Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

RABLIK İLAN EDEN YAPI TANRIDIR VE ESAS ŞİRKİ O OLUŞTURUR

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 24 Şubat 2018 Cumartesi 11:06:44
 

– 114-
Ehad ve Vahid isimleri çok merak edilir; manası nedir, farkı nedir diye. Henüz oralara girmiyoruz ama kısacık bahsedelim, inşaAllah nasip olursa ileride derin bakacağız. İleride. Çünkü oraya derin girebilmek için B sıfır noktasında karar kılmış olmak şarttır. Şunu söyleyeyim, nefs mertebelerinin ileri noktalarında öyle bir cezbe vardır ki kişi hep onları okumak, dinlemek ister, hep orayı ister. Hep orası anlatılsa, okusa, dinlese! Çünkü “HuvAllahu Ehad AllahusSamed” kısmı çok caziptir. Öyle cazip, öyle tatlı, öyle cezbelidir ki oraya girersek, B sıfır dediğimiz işe başlayabilme noktasını unuturuz, ona hiç sıra gelmez. İlaç alıp gevşemiş, kafa bulmuş oluruz. Orası tam kafa buldurur, bir türlü, yola başlamak için gelmemiz ve sabitlenmemiz gereken yere (B sıfır noktasına) gelemeyiz, yani “biz hangi idrakla ne yapacağız?” noktasına gelemeyiz. Diyelim ki nefs-i mardıyeyi okuduk, anladık ki öyle bir hayat var. Tamam da biz ne yapacağız? O filmi seyrettik, gevşedik gittik, ama biz ne yapacağız? Orada değiliz ve mutlaka bir şey yapmamız lazım; öyleyse biz ne yapacağız? Bunu iyi sindirmek gerekiyor. Bunu şuna benzetmiştik. Bir virtüözden keman dinlersiniz, “mest etti beni” dersiniz, konser bitince de kös kös eve gidersiniz. Önemli olan keman çalmayı öğrenmektir, “bir beste yapmayı, bir şey çalmayı” öğrenmektir. Bu iş, konser dinlemekten farklı bir iştir. Biz bu paylaşımlarda işin “sen de bir beste yap, sen de bir şey çal” kısmına odaklandığımız için, durmadan bir şeyleri tekrarlıyoruz, durmadan “Do” diyoruz. Bugün de “Do” yarın da “Do”, hep “Do” deyip duruyoruz. Arada bir virtüöz de dinlenir elbette. Coştursun, gaza getirsin de gidip keman dersi alalım diye. Ama hep virtüöz dinlerseniz hiç keman çalamazsınız…
ALLAH’A İNANIYORUM AMA BİR DE BEN VARIM DİYORSANIZ, ÖYLE BİR ŞEY YOKTUR
Ehad ve Vahid isimlerini araştırdığımızda ikisi için de “tek” manasında ifadeler yazıldığını görürüz. Şimdi onların nasıl tekler olduğuna bakalım. Ehad isminin manasında “tek” yazar, Vahid isminin de manası “tek”tir, ama ikisi birbirinden çok farklı “tek”lerdir. Vahidin tekliği Ehad ismindeki gibi değildir, Ehadin tekliği Vahiddeki gibi hiç değildir. Ehad ve Vahid’i Kendini Hissetme Duygusu ile tanımlarsak; Kendini Hissetme Duygusu’nun kendisini kendisinde bilerek hissettiği hal Ehad’dir. Ehadiyet’te O Zatı’nı Zatı’nda bilir, Zatı’nı Zatı’nda tek bilir. O yüzden O’nun “dünu” yani “dışı” yoktur. Bu yüzden, Allah’a inanıyorum ama bir de ben varım diyorsanız, öyle bir şey yoktur. Hem Allah’a hem de dûnuna inanıyorsanız, dışı ve dışında bir şeyler düşünüyorsanız öyle bir şey yoktur. Onun Zatı’nda Zatı’nı tek bilişi Ehad’dir; Zatı’nın Zatı’nda tekliği Ehadiyettir.
TÜM BİLGİLERİN BİR BÜTÜN OLDUĞU
O YUMAK VAHİDİYETTİR
Vahid ise çok farklı bir şeydir. Zatı’nı Zatı’nda tek bilen Ehad bir şey diledikten sonra Vahid vardır, Ehad bir şey diledikten sonra Vahidiyet vardır. Ehad olanın dilemesinden sonra ortaya çıkan dilekteki tek Vahid’dir. O Tek (Ehad) bir şey diliyor: Kün fe yekün: Oluyor. İşte o “Kün fe yekün” prosedürü içerisinde başlangıçtaki tek Vahid’dir. O dilenenin, oluşacak olan manaların veya o manalardan vücut bulacak fiillerin hepsinin kendisinde olduğu tek Vahid’dir. Şöyle: Film teknolojisinde geri çekim vardır ya, onu yaratılış ve Vahidiyet’i anlamak için uygulayalım. Dünyanın oluşumunu, kâinatın oluşumunu insandan başlayıp da geri çekseniz, çekseniz, çekseniz, çekseniz, o oluşumlar gelse, gelse, gelse, gelse bir yere, bir noktaya, bir hokkaya birikse. O hokkanın içerisindeki mürekkepte bütün bilgi var; ama tek olarak. Ama siyahla beyaz birbirinden ayrılmamış halde, orada siyahla beyazın farkı yoktur. Siyah da beyaz da orada, ama onları ayrı ayrı görmek mümkün değil. Her şey orada bir bütün! Tüm bilgilerin bir bütün olduğu o yumak Vahidiyettir. Bu yüzden orası “tenzih mertebesi”dir. Sonra onlar birbirlerinden ayrılıp farklılaşınca “teşbih mertebesi” başlıyor; Ulûhiyet ve sonrası böyledir. Vahidiyet’ten sonra orada manalar vücut bulmak istiyor, vücud buluyor ve iş devam ediyor. Bütün bunlar ileride daha iyi anlaşılıp yaşanacak bilgilerdir. Aslolan önce durum tespiti yapabilmektir, bu yola durum tespiti ile başlamak önemlidir ve durum tespiti yapan üç önemli zikrullah vardır: 1) Sübhanallah, Elhamdülillah, Allahuekber zikirleri. Bunlar hep durum tespitidir. 2) En önemli durum tespiti budur; Fatiha Suresidir. 3) “La havle ve La kuvvete illa Billâhil aliyyil aziym” zikrindeki mana. Bu da durum tespitidir. B sıfır noktasında kişi “La havle ve La kuvvete (müstakil varlık ve güç kuvvet sahipliği iddiasında değilim) İlla Billâh” diyerek bir durum tespiti yapıyor.
“La havle ve La kuvvete İlla Billâh” cümlesini ne zaman duysak hemen aklımıza Salât-ı Tesbih gelir. Salât-ı Tesbih öyle önemlidir ki…
ŞİRK DENİLEN İŞTE BU OYUNCAKLARDIR.
TANRININ OYUNCAKLARIDIR ŞİRK!
“Ötede beride bir tanrı edinmek, tanrıyı ötede sanmak” esas tanrının oyuncağıymış, bunu artık net olarak anladık. Kişinin kendisinde bir tanrılık iddiası var, aslolan o! Kendinizde ilan ettiğiniz o tanrı, “ben ötede beride uzakta da bir şeylere inanayım ama onları da ben yöneteyim” derse bir şeye inanıyor. İnandığı o şeye de “yaranayım” diyor, yani onunla oynamak istiyor, kendine bir oyuncak oluşturuyor. Böylece ötede beride uzaktaki tanrılar, ilan edilen esas tanrının oyuncakları oluyor. Şirk denilen işte bu oyuncaklardır. Tanrının oyuncaklarıdır şirk! Tanrının kendisi gizli şirktir! Kişinin kendisinde bir müstakil güç, kuvvet, muhtariyet ilan etmesi esas şirktir, buna şirk-i hafi denir. Neden hafi/gizli şirktir o? İnsan onu göremediği için, ondan perdelendiği için! Bu yüzden o gizli şirktir. Oyuncaklarla öyle meşgul ki asıl şirki hiç göremiyor. Hatta oyuncaklardan kurtulunca şirkten kurtuldum zannediyor. Rablık ilan eden yapı tanrıdır ve esas şirki o oluşturur. O hemen görülemediği için adı Gizli Şirk’tir. Ama esas odur, esas tanrı budur. Gizli şirk kenarda duran şirk değildir, ikincil önemde şirk demek değildir. O birincil tanrılıktır, diğerleri o tanrının oyuncaklarıdır. Oyuncaklar şirk, tanrılık iddiası esas şirktir, gizli şirktir. Görülemediği için o gizli şirktir.
MARİFET, GERÇEK MANADA ALLAH’I BİLMEKTİR, TANIMAKTIR, ANLAMAKTIR
Bu yolda “akıl nuru” ve “iman nuru” önemlidir demiştik. Bu önem fark edilince, Efendimiz (SAV)’in öğrettiği bazı dualardaki “marifet nuru” ifadesini anlamak için bir telaş başlar: Onu nasıl anlamalıyız? Marifet nuru, akıl nurunu ve iman nurunu kullanarak elde edeceğiniz nurdur. Siz akıl ve iman nurlarını kullandığınız zaman sizde açılacak nur marifet nurudur. Ama marifet nedir? Marifet, yalnız ve yalnız Allah’ı tanıyabilmektir. Yani siz dualarınızda marifet nuru istemekle diyorsunuz ki: Allahım, ben bana lütfettiğin akıl nurunu ve iman nurunu çalıştırarak Seni tanıyayım. Marifeti yetenek gibi, marifetli insan gibi sanarsanız olmaz, yanılırsınız. Marifet, gerçek manada Allah’ı bilmektir, tanımaktır, anlamaktır, Allah’ı bilme manasının sizde oluşan nurudur. O mananın oluşturacağı nur marifet nurudur. O nura iman nuru ve akıl nuruyla ulaşılır ve aslında esas hedef odur. Valiziniz birisi iman nuru, birisi akıl nuru doluysa siz bu sermaye ile bir şey edinmelisiniz. Edineceğiniz şey Marifet Nuru’dur. Onlarla marifet nuru edinmemişseniz elinizde bir kazanç yok demektir. Nasipse, bu nuru detaylı olarak ele alacağız, ileride…
EFENDİMİZ’İN SÖYLEDİĞİ, SÖYLEYECEĞİ
 EN ÖNEMLİ ŞEY “LA İLAHE İLLALLAH”TIR
Konuyu değiştirecek bir soruyla devam edelim mi? Acaba Rasulullah (SAV) ayı neden ikiye böldü, hiç düşündünüz mü? Ayın bölündüğü bir tarih var. Ben tarihçi değilim, tarihle meşgul bir uzman değilim. Tarihle meşgul birisi bu olayı kaynaklardan bulur herhalde. Bizlerin veya bizim birkaç yaş büyüklerimizin doğum tarihleri belki biraz düzgün kaydedilmiş olabilir ama ondan öncekiler için “ekin zamanı” gibi bir olaya dayalı tarifler söylenir, tespitler bir tabiat olayına bağlanır. Ayın bölündüğü zamana rastlayan bir olay için, Hint tarihinde “bu ayın bölündüğü zaman oldu” diye kayda geçmiş belge olduğu söylenir. Henüz bir kaynağım olmadığı için temkinli söylüyorum. Araştırılırsa bu kaynak bulunabilir. Bizim “ekin zamanı doğdu” dememiz gibi, Hindistan’daki bir olaya düşülen tarih bu: Ayın bölündüğü zaman! Demek ki olayı çok uzakta görenler, kaydedenler var! Bunu niye gündeme getirdik? Buradaki önemli olan şeyi fark edelim diye İnşaAllah çok dikkat edin, Efendimiz (SAV) ayı neden böldü, ne olacaktı? Ayı bölmesinin Kelime-i Tevhid için ne yararı vardı? Hiçbir yararı yok! Çok dikkat edelim, buradan çok önemli bir amele geleceğiz. Efendimiz (SAV)in buna benzer mucizeleri var; bunlar neden ve kimin için? Bunların hiç birisi sıddıklar için değil, onlar zaten güveniyor! Ama bir de ay bölündüğü halde reddedenler, geri dönenler var. Ay bölünüyor, onlar “oyun yaptın, sen sihirbazsın” deyip dönüp gidiyorlar. Ama buna rağmen demek ki o şartlar içinde buna benzer olaylara ihtiyaç duyuluyor. Neden? Güven oluşturmak için! Zaten sisteme bakacak olursanız risaletten önce eminlik var, “emin kişi” olmak var: O el-Emin! “La ilahe illallah” risaleti ancak emin kişi olduktan sonra, emin bir yaşantıdan sonra başlayabilir. İnsanların kulak vermesi için Eminlik ve bir de çok nazik olmak gerekiyor. Bunlar “tebliğde Rasulullah yöntemleri” olarak veriliyor: Emin olmak, nazik olmak! Al’u İmran-159: “Güzel davranmasaydın giderlerdi. Onlara güzel söyledin, güzel davrandın.” Rabbi böyle diyor. O zaten emindi ve çok zarifti! Ayı ikiye böldüğünde insanlara ne söyleyecek? “Ayı ikiye böldü” dediklerinde onlara ne diyecek? Yine “La ilahe illallah” diyecek. Zaten onu demişti, hep dediği zaten o, yine onu diyecek! Dolayısıyla, hangi olay yaşanırsa yaşansın Efendimiz’in söylediği, söyleyeceği en önemli şey “La ilahe illallah”tır. Eğer bu olayı duyunca siz ayla meşgul olursanız, “nasıl böldü, bunun mekanizması ne? Şöyle bölse ne olurdu, nasıl olurdu? Niye üçe değil de ikiye böldü?” gibi sorularla meşgul olursanız “La ilahe illallah”ı unutursunuz. Dolayısıyla, mucize denilen olaylara önce böyle bakmak lazım, işin bir yanı budur.
SİZE ÖZENİLECEK BİR HALİ ANLATAYIM MI?
Bir hal tarifi ile tamamlayalım: Bazı kişilerin yaşadığı öyle bir hal vardır ki ona olağanüstü hiçbir bilgi açılmıyor. Özel, olağanüstü denilen hiçbir bilgi açılmıyor, hayatını izlediğiniz zaman “bu kişi önemli bir noktada” diyeceğiniz bir hali yok. Marifet sanılan hiç bir şey sergilemiyor. İşte en önemli ve en makbul hal budur! Bu çok önemli bir haldir. Lütfen dikkat edin, durmadan karşısına önemli şeyler çıkan kişi kalbini yoklasın! Sürekli önemli şeyler bulup söyleyen kalbini yoklasın. Onlar ona misafir şekeri kabilinden veriliyor olabilir, “heveslensin de bu odadan çıkmasın” diye verilen şeyler olabilir. Kişiye rüyasında bir şey gösterilir, bir şey hissettirilir, kendine der ki; “demek ki böyle, hadi salâta!” Rüyasında bir şey görür, o gün salâta daha düşkün olur. Onlar hep misafir şekeridir. Bir olay olur “vay be, şöyle bir şey duydum, şöyle hissettim, şöyle bildim” der. Doğrudur, öyledir. Ama o, ona misafir şekeridir. Bir de öyle bir hal var ki misafir şekeri verilmediği halde kişi o salonda! Ona özel bilgiler, şunlar, bunlar açılmadığı halde kişi esas şirki fark etmiş, önceliği haline getirmiş, öyle yaşıyor… Bitti! Bu çok, çok önemli bir haldir! Bu çok özenilecek bir haldir. Efendimiz (SAV)’e bir grup gösteriliyor; nur mu nur, parlak mı parlak bir grup. “Benim ümmetimdir” diyor. “Değil ya Muhammed” deniyor. “Peki, kim bunlar?” deyince; “Kendileriyle Allah arasına hiçbir şey düşünmeyenler, koymayanlar, bulmayanlar” buyruluyor. Müthiş! Eğer çeşitli bilgiler bile Allah’la aramızda bir şeyse, onlara tutunuyorsak dikkat etmek ve o çok önemli hali önemsemek lazım!

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER