Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“SEN TANRI MISIN?” SORUSU… “BEN DE MÜSTAKİLEN VARIM VE MUHTARIM” İDDİASI

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 9 Eylül 2017 Cumartesi 08:39:14
 

-25-
Bu paylaşacağımı belki bir ilgili duyar diye not etmek istiyorum. Amacım birisini eleştirmek değil. Allah muhafaza etsin, birini eleştirmek haddimiz değil. Amacımız bir yanlış örneği gösterip kıyasını yapıp, doğrusunu yakalamak. Dile getirme amacımız, doğrusunu yapalım diye.
Vaizler ezanla yarışmamalı.
Dualar emreder gibi olmamalı
Cuma vaazlarının birisiydi, sanırım Kocatepe Camii’nden, merkezden vaaz ediliyor. Vaiz kardeşimiz dua yapıyor, tüm camilere naklen iletiliyor. Ezan okunmaya başladı, telaşlandı, vaazı bitirecek, hızlı hızlı tamamlamaya çalışıyor. Aslında camilerde vaaz verenlerin çok dikkat etmeleri ve ezan başlamadan vaazı bitirmeleri lazım. Çünkü ezanın saati belli, sürpriz değil ki. “Aa, ezan okunuyor” denilecek bir şey değil bu. Ezanı dinlemenin nasıl önemli olduğunu hadislerden öğrendik. Ezanı dinlemek ve o anda neler yapmamız gerektiğiyle ilgili hadis var, hem de sıkı bir hadis; ahiretimizle de çok ilişkili. Ama camilerdeki tabloya bakın: Ezan okunuyor, siz camidesiniz ve ezanı dinleyemiyorsunuz. Niye? Çünkü ezanla yarışan birisi var; vaiz. Vaaz ederek ezanla yarışıyor, sesini daha yükselterek yarışıyor. Bir an önce bitir mübarek. Ezanın vakti belli, o vakitten önce bitir. Ama bitirilmiyor ve ezanla yarışıyor, sıklıkla böyle. Dikkat edin, bu aslında mütekebbirlik duygusudur; hadisi hiçe saymaktır, kendi yaptığını daha aziz sanmaktır.
O hafta da öyle oldu. Ezan başladı, hızlı, sıkıştırarak bitirmeye çalışıyor: “Önümde bazı pusulalar var, benden dua istiyorlar. Bazılarının hastaları varmış. Her evde de hasta vardır, onun için hemen dua edelim ve vaazı bitirelim; Allahım tüm hastalara şifa ver, şunu ver, bunu ver…” diye emirleri verdi, bitirdi. Böyle dua olmaz. Allah’a emir verir gibi bir vurgu ile dua olur mu hiç? Allah onu da bizi de muhafaza etsin inşaAllah ama şöyle düşünün: O kişinin yavrusu hasta olsa, hastaneye gitse, doktora çocuğunu götürse ve doktora “çabuk buna bir sağlık ver, bir sıhhat ver” dese doktor onu kovar. Ama o Allah’tan böyle istiyor; bizlere sağlık ver, bizlere dirlik ver, bizlere şunu ver. Olmaz! Dua bir yakarıştır, bir sığınıştır; öyle olmalı. Kişi bir insandan bir şey isterken bile yalvarıyor, sığınıyor ama Allah’a emrediyorsa olmaz. Dikkat etmek lazım, çok dikkat etmek lazım.
Sen tanrı mısın?
Bunları niye anlattık? Bakın görün, mütekebbir hal nerelerde gizli. O mütekebbir hal buna benzer çok yerlerde gizlidir, hayatınızda o noktaları arayıp bulmalısınız.
Allah merhamet edip kulunu mütekebbir halden kurtardıysa, yani kul hanif olduysa, hanif olanlara Kur’an’ın öğüdü ile devam edelim. Haniflere öğüt nedir? Hanif olanlar övülmüş, “yaratılanların en hayırlısı” diye vasıflandırılmışlardı, hatırlayın. Peki, Kur’an hanif olanlara ne öğütlüyor?
Hac Sûresi 31: “Allaha hanifler olarak, O’na şirk koşanlar (mütekebbir) olmaksızın yaklaşın.”
“Allah’a hanifler olarak, O’na şirk koşanlar olmaksızın” ifadesinde birbirinin zıttı iki hal var: Hanif olarak. Mütekebbir olmaksızın. Hanif olarak yaklaşın. Mütekebbir olmadan.
Yunus Sûresi 105: “Vechini hanif olarak o tek dine tut ve sakın müşriklerden olma.”
Rum Sûresi 30: “Vechini hanif olarak o tek dine doğrult. O Allah fıtratına ki, insanları onun üzerine yaratmıştır. Allah yaratışına tebdil yoktur. İşte bu dini kayyimdir. Fakat insanların ekseriyeti bilmezler.”
Bu durumda kul bu idrakı nasıl dile getirmelidir? Onu En’am Sûresi 79. ayetten öğreniyoruz: “Muhakkak ki ben vechimi hanif olarak semavat ve arzın Fatır’ına yönelttim ve ben müşriklerden değilim.”
Hadislerden öğreniyoruz ki, Efendimiz (SAV) salata başlarken “Sübhaneke”den önce bu ayetleri okuyor. Bu manadaki ayetlere ve bu konuya “Sen Tanrı mısın?” kitapçığından bakılabilir.
Mütekebbir (müşrik) ve hanif idrakların ilişkisini, bunların nasıl birbirlerinin zıttı olduklarını daha açık anlayabilmenizi sağlayacak bir diğer ayet Enbiya Sûresi 29’dur. Konumuzun bel kemiğini oluşturan çok kısa bir ayet:
Euzü billahi mineş şeytanir racim. Bismillahir Rahmanir Rahiym. “Ve men yekul minhüm “inni ilahun min dûnihi” fe zalike neczihi cehennem, kezalike necziz zalimiyn”. Mealen: “Onlardan kim “muhakkak ki ben O’nun dûnunda bir tanrıyım” derse biz onu cehennem ile cezalandırırız. İşte zalimleri böyle cezalandırırız.”
“Dûnunda” ifadesinin tam bir Türkçe karşılığı yoktur. Bu yüzden “dûnunda” olarak kullanacağız. Ama önce “dûnunda” deyince ne demek istediğimiz biraz anlaşılsın diye açıklayalım: Dununda demek Allah’ın dışında bir şey demektir. Allah dışında ayrıca, Allah’tan ayrı. Dûnunda ifadesine Allah’ın dışında, ayrıca manasını düşünerek bakarsanız yerini bulur. Bu ayette “dûnihi” geçiyor, HU ismiyle. Dûn’ihi; HU’nun dışında, O’nun dışında: “Onlardan kim muhakkak ki ben O’nun dûn’unda bir tanrıyım derse.” Ayette kesinlik var, “kesinlikle ben” diyor. O kadar iddiasında sabit ki “kesinlikle” diyor. “Kim, muhakkak ki ben O’nun dûnunda, O’nun dışında, O’ndan ayrıca varım; yani bir tanrıyım derse onu cehennem ile cezalandırırız. İşte zalimleri böyle cezalandırırız.”
Çok önemli olan bu ayetin meali hemen hemen tüm meallerde aynı. Kelimeler o kadar net, o kadar yalın, o kadar açık ki, yerine şunu yazalım deseler bile yazacakları bir şey yok, bulamazlar. “Kim Onun dışında ben tanrıyım derse biz onu cehennemle cezalandırırız.” Ayette “muhakkak ki ben Onun dûnunda bir tanrıyım, derse” diyor. Bu ayette uyarılan mana doğrultusunda birisine bir soru sormak isteyen kişi nasıl sorar: Sen tanrı mısın? “Sen tanrı mısın?” diye sorar. Bu yüzden biz de tanrılık iddiasından kurtulmak isteyen için paylaştığımız kitapçığın adını “Sen Tanrı Mısın?” koyduk, elhamdülillah. Çünkü bu ayeti okuyunca kendinize veya başkasına sorunuz “sen tanrı mısın?” şeklinde olur. Enbiya Sûresi 29’un kişiye sorusu budur; sen tanrı mısın? Cevap “evet” ise, ayet ona yerinin cehennem olduğunu söyler. Bir kişi bilsin veya bilmesin, bilerek veya bilmeyerek “Müstakilen Varım ve Muhtarım” derse mütekebbir olur, buna uygun hayat tarzı uygularsa mütekebbirin ameli gerçekleşmiş olur. Bir başka deyişle; “benim de özgür gücüm var, özgürce hüküm verebilirim, benim de bana ait mülküm var” manalarına gelecek duygu düşünce, arzu, istek, heva heves, davranış ve hayat tarzları doğrudan “ben Onun dûnunda tanrıyım” demekten başka bir şey değildir.
“Ben de Müstakilen Varım ve Muhtarım” demek men edilmiştir
Bu nokta da Kur’an’ın bize uyarıları vardır. Bunlardan birisi Kasas Sûresi 68. ayettir. Bu da kısa bir ayet ve yine konumuzla bel kemiği özelliğinde ilişkilidir.
Euzü billahi mineş şeytanir racim. Bismillahir Rahmanir Rahiym. “Ve Rabbuke yahluku ma yeşau ve yahtar. Ma kane lehümül hıyaratü, sübhanallahi ve teâlâ amma yüşrikun.” Mealen; “Rabbin dilediğini yaratır ve seçer. Onların seçim hakkı yoktur. Şirk koştukları şeyden Allah Aliy ve Sübhandır.”
Kur’an iman edebileceğimiz bir şeydir, tamamen iman üzerine bina edilmiştir, iman ile yaklaşılırsa işinize yarayacak öneriler içerir. Bu yüzden iman gözüyle baktığınızda, mealen diyor ki: “Rabbin dilediğini yaratır ve seçer, onların (kulların) seçim hakkı yoktur. Şirk koştukları şeyden Allah Aliyy ve Sübhan’dır.” Bu mana da hemen hemen tüm meallerde aynıdır. Çünkü ifade çok açıktır, tevil edecek, yorumlayacak hiç bir yan bulunamaz. Ayet çok yalın, sade ve anlaşılır. İnşaAllah bu iki ayeti daha sonra tefsir ve lügatlerden kelime kelime inceleyin.
Ayetin orijinalinde bir kelime geçiyor; yahtar. “Allah dilediğini seçer/yapar, onların seçim hakkı yoktur, onlar “yahtar” değildir. Allah yahtardır, seçer, onların ihtiyarı yoktur. Eskiden Yurttaşlık Bilgisi diye bir ders olurdu, orada okurduk, köylerde bir “ihtiyar heyeti” olurdu. İhtiyar yaşlı değil tecrübeli demektir, tecrübesi nedeniyle “seçen” demektir. Bir tecrübe kazanmış, bu tecrübe dolayısıyla bilgisi olan ve doğruyu seçen demektir. Biz yaşlı ve ihtiyarı, ikisini aynı manada kullanırız ama “ihtiyar sahibi” olmak farklıdır. Hatta herhangi bir konuda seçim hakkınız yoksa “bu konuda ihtiyarım yok” deriz. Ayete göre kullar “yahtar” değil. Allah “yahtar” olduğu halde, kulların seçim hakkı olmadığı halde birisi “yahtar”ı kullanırsa, “ben de yahtarım” derse, o zaman ona ne denir? Muhtar. Ona muhtar denir. “Allah yahtardır (muhtardır)” demek, “kullar muhtar değildir” demektir. Ayetle doğrudan bunu anlıyoruz. Allah buyuruyor ki; Rabbin dilediğini yaratır ve seçer, onlar muhtar değildir. Dolayısıyla “Ben de Müstakilen Varım ve Muhtarım” demek men edilmiştir. Enbiya Sûresi 29’a göre “müstakilen varım” demek, Kasas Sûresi 68’e göre de “muhtarım” demek tehlikelidir. Öyleyse hayatımıza bakalım, böyle dediğimiz veya bu manaya gelen hallerimiz, tercihlerimiz var mı?

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER