Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

EDEP YA HU – SEYAHATİN KİMDE, KİMDEN, KİME…

Kişi özellikle tasavvufla ilgili kitaplarda şu cümleyle karşılaşabilir; “Sen Zahiren Muhtar ve Batınen Mecbursun.” Bu durumda, “zahiren muhtar, batınen mecbur” olma meselesinin doğru anlaşılması önem arz eder. Billahi anlamda imanın hayat tarzı olan hürriyette ve duniHi anlamda hürriyette “zahiren muhtar ve batınen mecbur” kavramları nasıl anlaşılmakta ve kullanılmaktadır?
Billahi anlamda hürriyetle hayatını dizayn etmeye çalışan insanlar bilirler ki zahiren muhtar, batınen mecburdurlar. Moleküler dünyada, dünya gözüyle görülebilen hayatında, fiil âleminde kişinin Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisinden kaynaklanan bir muhtarlığı vardır. Ancak kişi bilir ki zahiren yani perde önünde yaşanan bu muhtarlığın bir perde arkası vardır, bu olayın bir esas yanı vardır; bu olayın bir süreci vardır; bu olayın bir sebebi vardır; bu olayın bir kaynağı vardır; bu olayın bir Sahibi vardır… Yani, bu meselenin bir batını vardır.
Genellikle zahir ve batın konularında şöyle bir yanlışa düşünülür, “bunun zahiri böyle ama batını farklıdır” denir. Bu yanlıştır. Böyle cümle kuranlar buna deliller de gösterebilirler ama bir inanan için bu cümle yanlıştır, doğru değildir. “Zahiri böyle ama batını farklı” ne zaman olur? Zahir batınla uyuşmuyorsa, zahir başka batın başka ise olur. Sanki bir zahir ve batın arasında bir çelişki ve zıtlık varmış algısı oluşan bu haller zahir suistimal edilirse olur. Oysa zahir, batının hedefinin sonucudur, birbirlerinden ilişkisiz ve kopuk olmaları mümkün değildir. Zahir, batının hedefinin sonucudur. Eğer zahir suistimal edilirse, amacından saptırılırsa, özellikle zahire “müstakillik” etiketi yapıştırılırsa, zahire giydirilen bu elbise için “bu zahir anlayışı farklı, işin batını başka” denebilir. Ama zahire giydirilen bu “müstakillik” elbisesini göremeyenler zahirin kendisini öyle zannettikleri için zahir başka batın başka zannederler. Oysa zahirin şeklini, elbisesini değiştirmişlerdir. Zahirin üstündeki Hakk elbise durur ise o zahir batının hedefinin sonucudur, zahir ve batın birbirlerinden kopuk, ayrı, başka değillerdir.
Zahir bir olaya “müstakillik” elbisesi giydirerek onu batından ayrı düşürmek, batınından uzak yapmak, duniHi algı ve zannlarının sonucudur, zahire “Müstakilen varım ve muhtarım” iddiası ile yaklaşımlar sonucudur. Hayatını Billahi anlamda hürriyet ile dizayn eden kul duniHi algı ve zannlarından temizlenmeye çalıştığı için, “müstakilen varım ve muhtarım” iddiasını reddettiği için, bu iddiaya sırtını döndüğü için böyle kulların zahir anlayışları batın gerçeklerden kopuk değildir. Böyle kullar zahir olayların batınını önemserler ve zahir-batın mana çakıştırması yaparlar.
Ulaştığımız bu sonuçla konumuza dönecek olursak; haniyf kul bilir ki, kendisi zahiren muhtar, batınen mecburdur. Batınen mecburiyetin ilk basamağı ise şöyledir: Kader Matriksinde kaderin Sahibi ve Yürütücüsü olan Allah, halifetullah vasıflı insanı dünya hayatında Yaşanabilir Hayat Normları sürecinde Hakk ve batıl arasında tercih yapabilme konusunda Muhtariyeti Tercih Gücü ile yetkilendirerek özgür kılmış ve bunu hükme bağlamıştır. Dolayısıyla Allah’ın bu hükmü gereği halifetullah vasıflı insan dünya hayatında Hakk ve batıl tercihi yaparken muhtar olmaya mecburdur. Ancak bu idrak noktasının önü açıktır ve bu önü açıklık kula ne seyahatler vaad eder, neler yaptırır, yeter ki kul devam etmeyi tercih etsin…
Kul devam etmeyi hiç tercih etmez mi? Kul hiç Rabbini tercih etmez mi?
Mülk Sûresi 14: “Elâ ya’lemu men halak, ve HUvel Latiful Habir: Dikkat edin, Yaratan yarattığını bilmez mi? Ve O Latiful Habir’dir.”
Latiful Habir olan Yaradanımız, kendisini tercih eden kulunun idrakına destek verir de o kul Biiznillah müstakilen varım ve muhtarım iddiasından sıyrılmış ve selim olmuş kalbiyle Ehad, Samed, Vahid, Evvel, Ahir, Zahir ve Batın manaları içerisinde Var Görünen hislerini takdim için söylediği “BEN” kavramının yerini, “BEN” manasının aslını ve Sahibini görür ve A’lu İmran Sûresi 20. ayetin kendisinde açılımıyla “Eslemtü vechiye lillahi; Allahım vechimi Sana teslim ettim” der. Bu, kendimi takdim için kullandığım “BEN” yetkisini Sahibine teslim ettim demektir. Eslemtü vechiye lillahi: Allahım bu yetkiyi sana teslim ettim, lütfen bunu bana beşeriyetimle kullandırtma, “BEN” yetkisini kullanmama müdahale et. Böylece “BEN” diyenin kim, kimde, kimden; Muhtar olanın kim, kimde, kimden; kendi seyahatinin ise kimden, kimde, kime olduğunu yaşayayım (âmin).
Bu idrakta kul anlar ki bir mecburiyet varsa kul Rabbine mecburdur ve bu konuda kendisine şu prensibi belirler: Müstakilen var ve muhtar değilsin, ancak kullar arası ilişkilerde muhtarmışsın gibi davran. Allah’ın rızasına uygun olarak, ne ölçüde muhtarmış gibi davranabilirsen, o ölçüde halifetullah görevini ifa etmiş olursun. Ancak, bu görevini yaparken muhtarmış gibi davranmak seni “müstakilen var” tuzağına düşürmesin, her daim tetikte ol. Çünkü “Var Gibi Görünenin” muhtarlığı da muhtar gibi görünendir, La ilahe kapsamındadır. Sonuç İllallah’tır.
Bu söylediğimiz, “zahiren muhtar, batınen mecbur” meselesine Billahi anlamda hürriyetle hayatını dizayn edenlerin bakış tarzıdır. Bu durumda, duniHi anlamda hürriyetle hayatlarını dizayn edenler nasıl düşünürler?
DuniHi anlamda hürriyetin arzulu, ısrarlı ve inatçı kullanımıyla oluşan hayat tarzı içerisinde açıkladığımız anlamda bir zahir-batın anlayışı yoktur. Böyle kullar için Rabbimiz Rum Sûresi 7. ayette “onlar ahiretten gafil olarak dünya hayatından zahiri bilirler” buyurmaktadır. Böyle kullar, bildikleri bu zahiri de ilahlık hissiyatları çerçevesinde değerlendirerek suistimal ederler. DuniHi ilahların batın anlayışları, aslında zahir olayların yine zahir olan perde arkası diye tanımladıklarıdır. Bu perde arkası niyetler, oyunlar bu kulların batın sınırını oluşturur. Çünkü onlar, konu Allah olunca gözlerinin görebildiği kadar düşünürler. Onların düşündüğü kadar görebilme kabiliyetleri yoktur. Çünkü Allah’ı düşünecek ve düşündüğüne uygun manalara ulaşabilecek olan kalp gözüdür; oysa böyle kulların kalpleri kılıflıdır…

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti