Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Elif Çaylıoğlu

NEFS TERBİYESİ – 3

Hac Sûresi 46: “Sana karşı çıkanlar hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı akledecekleri kalpleri ve işitecekleri kulakları olurdu. Ancak gerçek şu ki, gözler kör olmaz fakat sadırlar (göğüsler) içindeki kalpler kör olur.”
Şu anki bilimin verilerine göre düşünme (anlama, kıyas yapma, karar verme gibi işlevleri yapan) organımız beyindir; beyin organlar üzerinden birçok görevi yerine getirir. Oysa yukarıdaki ayetimizdeki Rabbimizin “akledecekleri kalpleri” ifadesinden anlıyoruz ki gerçekte akleden kalptir. Yine ayetimizden anlıyoruz ki Billahi anlamda iman edenler kalbin körlüğünden kurtulacakları için, onlar kalpleriyle aklederler.
Bilimsel yöntemlerle herhangi bir şeyi moleküllerine kadar ayrıştırarak içeriğine, molekül yapısına, kromozomlarına hatta atom altı bileşenlerine kadar incelemek mümkündür. Örneğin suyun hidrojen ve oksijenden oluştuğunu, bir formülde birleştiklerinde ona “su” dediğimizi ifade edebiliriz. Bunları araştırırken ve anlarken kullandığımız organımız beynimizdir. Ama Billahi imanla bakıp suyun Allah’ın bir emri olduğunu, tarif edilemez bir nimet olduğunu bilmek yani bu konudaki şükrümüz kalbimizle akletmenin sonucudur. Kalple akletmek, önce Allah’ın dışı ve sınırı, öncesi ve sonrası olmadığını bilmektir; sonra da yaratılan her şeyin Allah’ın emri ve dileği olarak Allah’ta (ilmullahta yani Allah ilminde) yaratıldığını fark etmektir. Bu aklediş, yaratanla yaratılan arasındaki ilişkiyi doğru yani bilimsel olarak anlamamızı sağlar. Bu bakışla siz sudaki muazzam terkibin varlığımızla uyumlu bir şekilde vücudumuza şifa oluşunu gördüğünüzde, bunun Billahi manada nasıl bir ikram olduğunu hisseder, Allah’ın kudretini doğru ve hak olarak tahayyül ve tefekkür edersiniz.
Bu noktada bilmeliyiz ki Kur’an Billahi imanlılar için bir akıldır. O zaman Kur’an aklıyla akletmek çok önemli ve gerekli olur. Peki, Kur’an’a göre akletmek nasıl olur, yani bunun pratik yöntemi nedir? Kendisine verilen Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisiyle dünya yaşantısında hürriyetini Billahi anlamda kullanmayı tercih etmek! Yöntem budur! Hürriyetini Billahi anlamda kullanmayı tercih eden kul, duniHi algı ve zannlarıyla mücadele edeceği için “müstakilen varım ve muhtarım” iddiasını elinden, dilinden, belinden temizlemeye ve silmeye çalışır. O iddiayı yüksek bir gayretle temizlemeye çalıştığı için o kulda sadır ve kalp temizleme mekanizması aktifleşir; yani İslam Nuru, İman Nuru, Marifet Nuru, Lüb Nuru dediğimiz nurlardan oluşan sistem devreye girer ve kulun sadır ve kalbini temizlemeye başlar ki kulun kalbi Kur’an aklı ile akledebilir hale gelsin. Bu sistem, bu mekanizma kalbi nelerden temizler? DuniHi algı ve zannlarından ve onun oluşturduğu heva ve heveslerden temizler. Peki, bu mekanizma ne oluyor da aktifleşiyor? Kişi hürriyetini Billahi manada kullanmayı ısrarla tercih ettiği için! Böyle bir tercihi sebebiyle o mekanizma çalışmaya başlar. Kul Billahi anlamda hürriyetini kullanarak Hakk yolu tercih edince ve bunda arzulu, istekli, ısrarlı olunca sadır ve kalp temizleme mekanizması devreye girer ve bu temizleme basamak basamak ilerlediği için temizleme basamaklarına göre mekanizmaya İslam Nuru, İman Nuru, Marifet Nuru, Lüb Nuru isimleri verilir. Bu mücadele, bu temizlik Lüb Nuru önce kalbi sonra sadrı kaplayıncaya kadar sürer. Nihayet bu mekanizma kulun sadrındaki zann havuzunu ve orada hayat bulmak, dışarı çıkmak, fiile dönüşmek için çırpınan heva ve hevesleri silmeye, temizlemeye başlar; kalp de bu temizlikten nasibini alır ve özgür faaliyet gösterme fırsatı bulur. Böylece kul, duniHi algı ve zannlarıyla mücadeleye başladığı andan itibaren gittikçe daha çok olarak kalbiyle (yani Kur’an aklıyla) akletmeye başlar. Çünkü kalbi özgürleşmeye başladı. Özgürleşen kalp Kur’an’ın verdiği aklı akleder, onu değerlendirir, sonuçta da Rabbine Billahi anlamda “semi’na ve eta’na; işittik ve itaat ettik.” der (Dündar Y, Nefs Terbiyesi).
Dunihi algı ve zanlarından kurtulmaya gayret gösteren kul kalbiyle akletmeye başlıyor. Ayetimizdeki “gerçek şu ki, gözler kör olmaz fakat göğüsler içindeki kalpler kör olur” öğüdünden anlıyoruz ki kalbi kör eden (yani kalbin Kur’an aklıyla akletmesini engelleyen) şey yalnızca ve tamamen dunihi algı ve zanlardır. Lütfen bunun altını çizelim…
Çok dikkat edelim ki dünya hayatının standartları dunihi algı ve zanlarla yaşamayı kolaylaştırıcı şekildedir. Bu durumda bir inananın dunihi algı ve zanlarını önce fark etmesi sonra da bunlardan kurtulmak için sürekli olarak gayret göstermesi gerekir. Kelime-i Şehadetin gereği olan salih amelin (yani salih yaşantın) ilk göstergesi dunihi algı ve zanlarından oluşan hayat tarzını reddetmektir; sonra da terkler başlar, başlamalıdır. İşte kul dünya hayatının desteklediği bu formatı reddedip birer birer de terk ettikçe, dunihi algı ve zanlarını oluşturan yapı yıkılmaya ve kalp de (Kur’an aklıyla, Hakk akılla) akletmeye başlar.
Hayattan örneklerle konumuzu nasıl anlayabiliriz? Kulun Allah’tan ayrı düşmesine yol açan dunihi algı ve zanlarını biz yaşantıda o kadar içselleştirmişiz ki bunları kendimiz zannederiz, bundan dolayı o algıyı fark edemeyiz, çok zordur. Bir “ben varım” bir de “Allah var” dediğimizde (yani dışımızdaki ötedeki Allah algısına düştüğümüzde) farkında olmadan dunihi (zulmani) ikilik başlar. İşte bu noktadan sonra yönelişimiz, yakarışımız, dualarımız artık kendiliğinden dışında olduğumuzu düşündüğümüz Allah’adır. Halk arasında, Allah’ı şahit tutmak ve sözünün doğruluğunu kuvvetlendirmek için “yukarı da Allah var” tabiri bunun somut bir dışa vurumudur. Rabbimiz Allah’ın dışı/içi yani sınırı olmadığına iman eden bir kul için bu tabirin ne kadar yanlış olduğu ortadadır. Her yer, her şey ve her zerre Allah’ta, O’nun birer emri (kulu) olarak varsa (ki el hak öyledir), bir kul olarak sadece cami ve ibadet yerlerinde Rabbimizin huzurunda olduğumuz algısının yanlışlığını kolayca fark eder. Bu fark edildiğinde, camide çok nazik, adaletli, dürüst, hassas ama camiden eve dönerken kabalaşan, kandıran, yalan söyleyen, gıybet eden bir inanan olmak mümkün olabilir mi? Camideki bu naif tavrın günlük yaşantımızda olmayışın sebebi Allah’ı yanlış tanımak, O’na dunihi algıyla inanmak ve yönelmektir. Rabbimiz Allah’ın dışı var algısı ile (yani dunihi algı ile) yaşıyor olmanın sonucu olarak O’nu mekanla, zamanla sınırlandırıyor, Allah hakikatini bir zamana ve mekâna hapsetmiş oluyoruz, maalesef! Bu kalbimizi kör ediyor, bu algı kalbi esir ediyor ve sadrımız Kur’an aklı ile akleden kalbin hakimiyetinden çıkıyor. Sebebi bu uzaklık algısı, bu dunihi idrak, yani “ben de müstakilen varım ve muhtarım” zannı sonucu oluşan ikilik! Bu durumda, biz her ne kadar dilimizle (kelime-i şehadeti söyleyerek) şahitliğimizi ifade etsek de yaşantımız bu şahitliğe imkân vermeyen dunihi algı ve zanları üzerine kurulu ise kalbin körlüğü devam edecektir. Bu körlük, kalbin ölmüş olması gibi de düşünüldüğü için Efendimiz (sav) bize “Allahümme inni es’elüke entuhyi kalbi bi nuri mağrifetike ebeden” duasını öğretmiştir: “Allahım, kalbimi marifet nurunla diriltmeni ve bunun ebedi (geri dönüşsüz) olmasını dilerim.” ÂMİN…
Yazımızın başında, dunihi algı ve zanlarından temizlenmek ve Kur’an aklı ile akletmek için gördüğümüz sadır ve kalbi temizleme sisteminin (İslam Nuru, İman Nuru, Marifet Nuru, Lüb Nuru mekanizmasının) sağlayacağı hal marifetullah üzere yaşamaktır ki bu Kur’an aklıyla aklederek (Kur’an ahlakıyla) yaşamaktır; oysa dunihi algı ve zanlarının aktif olduğu dünya yaşantısındaki akletme, sadırdaki dunihi algı ve zanlar ile akletmektir. İlk akıl cennet aklı iken diğer akıl cehennem aklıdır.
Dunihi algı ve zanları kalbin üstünü kaplayarak fuadımıza bilgiyi zulmani formatta gönderir ve fuad zannî bilgileri hak bilgi gibi değerlendirilerek fiile dönüştürür; bu durumda sonuç zulmani duygu düşünce, konuşma ve davranışlar olarak yaşanır.
Billahi manada yaşantının ve dunihi algı yaşantısının akışını izlediğimizde görürüz ki; Billahi anlamda iman edebilmek ve bunun gereğini yaşayabilmek için sürekli (7/24) bir gayret gerekiyor. Çok güçlü bir akıntıya karşı yüzmeye çalışmak gibi… Dunihi algı yaşantısı için bir gayrete gerek yoktur; suyun akış yönüne kendinizi bırakmanız yeter! Bu akıntıyla akıp bir çabanız olmadan yaşamak, nihayet cehenneme ulaşmak, dunihi algıdakiler için hiç zor değildir ama Billahi imanlılar için hem o algı hem de onun yaşantısı çok ama çok zordur… Muhafaza buyur Allahım… Dolayısıyla dünya hayatı formatını suyun akış yönü olarak düşündüğümüzde Billahi manada imanla yaşamak için sürekli salih bir gayret içinde olmamız gerekiyor. Bu gayretle yaşayan Biiznillah ölür ve bu gayretin sonucu olan idrak ve hal ile de ba’s olur ki bu bir rüşt (ergenlik) halidir ki Allah onu ihlaslı, müttaki kullarına ikram eder…
“Allahümme elhimniy rüşdiy ve eızniy min şerri nefsiy: Allah’ım, lütfen bana rüştümü (rüşt idrakını ve halini) ilham et, (lütfet) ve beni nefsimin şer olacağı davranışlardan koru (âmin).”

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti