Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“KÂLÛ, BEL”DAN “YA SİYN”E DOĞRU

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 14 Nisan 2017 Cuma 11:44:43
 

-74-
Sorumuzla başlayalım. Efendimiz (SAV)’in tebliğini yaptığı ilk beş yılı düşünün. O ilk beş yılda anlatılan, konuşulan neydi, onu düşünün. Bir de günümüzde İslamiyet ile ilgili anlatılanlara bakın, ne anlatılıyor, bakın lütfen.
Efendimiz (SAV) ne anlatmıştı?
Günümüzde sahabelerin, önemli zatların hayatları ve ilmihal bilgileri konuşuluyor. Elbette hepsi çok önemli! Sahabe efendilemiz ve konuşulan zatların hepsi başımızın üstündedir, lütfen yanlış anlaşılmayayım. Söylemek istediğim başka bir şey. Ama anlatılan sırf bunlar. Hatta bunlar anlatılırken maalesef “Ne insanlarmış” diye onları müstakilen VAR ve muhtar gibi gösteren bir yaklaşım görüyoruz ki o ayrı bir yanlıştır. Konu başlığı olarak söylersek; anlatılan konulardan birisi mubarek zatların hayatları, biri de ilmihal. “Şu işi nasıl, bu işi nasıl yapacaksın…” Maalesef bazen sordukça o işi yapamayacak hale getiren bir üslup bile görülebiliyor. Sormadan önce o işi ne kadar güzel yapacaktın, sordukça nasıl yapacağın bozuluyor, yapabilme imkânın ortadan kalkıyor. Ama önemli olan şu, bu anlatılanların çoğu özellikle Efendimiz (SAV)’den sonradır. Önemli zatlar, önemli kitaplar, önemli sözler, ilmihal, hepsi Tebliğ’den daha ileri zamanlarda oluşmuştur. Peki, Efendimiz (SAV) henüz bunlar oluşmamışken ne anlattı? Bugün anlatılanlar henüz oluşmamışken Efendimiz ne anlattı? Sahabeler yok menkıbe anlatamaz, ilmihal de oluşmamış. Ne anlattı? Bunu lütfen çok önemseyelim.
Efendimiz onlara nasıl inanacağımızı anlattı. Önce nasıl inanacağımızı anlattı. Bu kadar önemli.
Esas olan mânâ çakıştırmaktır
“Uygun yani salih amel”i ele aldığımızda göreceğiz, amelle meşgul olmak çok şerefli bir fiildir. Ancak o bir mânâ ayrıştırma sonucudur. Mânâları ayrıştırdığımız zaman yeni oluşan mânâ kesrete/çokluğa yaklaşır. Dolayısıyla, siz onu fiillerinizle yani davranışlarınızla gösterirsiniz, içinizden ne geçtiği önemli değildir. Ancak, siz mânâ ayrıştırıp kesretle ilgili davranışlarınızı yaparken düşünce buraya geldi diye Tevhid Esasları kalkmaz.
Manalar ayrıştırılırken böyle, yani kesrete yaklaşıyor. Peki, çakıştırılırken nasıl? Mânâların çakıştırılmasında ortaya çıkan yeni mânâ ise tevhide yaklaşır. Yeni mânâ tevhide yaklaştığında eğer akıl oyunları devreye girerse kişi bu kez amel konusunda tuzağa düşer, amel yapanları “avam” zannetme tuzağına düşer. Bu yüzden şuna dikkat edin: Yeni mânâ sizin amellerinizi gevşetmez, sizden amelleri kaldırmaz. Hatta kendinize göre yeni başka hukuklar çıkar, kendinize başkalarının yapmadığı şeyleri de eklersiniz. Bırakın kalkmasını işiniz çoğalır. Mânâ ayrıştırılırken de şuna dikkat etmek lazım: Amellerle ilgili olan mânâ kesrete yaklaştığında, kesrete ait o mânâyı yaparken siz eğer tevhid manasını ötelerseniz yanlış olur. Diğerinde kesrete ait mana nasıl kalkmadıysa şimdi de Tevhid manası kalkmaz. Bu çok sıkı takip edilmesi gereken bir kuraldır.
Söylediklerimiz içerisinde esas olan mânâ çakıştırmaktır. Mânâ ayrıştırmak esas değildir, yani hedef değildir. Hedef daima mânâların çakıştırılmasıdır. Mânâları neden ayrıştırırız? Anlayabilmek için. Su örneğimizdeki gibi… Bizim işimiz yani hedefimiz suyu içmektir. Eğer bütün suyu oksijen ve hidrojene ayrıştırırsak susuzluktan ölürüz. Hedef su içmek, mânâları birleştirmek. Ayrıştırmak onu iyi anlayabilmek içindir ve işte sâlih amel o zaman ortaya çıkar.
“Yöneliş” ve “ilişkiler”
Aslında tek olan “Âmenû Billâhi ve Amilus Sâlihâti” manasını iki kısma ayıralım, “Âmenû Billâhi” kısmını bu tek mânânın içinden alıp kendi sınırı olan tevhid sınırına doğru çekelim, “Amilus Sâlihâti”yi de kesret sınırına. Onları kendi yerlerine doğru çektik ki ayrı ayrı görebilelim. Şimdi bunlara bir isim verelim. “Âmenû Billâhi” dediğimiz tevhid prensiplerinin olduğu yere “Yöneliş” diyelim. Kesret davranışlarına doğru ittiğimiz “Amilüs salihati” kısmına da “İlişkiler” diyelim. Çünkü o bizim dünya hayatındaki tüm ilişkilerimizi içerir. Kesretle ilgili kısmı “davranış” diye tanımladık, çünkü diğeri yani Tevhid davranış değil esastır. “Amenu Billâhi” tevhid esaslarıdır. İki başlığımız oldu; Yöneliş ve İlişkiler. Nerede? Mânâ ayırmada. Yani şimdi iki mânâmız var, yeni mânâlar oluştu: Yöneliş mânâsı, ilişkiler mânâsı. Bu ikisini sırayla ele alacağız. Faydalı olur umuduyla böyle uzun bir giriş yaptık.
Önce Yöneliş’i sonra İlişkiler’i ele alacağız. Yöneliş’in sonuna doğru onun kaderle ilişkisini ve Efendimiz (SAV)’den sapmaları göreceğiz. İlişkiler’de ise Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisi nedir, tamamen onu anlamaya çalışacağız. Anladıktan sonra, bu iki başlık altında anlamaya çalıştığımız mânâyı tekrar tek mânâ yapacağız.
İman yani Yöneliş ile devam ediyoruz; yöneliş îmanla ilgili mânâdır.
Aslında îman etmiş kişiler îman etmeden önce îman edeceklerinin işareti olan bir potansiyel taşırlar. Bu, âhirete îmana yatkınlıktır. Ona bir âhiret îmanı sunulduğu zaman içi yatkındır, yabancı gelmez. Bütün söylediklerinizi kabul etmeyebilir ama kafasında bir âhiret mânâsı vardır. Bir kişinin kafasında âhiret mânâsı sıfırsa ona Risalet tesir etmez. Bunu “Seni ancak âhirete îman edenler dinler, senin tebliğin ancak âhirete iman edenlere tesir eder” ayetleri gereği Kur’ân’dan öğreniyoruz. Dolayısıyla, Yöneliş başlığı altında inceleyeceğimiz bilgiler, eğer bir kişi bu konuları dinliyorsa, kendini tâlip kabul etmişse ve anlamaya çalışıyorsa, bu bilgiler onda zaten hazır olan bilgi ve kabullerdendir, zaten var olanlardandır. Çünkü “Rabbimiz Allah’tır” sözleşmemiz var. Ama kişi kendisinde zaten var olan bilgilerin açılmasıyla yeni bir bilgi bulduğunu zanneder. Özellikle Yönelişle ilgili öğrendiği her şey, insanın zaten bildiğidir. O bildiği onda sırdır, yani dûniHİ algı pasıyla örtülmüştür. “Sır” üstü örtülü demektir. O bilgi ondadır ama sırdır. Bu çok iyi anlaşılmadığı için, insanlar özellikle de başka felsefelerde “Kendine dön, özüne dön” derler. Gidip sorsanız; “Kendime, özüme nasıl döneceğim, bana bir kaç madde yaz” deseniz bir şey çıkmaz. Anlamadıkları halde “Kendine dön” derler. Fakat birisi haddimizi bildirmek ister de bize “Kendine gel” derse onu anlarız, kendimize geliriz, fabrika ayarlarına döneriz.
Demek ki Allah’a îmanla ilgili bilgiler yabancımız değil. Bu bilgilerin temelini bir cümle oluşturur:  Allâhümme ENTE Rabbiy; Allahım Rabbim SENSİN. “Allâhümme ENTE Rabbiy” çok, çok değerli bir sesleniştir. Ne kadar değerli olduğunu, bunların hesaplandığı gün göreceğiz inşâAllah. Allâhümme ENTE Rabbiy…
“Kâlû, belâ”daki söz
Eğer cennet ehlinin sıkıntısı, üzüntüsü diye bir şey varsa ve bu tarif edilecek olursa o şudur: Bunların değerini gördüğü zaman “Niye daha çok söylemedim?” üzüntüsüdür. Değerini fark etti.
“Allâhümme ENTE Rabbiy” yönelişin temelidir ve kişinin Allah’la yaptığı sözleşmenin cümlesidir. Çünkü o sözleşmede “Allahım Rabbim SENSİN” dedi. “Rabbim SENSİN” dediği için “Allâhümme ENTE Rabbiy” ona yabancı olmayan bir sesleniştir. Bunu A’râf Sûresi’nden öğreniyoruz.
A’râf; 172, 173: “Rabbin Âdemoğullarından, onların bellerinden kendi zürriyetlerini alıp; onları kendi nefslerine şahitlendirerek; “Elestü Bi Rabbiküm; Rabbiniz Ben değil miyim?” (dedi). Onlar da (Kâlû; “Belâ şehidnâ) Evet, bilfiil şahidiz” dediler. Kıyâmet Günü “Biz bundan gafildik” demeyesiniz (diye). Ve bir de “Daha önce atalarımız yalnızca müşrik olarak yaşarlardı, biz onlardan sonra gelen bir zürriyetiz. Bâtıl işleyenler yüzünden bizi helak mi edeceksin?” dememeniz (için).”
Kısaca “Kâlû, belâ” diye isimlendirilen bu sözleşmeyi duymuşsunuzdur. Hatta bazen kişiler birilerini tanır ve çok samimi bulursa, “Sanki seni daha önceden tanıyorum, sanki Kalu, bela’dan tanışıyoruz” gibi şeyler söyler “Ruhlarımız o zaman tanışmış” der. Çok da gerçek yanı yok ama böyle cümleleri duyarız. Kişi çok önemsediği o tanışmayı o kendince kutsal bir yere taşır.
A’raf 172. ayette “Âdemoğullarından” deniyor. Demek ki sözleşme Âdemoğullarıyla yapılmış. Yani bu sözleşme Halifetullah vasıflı insan içindir, Halifetullah vasıflı insanın sözleşmesidir. Ahzab Suresinde bize bu hatırlatılır:
“Allah’a verilen söz (ahd) sorulur.” (Ahzab-15)
On dört buçuk milyar kozmik
yıllık süreçte oluşan malzeme

Hz. Âdem aleyhisselam’ı anlamak isteyen için söyleyelim; eğer Hazreti Adem aleyhisselamın izini sürmek istiyorsanız “Kendinde Kendine Göre Var” olanın izini sürmelisiniz, Halifetullah olarak görevlendirilmiş olan Kendinde Kendine Göre Var olandır, onun izini sürmeniz lazım. Eğer Hz. Âdem aleyhisselam’ın izini “Birbirlerine Göre Var” üzerinden sürerseniz sizi yanıltır. Birbirlerine Göre Var olan bedenlerimizdir. Hz. Âdem aleyhisselam’ın dünyaya gelişinden itibaren izini sürmek istediğinizde, o izi insanların Birbirlerine Göre Var olan bedenleri üzerinden sürerseniz yanılırsınız. İnsanların yanılması, sanki Din’le bilim çelişiyor sanılması da bu yüzdendir.
Bu ikilemi en iyi ortaöğretimdeki öğrenciler çözmüştür. Biyoloji öğretmenine onun anlattığını yazar, Din Dersi öğretmenine de onun anlattığını söyler, meseleyi çözer. Ama üniversiteye gelince bilimle Din çelişiyor zannetmeye başlar; bunu ona şeytani insanlar hatırlatır, “Bilim ve Din çelişiyor” diye duyar ve yanlışa düşer, Allah muhafaza etsin.
Hz. Âdem, Halifetullah yetkili Kendinde Kendine Göre Var olan ilk Halifetullah’tır. Önemli olan da Kendinde Kendine Göre Var olandır. Toprakta çürüyecek şeyin peşinden giderek Hz. Âdem aranmaz. Çünkü Hz. Âdem çürümez, Hz. Âdemoğulları da çürümez. Kendinde Kendine Göre Var olan Halifetullah vasıflı Hz. Âdem’in bedenine ulaşıncaya kadar geçen on dört milyar yıllık sürenin tamamı Hz. Âdem malzemesidir. Hz. Âdem aleyhisselam’ın bedeni yani yaratılışı anlatılırken âyet ve hadislerdeki cümleler çakıştırılmış mânâdır. Onu ayrıştırdığınız zaman karşınıza on dört buçuk milyar kozmik yıl çıkar ki o sürecin hepsi Hz. Âdem aleyhisselam’ın malzemesidir. Anlama için bir örnek verelim. Yanlış bir benzetme ama mânâsını alalım. Bir kek veya pasta yapacaksınız. Malzemeleri tezgâha koyuncaya kadar yaptığınız her şey onun malzemesidir. Yalnız alış veriş değil, o parayı kazanma halleriniz, onu yapacak kişinin doğduğundan beri olan hayatı hep bu kapsamdadır. Hedef yalnızca o pasta ise durum böyledir. Yani amacımız yalnızca pastanın özelliğini söylemekse, onu oluşturan malzeme sizin doğumunuzdan başlar, onun o tezgaha gelişine kadar ne varsa hepsi o pastanın malzemeleridir. Hz. Âdem aleyhisselam’ın bedeninin malzemesi de on dört buçuk milyar kozmik yıllık süreçte geçenlerdir, o süreçteki herşey onun malzemesidir. Ve aslında onların hepsi tek bir malzeme içindir: Ya, Siyn, Ey İnsan! Dolayısıyla, Âdemoğulları denince anlayacağımız; Kendinde Kendine Göre Var olan Halifetullah özellikli nefslerdir. Yani Halifetullah özellikli Kendinde Kendine Göre Var olan Kayıtlanmış Kendini Hissetme Duyguları’dır.
Gök ehli için bir insan vardır: Ey İnsan. İşte onların hepsi “Ya Siyn; Ey İnsan” denilen Efendimiz (SAV) içindir. “Her şeyi Senin için yarattım” şimdi biraz daha anlaşılmıştır. Bu on dört buçuk milyar kozmik yıl “Ya Siyn” malzemesi için. Ve geçen sürede neler varsa, neler yaşanmışsa hepsi öyledir.
Hz. Âdem aleyhisselam’dan itibaren tebliğ süreçleri, tüm Rasûl ve Nebîler de, hepsi Ya Siyn malzemesidir.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti