Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Ramazan Balkan

MUHTEŞEM YÜZYIL – Kocatepe Gazetesi

Ramazan Balkan 8 Şubat 2011 Salı 02:00:00
  Muhteşem Yüzyıl’ın ilk bölümünün yayınlanmasının ardından kamuoyunda, Osmanlı harem hayatıyla ilgili tartışmalar başladı. Öncelikle belirtelim ki; tartışmak ve sorgulamak güzeldir, doğrunun bulunmasını sağlar. Tartışma ve sorgulamanın olmadığı yerde düşünce gelişemez, toplumun ortak aklına önyargılar ve yanlış bilgiler hâkim olur.
Gelelim Muhteşem Yüzyıl’a. İnsan sevdiğinde kusur bulamazmış. Pek çoğumuz Osmanlı dönemine öykünmektedir. Bu öykünme sebebiyle padişahlarımızı; at sırtından inmeyen, nizam-ı alem için fetihlerle ömür geçiren, alnı secdeden kalkmayan evliyaullah gibi hayal ederiz. Bu hayaller içindeyken dizinin harem sahnelerini görünce; olmaz böyle şey, Osmanlı bu değil, harem bu değil itirazlarımız yükseldi. Hâlbuki Osmanlı’da harem vardır ve padişahlar da bir insandır, zaaflarına göre harem hayatları olmuştur.
Harem Nasıl Ortaya Çıktı?
Osmanlı Beyliği ilk kurulduğu yıllarda Anadolu beylikleri hayatiyetlerini devam ettiriyordu. Osmanlı hanedanı bu beyliklerle evlenmeler yapmış, hareme ihtiyaç duymamıştır. Ancak zaman içinde Anadolu beylikleri ortadan kaldırılınca hanedan ailesi kendine eşit kız alıp-vereceği aile bulamamıştır. Padişahlar veya şehzadeler sokağa çıkıp piyasa yapamayacağından harem denilen kurum doğmuştur. Yine Osmanlı hanedanı halktan Türk asıllı bir kızla veya bürokraside yer alan bir vezirin kızıyla evlenmeyi de uygun bulmamıştır. Çünkü böyle bir evlilik durumda doğal olarak “eniştemiz padişah” diyerek yönetime ortaklar çıkabilirdi. Bu ise hanedanının en hazzetmediği bir durumdur.
Hareme Neden Hıristiyan Kızlar Alındı?
En çok tartışılan konu bu, neden hareme Hıristiyan kızlar alındı? Hemen cevap verelim; harem denilen kuruma Müslüman kızların alınması ve bunların padişah tarafından cariye olarak kullanılmasını o zamanki toplum vicdanı kabul etmezdi. Bu sebeple akınlarda esir alınan Sırp, Rum, Hırvat asıllı kızlar hareme alındı. Sonraki yıllarda esir tüccarları tarafından güney Rusya’dan getirilen Rus, Ukraynalı, Moldovan asıllılar hareme girdi. Bu arada Akdeniz’deki korsanlıklarda ele geçirilen kızlarda esir tüccarları tarafından hareme takdim edilirdi.
Harem Nasıl Bir Yerdi?
Haremle ilgili tartışmalarda bazıları o kadar abartıyor ki, sanki harem Oxford ayarında bir eğitim kurumu. Yok böyle bir şey. Hareme alınan kızlar önce Müslüman edilir sonra Türkçe öğretilir ve arkasından dinsel bilgiler verilirdi. Belli bir yaşa gelinceye kadar saray hayatı ve harem kuralları öğretilirdi. Bunlar sonra padişaha sunulur eğer padişah beğenir ve hele padişahtan bir erkek çocuğu olursa önü açılırdı. Bu şansı yakalayamayanlar ise bir müddet sonra haremden çıkarılır, genelde saray memurlarından birisiyle evlendirilirdi.
Haremde değinilmesi gereken bir diğer unsurda siyahi yani zenci hadım ağalarıdır. Hareme padişahın dışında girebilen tek erkek olan hadım ağaları cariyeler gönlünü kaptırmasın diye zencilerden seçilir, bunlar hadım edilmiş olarak saraya gelirdi. Hadım edilme ise pek feci bir ameliyattır. Evliya Çelebi, seyahatnamesinin Mısır’ı anlatan bölümünde; Mısır’daki esir tüccarlarının Sudan bölgesine giderek buradan zenci çocuklarını kaçırdıklarını, bunların cinsel organlarını kestiklerini, çeşitli nebatatla kanamayı durdurduklarını, zaten kanaması durmayan çocukların da öldüğünü, anlatır. Evliya Çelebi; bu kerih (pis) işi yapan esircilerin meymenetsiz suratlı insanlar olduğunu da belirtir.
Padişahlar Azgın Teke miydi?
Hemen belirtelim ki; padişahların haremle olan ilişkileri zaaflarına göre olmuştur, kimi haremden çıkmazken kimisi de hareme uğramamıştır. Örneğin I. Ahmet’ten sonra tahta geçen Sultan Mustafa’nın hiç hareme uğramadığı, yanına kadınları yaklaştırmadığı kaynaklarda geçer. Zaten hiç çocuğu da olmamıştır.
Bu konuda en ilginç örnek Kanuni’nin torunu III. Murat’tır. 1574 yılında tahta geçen bu padişah döneminde harem dairesi başka bir âlemdi. Anası Yahudi Raşel (Nur Banu Sultan) olan bu padişahın karısı da Venedikli Bafo ailesine (Safiye Sultan) mensup bir İtalyan’dı. Raşel gelinini sevmiyordu. Oğluna, gelininden soğutmak için neredeyse her gün ayrı bir kadın sunuyordu. Bu sebeple III. Murat’ın kırk haseki kadını ve dörtyüz civarında cariyesi vardı. Yüzden fazla çocuğu dünyaya geldi. Sarayda her gece elli beşik sallanır oldu. Her gün ikindiye kadar saz ve şarap meclisinde cüceler ve soytarılarla eğlenir sonra da; Şükürler olsun, bugün de böyle geçti! der, harem dairesine giderdi. Bu safahat furyası içinde sonunda sa’raya tutuldu ve akli dengesini kaybetti. Ders kitaplarında felç geçirerek vefat ettiği yazılır.
Böyle ilginç bir kişilikte Deli İbrahim’dir. Yaklaşık yirmi yıl kadar kafeste kalan ve her gününü ölüm korkusuyla geçiren bu şehzade akli dengesini yitirmiştir. Ağabeyi IV. Murat vefat edince tahta geçti. Uzun yıllar kafeste ölüm korkusuyla yaşayan şehzade hafakan illetine (korku) illetine kapılmıştı. Bu hastalığı yüzünden tahta geçtiğinde annesi Kösem Sultan tarafından sunulan cariyeler karşısında başarısız oluyordu. Başarısız oldukça da asabiyeti artıyordu. Sonra nereden bulunduysa bir Cinci Hoca bulundu. O’nun okuyup üflemesiyle kendine gelen Deli İbrahim’i bu defa da zapt etmek mümkün olmadı. Dedesi III. Murat’a rahmet okuttu.
Bu konularla ilgili okuyucularımıza Yılmaz Öztuna’nın “Üç Haseki Sultan” ve M. Uluğtekin Yılmaz’ın “Osmanlı’nın Arka Bahçesi” isimli kitaplarını tavsiye edebiliriz.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti