihlâsı tarif edemez, ihsanı ve muhsini tarif edemez. Sübhanallah’ı da Elhamdülillah’ı da tarif edemez. Çünkü dûniHi algıdan tarif olmaz; hem o algıda olup hem Allah’ı hakkıyla tarif edemezsiniz. DûniHi algıda olanın “Sübhanallah” diyeceği hiçbir şey yoktur. “Neye sübhanAllah diyorsun?” diye sorsanız bilmez, tarif de edemez. Sübhanallah’ı ancak Billâhi algıdaki kul söyler, ona ancak o idraktaki kul ihtiyaç duyar. Neden? Çünkü yanlış düşünmekten korkar! Ne yana baksa Vechullah’tır. Bu bakışla yaşarken Allah’ı kayıt altına almaktan korkar ve “Sübhanallah” diye seslenir. Bu yüzden, “İnşaAllah, MaşaAllah, SübhanAllah, Elhamdülillah” kelimeleri onun sevdikleridir; bunlar Billâhi algıda yaşayanın dilidir… Bunlardan rahatsız olan anlarız ki dûniHi algıdadır. O duyunca rahatsız olur, “inşallahla maşallahla işimiz yok” diyerek tarafını belli eder. Doğru, onun inşaAllah’la maşaAllah’la işi yok! O zaman size sorayım: Peki, senin onunla ne işin var? O doğru söylüyor ve diyor ki benim bunlarla işim yok. Peki, senin işin Allah’la ise, onunla işin ne? O itiraf ediyor ve diyor ki; ben şeytanım, inşallahı maşallahı sevmem. Sevmez, çünkü o mânâları bilerek ve severek dile getirmek Billâhi algı’nın işidir. Billahi algıya talip olan her işi Allah’ın izniyle oluyor bildiği için MaşaAllah der. Yanlış yapmamak için SübhanAllah der. Her emri, her şeyi takdir edenin Allah olduğunu ve takdir etme yetkisinin Allah’ta olduğunu bildiği için Elhamdülillah der. Bu yüzden, Billâhi algıda SübhanAllah’a teslim olmak ve SübhanAllah sığınışı çok önemlidir. O algıyla yaşayanın işidir. Çünkü “dışı yok, dûniHi değil” yaşanınca Allah’ı kayıt altına alma tehlikesiyle karşılaşılır ve insan bundan korkar o zaman; SübhanAllah…
DûniHi algıdan kurtularak Billâhi algı ve ikânını oluşturmak konusunda belge ararsanız, tüm âyetleriyle karşımıza Kur’ân çıkar:
“Yoksa ‘Onu uydurdu’ mu diyorlar? De ki; haydi siz de onun misli on sûre getirin. Dûnillah (algı sonucu müstakilen var ve muhtar zannettikleriniz) kim varsa çağırın. Eğer, sözlerinizde sadıklarsanız.” (Hud-13)
“De ki; ‘Onu Ruh’ul Kudüs, senin Rabbinden Bil-Hakk indirmiştir; iman edenlere sebat vermek ve müslimler için de hüdâ ve müjde diye.” (Nahl-102)
“Bu Kur’ân, dûnillahi (algı sonucu müstakilen var ve muhtar zannettiğiniz) güçler tarafından uydurulmadı. Ancak kendinden öncekileri tasdik eden ve (Ümmül) Kitab’ı açıklayandır. Onda şüphe yoktur, O Rabbül âlemiyn’dendir. Yoksa, ‘Onu (Muhammed) uydurdu’ mu diyorlar? De ki, haydi siz de onun misli bir sûre getirin. Dûnillah (algı sonucu müstakilen var ve muhtar zannettiğiniz) kim varsa çağırın. Eğer sözünüzde sadıklar iseniz.” (Yunus; 37, 38)
“Eğer kulumuza indirdiğimizden şüphedeyseniz, haydi onun mislinden bir sûre getirin. Eğer sâdıklarsanız dûnillah (algı sonucu müstakilen var ve muhtar zannettiğiniz) şâhitlerinizi de çağırın.” (Bakara-23)
Buğz kime ve neye yapılır?
Billâhi algı oluşturma yolunda bu anlattıklarımızı yaşarken dikkat edilmesi gerekenleri de paylaşmak istiyorum ki tefekkür ettiğimizde bize başka önemli hususları açar. O önemli hususlardan birisi şudur:
Tâlib, dûniHİ algısı sonucu kendisini Allah’ın dışında (müstakilen var ve muhtar) zannederek tanrılığını ilan edişini reddettiği gibi başkalarının dûniHi algılarını ve tanrılıklarını da ret etmelidir. Burayı çok iyi yakalayalım. Tâlib kendisinde inceledi, aradı, buldu ve “bunlar dûniHi’dir, bunlar tanrısaldır, bunlar Allah’a karşı varlık ve güç gösterisidir” deyip onları reddetti. Bu reddi gibi, diğer insanlardakini görünce de reddetmelidir. Bu yapılmadıkça hedefe ulaşılamaz. Esas buğz sendeki veya başkasındaki dûniHi olana yapılır. Tüm dûniHi’leri böyle reddetmedikçe hedefe hiçbir zaman ulaşamazsın. Başkalarının dûniHi algı ve zann’larıyla ortaya koydukları fikirleri, eylemleri takdir etmek, onlara hayran olmak, özenmek hatta örnek göstermek tam mânâsıyla dûniHİ algıyı, o iddiayı tasdiktir; “gizli tasdik”tir. Bakıyorsunuz kişi kendisinin düniHİ (müstakillik) iddiasını reddediyor ama başkasının dûniHİ algıyla yaptığı “Varım ve Muhtarım” iddiasına dayalı fikirleri, görüşleri, hareketleri ve davranışlarını takdir ediyor, izliyor, tercih ediyor, paylaşıyor, överek başkalarına anlatıyor. Demek ki gizlice hayran! Olmaz, o bu yolu başaramaz! Billâhi algıdaysan çevren de Billâhi algıda olacak, her şeyin Billâhi olacak, yalnız kendin değil. Billâhi algıyla yaşamak, kendin dışında da nerede dûniHİ algı varsa, nerede Allah’ın Vahid’ül Kahhar oluşuna, Ehad ve Samed oluşuna karşı bir fikir, bir yorum, bir fiil varsa ona en azından buğz etmeyi gerektirir. Haliniz ve sözünüzle “Size katılmıyorum, bunlar küfürdür, bunlar İhlâs Sûresi’ne uymaz“ diyeceksiniz. Onlara hayran olmak, onları takdir etmek, birilerine önermek dûniHİ algı ile yaşıyor olmanın göstergesidir. Efendimiz Muhammed Mustafa (SAV)’e ve O’nun açıkladığı şekliyle Allah’a inanmayan birisi dûniHİ algıdadır. Örneğin, o inanıştaki birinin yazdığı felsefeler, yöntemler, kitaplar elinden düşmüyorsa olmaz, orada yazılanları birileriyle “ne güzel söylemiş” diye paylaşıyorsan olmaz. Kendinde dûniHİ algıya dayalı “müstakilen varım ve muhtarım” fikirlerini reddettiğin gibi onları da reddedeceksin. Bir kimsenin dûniHİ algısını kuvvetlendirecek, motive edecek veya kışkırtacak davranışlardan da sakınacaksın. “Çok önemli” dediğim husus budur. Sadece kendinde reddetmen yeterli değildir, bu yöntem ihlâslı da değildir.
Şu da önemli: Reddetmek demek onlarla yanlış bir savaşa girmek de değildir.
Bunları okuyan tâlib hemen “Ben bu reddi nasıl yaparım?” telaşına girer. “Nasıl yapacağım?” diyen için önemli olan önce buna niyet etmesidir. Sonra da âyet ve hadislere uymayan şeyleri reddetmektir. Bunu yapınca, bu gayrette olunca artık sizde FURKAN açılacaktır, bunu gözünüzle göreceksiniz. Konu ne olursa olsun hemen Hakk’la bâtılı ayırabileceksiniz. “Hakk’tan yana akıl” kendiliğinden çalışacaktır inşaAllah.
Tâlib Hakk ile bâtılı çok çabuk fark eden Furkan Sistemi’ni kendisinde geliştirmeli ve karşılaştığı dûniHİ algı ve zann’larına karşı hemen buğz etmelidir.
İdrak yükseltmek ve korunmak amacıyla Kâfirun Sûresi’ne zikrullah olarak müracaat etmelidir. Salâtlarımıza veya zikrullah olarak ödevlerimize koyarsak, Kâfirun Sûresi dûnillah algı ve zann’larına karşı iyi bir hücumdur.
Dûnillah olana karşı hassasiyet ve onu reddetmekle beraber hassasiyet de çok önemlidir. Onu âyetten öğreniyoruz:
“Dûnillah (algı sonucu müstakilen var ve muhtar zannedip) isimlendirdiklerine, dua ettiklerine sövmeyin; sonra onlar da bilmeyerek Allah’a söverler. Böylece biz her ümmete kendi işlerini cazip gösterdik. Sonra dönüşleri Rablerinedir. Artık O ne yaptıklarını kendilerine bildirecektir.” (En’am-108)
Öğüdümüzü aldık:
Buğz ve reddediş esnasında büyük bir hassasiyet gerekiyor. DûniHİ algı ve zann’larıyla (onur kırarak, rencide ederek) gizlice kavga etmeler de yanlıştır. Tam aksine bu reddedişte ve buğzda çok hassas davranacağız. DûniHi algı sahiplerini reddetmek, “fikirlerine katılmıyorum, kabul etmiyorum” demek başka şeydir, onlarla kavga etmek, onlara hakaret etmek başka şeydir. Ayet “Bunu yaparken hassas davranın, dûniHİ yaşantısına hakaret etmeyin, küfretmeyin” diye uyarıyor: Onun yaşantısını dürtersen o da Allah’a küfreder, onu günaha sokmuş olursun. Dürttüğün için, dûniHİ algısında ısrarına sebep olduğun için de yanlış yapmış olursun. Böyle yapmakla dûniHİ algıya sen de bulaşmış olursun.
Uyarıyor: DûniHİ olana bu kadar bile bulaşmayın.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti