Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

NEFS TERBİYESİ (Billahi Anlamda Hürriyet- DuniHi Anlamda Hürriyet)- 7

Hürriyetini duniHi anlamda kullananın tatmini, böyle kulların tatmini dolaylı yoldandır. Onların kişiliklerinin tatmin olması gerekiyor, “kişi” olarak değil, “kişilik”leri tatmin oluyor. Bu kullar kişiliklerinin tatmin olmasından aldıkları hazla, huzurla kendi hüviyetlerinin tatmin olduğunu zannederler. DuniHi anlamda hürriyet kullananların kişilikleri tatmin edilirse sevinirler, bir süre huzur bulunurlar. Bunu Zümer Sûresi 45 bize öğretmektedir: Bu tür kişilerin “müstakilen varım ve muhtarım” iddiaları okşanırsa sevinirler, tatminleri böyle başlar: Kişiliğinin okşanmasıyla… Peki, bu kulların kişiliği nedir?
Kendini müstakilen var ve muhtar zanneden, hürriyetini duniHİ algıyla kullanan kulların kişiliği onların ilahlık hissiyatıdır, onların kişiliklerini ilahlık hissiyatı oluşturur. İlahlık hissiyatını bir cümleyle bir de şöyle tarif edelim: İlahlık hissiyatı, kulun “müstakilen varım ve muhtarım” iddiasının onun sadrını tamamen kaplamış, kalbi de formatlamış olan hisleridir. Oysa Mü’min Sûresi 56’dan öğreniyoruz ki kulun yaşadığı bu ilahlık hissiyatını dengeleyecek bir kapasitesi asla yoktur, olmaz, olamaz. İlahlık hissiyatı olanlara Mü’min Sûresi 56 buyuruyor ki: “Onların sadırlarında asla ulaşamayacakları bir kibir zannından başka bir şey yoktur.” Başka bir şey yok! Sadece zann! Bu bir kapasite değil, bir kibir zannı, bir ilahlık hissiyatı, bir “müstakilen varım ve muhtarım” iddiası… Onlarda bir iddiadan başka bir şey yok! O bir iddiadır, bir zanndır. Onların sadrlarında bundan başka bir şey yoktur. Bir His… Dolayısıyla böyle kullar, ilahlık hissiyatının karşılığı bir kapasite onlarda olmadığı için, hiçbir zaman ulaşamayacakları, başaramayacakları bir ilahlık hissiyatını tatmin için çırpınırlar, hayatları böyle geçer. Asla ulaşamayacakları bir ilahlık hissiyatını yine asla ulaşamayacakları bir arzuyla tatmin etmek istedikleri, böyle çırpındıkları için onlardaki “nefsinin şerri” bir özellik kazanır; ondaki nefs nefsin şerri olmuştur, bu haliyle ona “doymayan nefs” denir. Dolayısıyla:
DuniHi anlamda hürriyet kullananların kendilerini tatmin için çırpınmaları, onlardaki doymayan nefsi tatmin etmek içindir. Düşününüz, bu doymayan nefsin tatmini mümkün olabilir mi? Bu yüzden Efendimiz (SAV) biz inananlara bir dua öğretmiştir: “Allahım! Doymayan nefsten sana sığınırım.” Biz, bu doymayan nefsten kurtulmaya çalışırız. Farka ve terslik durumuna bakın ki; biz ondan kurtulmaya çalışırken duniHi anlamda hürriyet kullanan kullar doymayan nefslerinin tatmini için çırpınırlar, hatta bu boşa çırpınmaları yetmez de destek için duniHi (müstakilen var ve muhtar zannettikleri) güçlere de müracaat ederler. Oysa Billahi anlamda hürriyet kullanan imanlı kullar bu doymayan nefsten Allah’a sığınarak, O’nun yardım, destek ve izni ile kurtulmaya çalışırlar, farkı görebiliyoruz değil mi? İki hayat tarzı arasında nasıl bir fark, nasıl bir terslik var görüyorsunuz değil mi?
Doymayan nefs, duniHi anlamda hürriyetle hayatını dizayn edenlerin tatmin etmek için çırpındıkları bir şeyken; Billahi anlamda hürriyetle hayatını dizayn edenlerin kurtulmak istedikleri bir şey. Bir grup onu tatmin etmek için çırpınıyor, bir grup ondan kurtulmak için çırpınıyor. DuniHi anlamda hürriyet kullananlar doymayan nefslerini tatmin etmek için duniHi güçlerden destek alır, destek isterler, duniHi güçler uydurur ve onlara müracaat ederler; Billahi anlamda hürriyetle hayatını dizayn edenler de çırpınırlar ama onlar doymayan nefsten kurtulmak için çırpınırlar ve onlar Allah’tan yardım isterler. Bu konunun zihnimizde iyi yer edinmesi lazım. Çünkü Kelime-i Şehadetin manasının açılması için, o şehadetle yapılan beyan ile “ben müstakilen varım ve muhtarım iddiasını reddettim” derken bu müstakillik iddiasını görebilmek, fark edebilmek, tanımlayabilmek ve “işte ben onu reddettim, ben ona sırtımı döndüm, haniyf oldum” diyebilmek için bu konunun kalbimizde, beynimizde anlaşılabilmesi, açılabilmesi çok önemlidir. Bu bakımdan bir örnek daha verelim, lütfen dikkat buyurunuz:
Allah’ın İndinde, Allah’ın “BEN İlahım” demesiyle, bir kulun ilahlık iddiasında bulunarak “ben duniHi bir ilahım” demesi yani “müstakilen varım ve muhtarım” iddiasında bulunması aynı ölçüdedir. Burası çok önemli! Bu iddianın nasıl bir saygısızlık, nasıl bir haddi aşma, nasıl bir isyan, nasıl bir asilik, nasıl bir edepsizlik olduğunu anlamak için çok önemli. İddianın kuvvetini, iddianın şiddetini görün lütfen! Allah’ın “BEN İlahım” demesiyle bir kulun ilahlık iddiasında bulunması Allah’ın indinde aynıdır, aynı değerdedir! Bu sebeple, Bakara Sûresi 22: “Artık bile bile Allah’a eşler oluşturmayınız.” Diye bizi uyarır. Bu iddia, Bakara Sûresi 22’de Allah’ın “Ben İlahım” demesine “eş” bulunmuştur. En’am Sûresi 150 de bu konuda uyarır: “(Onlar) Rablerine denk tutarlar.” En’am Sûresi’nde de bu iddialar Rabb’e denk gösterilmiştir. Demek ki kulun ilahlık iddiasında bulunması Allah’ın indinde Allah’ın “Ben İlahım” demesiyle aynı değerdedir. Şimdi bu gerçeği görmüş olarak bir örnek verelim.
İki kefesi olan bir terazi düşünelim. Kefenin birisine “müstakilen varım ve muhtarım” zannıyla yaşayan, ilahlık hissiyatı taşıyan, “ben ilahım” iddiasında bulunan kişinin vasıflarını koyalım, yani kefeye onun Allah’ın “BEN ilahım” demesine denk gelen bu iddiasını koyalım. Bu kefede şimdi o kulun “müstakilen varım ve muhtarım” iddiası var, Enbiya-29’a göre “ben duniHi bir ilahım” deyişi var. Bu kefede o kulun sadrını kaplamış, kalbini formatlamış ilahlık hissiyatı var, o hissiyata uygun heva ve hevesleri var. Diğer kefede ise Allah’ın “Ben ilahım” deyişi var. Bu kul ister ki terazinin diğer kefesi onun bu hissiyatını dengelesin, ikisi dengeye gelsin. Ancak, Furkan-3, Neml 59-65, Mü’min-56 ve özellikle İhlâs-4’ten öğreniyoruz ki bu iddiada bulunan kulun ilahlık hissiyatının karşılığı olarak bu kefeye koyabileceği hiçbir kapasite yoktur. Sıfır! Çünkü o hissiyat ancak bir algı ve zanndır, onun karşılığı kapasite yoktur. O kul, o kapasiteyi görmüş de bir ilahlık hissiyatına girmiş değil ki zaten. DuniHi algı ve zannlarının esiri olarak “müstakilen varım ve muhtarım” iddiası ile kendi ilahlık hissiyatını oluşturdu. Sonra da oluşturduğu bu uyduruk, bu olmayan hissiyatın kapasitesi peşine düştü. Öyle bir kapasiteyi görüp de “bende madem böyle bir kapasite var, öyleyse bunun karşılığı olarak benim bir ilahlığım vardır” demedi ki. Kendinde o vasıf ve kapasite hiç olmadığı halde ilahlık hissiyatı oluşturdu. Ama terazinin kefesi onun bu ilahlık iddiası sebebiyle Allah’ın “BEN ilahım” demesiyle denk bir iddia içermiş oldu. Bu yüzden, Allah’ın “BEN ilahım” demesinin karşılığı olan kefe bu hakikatin ağırlığı ile en aşağıdadır. Kulun ilahlık iddiasının karşılığı bir kapasite bulunmadığı için o iddianın konulduğu kefe ise bomboştur ve en yukarıdadır.
Şimdi Mü’min Sûresi 56’yı hatırlayalım; bu kulların sadrlarında asla ulaşamayacakları bir kibir zannından başka bir şey yoktur diyordu. İhlâs Sûresi ise konuyu tam mühürlüyor; “Ve lem yekûn lehû küfüven ehad: O’na hiçbir küfüv yoktur” diyor. Hatta bu surenin ilk okunuşunda Efendimiz (SAV) İhlas Sûresini inkarcı ve itirazcılara yüzü kızarmış halde ve haykırarak söylemiştir: Ve lem yekûn lehû küfüven ehad. Tabloya lütfen dikkat buyurun. Allah’ın “BEN ilahım” demesine denk gelecek bir iddiada bulunan bir kul var ve bunun karşılığı hiçbir kapasite de onda yok! Nasıl bir dengesizlik! Nasıl bir içinden çıkılmaz hal! İşte bu dengesizlikle sonuçta neyi meydana getiriyor? Saçmalayan bir nefsi! İşte o nefsin şerridir. Ve bir de bu saçmalığa, bu dengesizliğe, bu depresyona dayalı batıl hayat tarzını! İşte o da vehmin zulmetidir. Bunlar birleşir ve bir nefs oluşturur; o da doymayan nefstir. İşte o kul bu doymayan nefsi tatmin etmek için çırpınıp duracak; öyle yaşayacak, öyle ölecek, öyle de dirilecektir. Bu doymayan nefs Zümer Sûresi 45’ten öğreniyoruz ki okşanırsa, biraz sevilirse, biraz onun hakkında konuşulursa, biraz yüceltilirse, kutsanırsa bu kişiler (onların kişilikleri) sevinir, huzur bulurlar, kendilerince tatmin olurlar. Ancak bu huzuru çabuk kaybolur ve hep daha fazlasını arzu ederler.
Gördük ki insanda oluşan ilahlık hissiyatının karşılığı bir kapasitenin, bir gücün ve gerekli vasıfların bulunmayışı onda büyük bir dengesizlik ve depresyona sebep oluyor. Ancak ne yazık ki bu hal günlük yaşantıdaki insanın normal hali olduğundan, yani onun normal hali olduğundan insan bu hali fark etmeksizin yaşar, onun normalidir o. Ancak dikkat edin; böyle olmasına yani onun normali, rutini olmasına rağmen kişi yaşantısında bu dengesizliğin ve depresyonun sonuçlarından kurtulamaz.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti