Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“İMAN VE HİS” İLE LÜB’E ULAŞMAK

Dünya hayatındaki insanın tek bir sermayesi, bir tek malzemesi vardır; zannetmek! Onun zannetmekten başka kullanabileceği hiçbir şey yoktur. Dünyada biz sadece “zannetme” malzemesini kullanıyoruz. Onunla bir şeye “var”, bir şeye “yok” diyoruz. Ne yapıyorsak bu malzemeyle; yani zannetmekle, algıyla! Malzememiz dünyada yalnızca algı. Kurtuluş için beyinde derin Hakk iz, Billâhi iz oluşturmak istediğimizde de kullanabileceğimiz tek malzeme zannetmektir, algıdır.
ZANN bir mekanizmadır ve iki ana ürünü vardır. Allah ve sistemi idrakıyla bakınca zann iki ana gruba ayrılır; bâtıl zann ve Hakk zann. “YOK” olanı çok kuvvetle, gerçekten varmış zannı bâtıldır, “Bâtıl Zann”dır. Bir ürün budur; Allah’a göre “YOK” olanı, Allah’ın “YOK” dediğini kuvvetle var zannetmek! Diğer ürün “Hakk Zann” olup; “Asıl VAR Olan”ın varlığının iman ve his ile algılanmasıdır.
Dünya sistemi gerçekliği içerisinde bâtıl zannı gözünüzle görebildiğiniz için onu “iman ve his” ifadeleri ile tanımlamıyoruz. Bâtıl zann bu yüzden çok kuvvetlidir, sistem o zanndan yanadır ve aslında sistem o zannın somutudur. Dünya, bizim derin iz oluşturmak istediğimiz sistem olan Hakk zannın somutu değildir. Sonuç şu ki zanndan başka sermayemiz yok ve biz Hakk zannı somut kullanamıyoruz, yaşadığımız şartlar öyle değil. Kişi “ikan” boyutuna gelince öyle olabilir ama başlangıçta işimiz somut değil. Bu yüzden biz önce “Asıl VAR Olan”ı, “Asıl VAR Olan”ın varlığını iman ve his ile zannedeceğiz. Çünkü başka malzeme yok; Bâtıl zann veya Hakk zanndan başka malzeme yok. Bu yüzden, biz “Asıl VAR Olan”ın varlığını iman ve his ile zann edeceğiz ki daha derin Hakk bir algı izi oluşturalım. Çünkü Hakk gelecek bâtıl silinecek! Ama sistem gereği, içinde bulunduğumuz hayatta bâtıl kuvvetli! Onun malzemeleri somut, o zannlar sûret bulmuş; o algının zannları sûretlerde etiketlenmiş. Oysa Hakk için öyle bir avantajımız yok. O nedenle, yaşarken Hakk zann malzemesini, yani “iman ve his” yöntemini çok kuvvetle uygulayacağız, kullanacağız.
Doğru yoldaki 10 nokta
İnsan hayata dûniHİ algı ile başlıyor. Böyle başlayan insanın dûniHİ algının zann’ları için bir gayret göstermesi gerekmez. DûniHİ algı üretmek için ve bunun zann’ları için bir gayret göstermek gerekmiyor. O kendiliğinden çalışır ve gerçekten varmış gibi de algılanır, bu yüzden de somut zannedilir. Yaratılanların Birbirlerine Göre Var oluş özelliği de dûniHİ algı ve zann’larını kuvvetlendirir. Dolayısıyla kalbteki analiz sentez işlevi olan fuad bu sistemle bağlanmış olur, aslında bu sistem fuadı bağlamıştır. Bu durumda kalb gibi davranan sadr, fuadın bu bağlanmışlığının yanlış sonuçlarını uygulanmak üzere beyne gönderir. Böylece beyin dûniHİ algının fiillerini yerine getirir, kendiliğinden. Anlamış olduk ki tek malzememiz algıdır. Böyle olduğu için biz beyinde daha derin bir algı izi oluşturmalıyız. Bu yeni ve derin iz için fuadı zapturapta almak zorundayız. Onu zapturapt altına almak için de algı/zann malzemesinden yararlanmalıyız. Fuada öyle bir algı pompalamalıyız ki nihayet fuad pes etsin. Ve öyle bir algı pompalamalıyız ki kalbteki “Lüb” faaliyete geçsin. Ve yine öyle bir algı pompalamalıyız ki bu faaliyetten Allah râzı olmalı ve yardım eylemelidir. Geldiğimiz noktada soru şudur: Bunun için nasıl bir yol izlemeliyiz? İzlenecek yolu ve yöntemlerini on madde halinde görmeye çalışalım:
1. Malzememiz algı olduğu için önce bize “yeni bir algı” gerekiyor. Çaremiz yeni bir algı ama nasıl bir algı? Bu Billâhi algı olmalıdır. Kendimizi içinde bulduğumuz dûniHİ algıya karşı Billâhi algı ile mücadele etmek şarttır. Bunun için bize Billâhi algı ile mücadeleyi öğreten âyetlere bakalım:
“Âminû Billâhi ve RasûliHİ (Billâhi anlamda Allah’a ve Rasûlü’ne iman edin) ve sizi hakkında tasarruf sahibi kıldığı şeylerden infak edin. Sizden iman eden ve infak eden kimseler için ecr-u kebiyr vardır.” (Hadîd-7)
“Âminû Billâhi ve RasûliHİ” çok önemlidir. İdrakımız için bir onarım olsun diye ona yüklediğimiz mânâyı parantez içinde verdik. Bu âyet genellikle “Allah’a ve Rasûlü’ne iman edin” şeklinde meâllendiriliyor, hâlbuki öyle değil. “Âminû Billâhi ve RasûliHİ” davetini “Allah’a ve Rasûlü’ne iman edin” diye anlamak yanlış değilse de noksandır. Böyle çevrilirse yanlış iman eden kişi de “Ben Allah’a ve Rasûlü’ne iman ediyorum” diyebilir. Oysa bu âyet bize; “Allah’a Billâhi anlamında iman edin, Billâhi algıyla iman edin” diyor. Meâl yapılırken bu vurgulandığı takdirde, iman ettim diyen veya iman etmek isteyen kişi “Billâhi anlamında iman nedir, benim imanım Billâhi midir?” diye düşünecektir. Ama “Allah’a iman edin” yazıldığı zaman, okuyan “ben zaten inanıyorum” deyip geçip gidiyor, âyette verilen öğüdü alamıyor. Konumuz kapsamındaki vurgu ile bakınca “Âminû Billâhi ve RasûliHİ” ile bize öğretilen şudur: Allah’a dışı varmış gibi düşünmeden iman edin. Rasûl’ü de O’nun dışında algılamadan, ona da Billâhi anlamında iman edin.
Büyük mükfata doğru
Kurtuluş için izleyeceğimiz yolu öğrenmeye çalıştığımıza göre bu âyette bize önerilen yol nedir? Anlıyoruz ki kurtuluş yolu Billâhi algıdır. Kur’ân’ın bize fark ettirdiği gerçek, gösterdiği yol budur: Siz dûniHİ algıdasınız, Billâhi algıya geçin, yolunuz budur! Demek ki yolumuz Billâhi algı ile ilerliyor.
Ayette bir öğüt daha var ki, zannediyorum o öğüt Kur’an’da yalnızca bu âyette geçiyor:
“Tasarruf sahibi kılındığınız şeylerden infak edin.”
Bunun nasıl göz ardı edilen bir mânâ olduğunu Fâtiha kitapçığında “İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn” bölümünde geniş gördük. “Tasarruf sahibi kılındığınız” demek; tercihini size bırakarak yetkili kıldığımız demektir. Bu bizim “Muhtariyeti Tercih Gücü” dediğimizdir. Kurtuluş için âyetin önerdiği budur: Billâhi algıya girin ve tasarruf sahibi kılındığınız şeylerden infak edin. Hadîd-7 bize sonucu da bildiriyor: Billâhi algıya girer de tasarruf sahibi kılındığın şeyden de infak edersen senin için ecr-u kebiyr vardır. ECR-U KEBİYR çok büyük, anlayamayacağımız, kavrayamayacağımız bir sonuçtur. Demek ki bu yolda böyle bir mükâfat var.
“Tasarruf sahibi kılındığınız şeylerden infak edin” âyetini okuduğunda yaptığı hayrları düşünen noksan düşünmüş olur ve sonuca varamaz. Bir kişi bu âyet gereği, bu âyete uymak için malından hayr yaparken; “Bu maldan hayr yapıp yapmamak benim elimde. Ben âyete uydum, tasarruf sahibi kılındığım bu maldan hayr yapıyorum” derse yanılır. Onu şunu hatırlatalım: “Bu mal hakkında tasarruf sahibi kılındım, hayr yapıp yapmamak elimde” diyorsun ya, işte vermen gereken önce odur! Sana “şu maldan hayr yapabilirim” dedirten bir yetki var, işte esas infak etmen gereken o yetkidir! Diğer infak ettiklerin hep bu yetki kapsamındadır, ona bağlıdır. Ne tür infak yapıyorsan hep bunun altındadır, hep Muhtariyeti Tercih Gücü’nle yapıyorsun.
Yetkiden infak etmek
Yaptığın infaklar için “isteyerek mi yaptın?” diye sorulsa “evet” dersin. “Kimin için yaptın?” dense “elbette Allah için” dersin. Peki, “isteyerek ve Allah için yaptım” demeni sağlayan mekanizma nedir, hiç düşündün mü? İşte onu infak edeceksin, onu infak etmen isteniyor! Ama ona öyle sahip çıkmışız ki! Dikkat edin oraya “BEN” diyorsunuz. O güç, o yetki “benim” diyorsunuz, bu yüzden onu vermiyorsunuz. Ve Kur’ân onu vermeyene CİMRİ diyor. Cimrilik denince akla önce gelecek olan budur. Öneriliyor ki, önce Billâhi algıya gireceksin ve seni ne için tasarruf sahibi yapmışsa, yetkili kılmışsa onu Allah için infak edeceksin. İnsan eğer kendisini iyi analiz ederse, aslında bütün verdiklerinden daha fazla o yetkiyi sevdiğini görür. Esas sevdiği şeyin kendisindeki Muhtariyeti Tercih yetkisi ve gücü olduğunu görür. O güç Allah’ın insana verdiği yetkidir; Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisidir.
İNFAK Allah’ın verdiklerini Allah için kullanmaktır ve siz sevdiklerinizden infak etmedikçe olmaz. Peki, tasarruf sahibi kılındığımız o yetkinin infakı nasıl olur? “İşittik ve itaat ettik” diyerek! Zihnimizi konunun ilk kısmına taşıyıp “semi’na ve eta’na”yı, “işittik itaat ettik”i hatırlayalım. Allah’ın buyruklarını duyuncaya kadar Muhtariyeti Tercih Gücü yetkin vardır, duyar duymaz “işittik ve itaat ettik” diyerek onu infak edersin. O yetkinin infakı için gereken ilk adım “işittik ve itaat ettik” demektir.
Bir de bu yetkinin haddi aşan kısmından vazgeçmek gerekiyor. Vazgeçeceksin, sileceksin! Haddi aşan kısmı Allah için silmek de çok önemli bir infaktır. Sende bir Tercih Gücü var, o gücün yetkisi var. Dünyada bir “mühlet sistemi” içerisinde olduğun için onu haddi aşan biçimde kullanabiliyorsun. O yetkinin haddi aşan kısmından vazgeçmek, orayı silmek önemli bir infaktır, hatta “işittik ve itaat ettik”ten ileri bir infaktır, kanaatimce. Orayı silmekle çok önemli bir âyetin kapsamına girersin. Öyleyse sileceksin! Yapamıyorsan bile “Allahım sildim” demelisin, “Allahım, onu sildim dedim ama silmemde bana yardım et, onu sildiriver” diye dua edeceksin. Bunu dediğinde, bu duayı yaptığında hiç değilse “Sildim” diyenler sınıfına girmiş olursun. “Sildim” diyenler sınıfı doğru caddededir, önce o caddede olmalısın. O caddedekiler “yapan” ve “yapamayan” olarak ayrı sandalyelerde oturuyor olabilir. Önce o doğru caddeye bir düşmek lazım. Bu yüzden “sildim” de. “Sildim” dersen seni bekleyen bir âyet vardır:
“Sevdiklerinizden infak etmedikçe asla BİRR’e (hayra) eremezsiniz.” (Al-u İmran; 92)
Lüb sahibi olabilmek
Bu âyette senden istenen şey, “acaba ben neyi seviyorum?” deyip, arayıp bulup vereceğin bir mal değildir. En sevdiğin şeyi fark edip, infak etmen isteniyor. İnsanın en sevdiği şey “özgürlük ve muhtariyet” zannıdır. Dolayısıyla en sevdiğin şey, muhtar zannettiğin ve diğer şeylere hükmeden sendeki bu yetkidir, sizi hakkında tasarruf sahibi kıldığı bu yetkidir! İşte en sevdiğin şey olan o yetkinden infak etmedikçe mümkün değil! Sana verilen bu yetkinin, dünyadaki mühlet yüzünden “kullanıyorum” zannettiğin fazlasını, haddi aşan kısmını sen çok seviyorsun! O sevdiğinden infak etmedikçe, orayı silmedikçe, ondan vazgeçmedikçe asla Birr’e; Hayr’a, Doğru’ya, Hakk’a eremezsin. Çünkü oranın fazlası küfürdür.
Hadîd-7 bu yolda gereken ilk şeyin algı değişikliği olduğunu, Billâhi algı ve İnfak’ın kurtuluş yolunun şartı olduğunu bize öğretti. Ra’d Sûresi de soruyor ve öğretiyor:
“Rabbinden sana inzal olunanın Hakk olduğunu bilen kimse, (senin tebliğine) âmâ (bakan) kimse gibi midir? (Bu farkı) yalnızca Lüb sahipleri tezekkür eder. Onlar Allah ahdini (ezeli hükmü) ifâ ederler, miysakı (söz verdikleri fıtratı) bozmazlar.” (Ra’d; 19-20)
“Âmentü Billâhi” diyerek iman etmiş kişinin hayat tarzı, ölümü, dirilişi, hesabı ve ahiret hayatı, dûniHİ algı ve zann’larını benimsemiş olanınki ile bir olmaz. Bir kul Billâhi algıya girmişse, diğeri dûniHİ algıda ısrarlıysa; hayat tarzları, ölümleri, dirilişleri, hesapları, ahiret hayatları aynı olmaz. Bu öğütle bize yararlanabileceğimiz bir ipucu gösteriliyor. Ama yararlanan var mıdır? Billâhi ve dûniHİ algılar arasındaki bu farkı dünyada yaşarken fark eden olur mu?
“Evet” denilerek âyette bize Lüb Sahipleri tanıtılıyor.
Bu iki hayatın farkını Lüb Sahipleri gözleriyle görür gibi görür ve onu size gözünüzle görüyor gibi anlatırlar. “Bunu ancak Lüb Sahipleri yapabilir, öyleyse onların özelliklerini öğrenin, onları örnek alın” diye bir yol gösteriliyor: Onlar Allah ahdini yerine getirirler, yani iyi bir “işittik ve itaat ettik” grubudurlar. Allah Ahdi’ni yerine getirmek böyle olur; hiçbir şey söylemezsiniz ama onlar yine de durmadan “işittik ve itaat ettik” derler, “İşittik ve itaat ettik” zikrinde ve yaşantısındadırlar, daima. Bu en zâhirî hayat tarzı için de, daha bâtınî mânâlardaki ileri hayat tarzları için de böyledir. Dolayısıyla siz “işittik ve itaat ettik” dediğinizde, “zâhirî olandan bâtınî olana kadar bütün mânâlar Billâhi kapsamındadır, bunu kabul ettim, gereğini de inşaAllah yaşayacağım” demiş olursunuz.
Yarın Lüb Sahipleri’nin özelliklerine devam edeceğiz; inşaAllah, bizlere lüb sahiplerinden olmak lutfedilir…

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti