Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

Edep; Ya Hu: – 211 – Korku ve Ümit Dengesi

“Sizin ilahınız İlahun Vahid’dir, o halde O’na teslim olun. Muhbitleri (Allah’a teslim olmuş, boyun bükmüşleri) müjdele. Onlar ki, Allah zikredildiğinde kalbleri korkudan titrer. Onlar, kendilerine isabet eden üzerine sabreden ve salâtı ikame edendirler ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden de infak ederler.” (Hac 34, 35)
“Allah zikredildiğinde kalbleri korkudan titrer” ne demek? “Allah zikredildiğinde kalbleri korkudan titrer” ifadesindeki korku, havf ve haşyet olarak değil de “vecel” olarak geçiyor, bu korku vecel ile tarif ediliyor. İleride belki sırf bu korkuları detaylı ele alırız inşaAllah. Şimdi bir temel oluşturalım diye bahsediyoruz. Daha önceki yazılarımızda “haşyetullah”ı ve “havf’ı” tanımladık.
Ayetteki “vecel” onlardan farklı bir korkudur; öyle bir korku ki saygı içerir. Vecel yüksek saygıdan kaynaklanan korkudur. “Havf ve reca” halindeki havf (korku) kelimesini sadrın İslam nuruyla nasıl onarıldığını anlatırken kullandık. Sadece sadırda değil, Kalb, Fuad ve Lüb’de de etkili olan daha çok havf ve reca yani korku ve ümit üzerine bina edilen korkudur ki ona havf ve reca hali diyoruz. Vecel yüksek saygının oluşturduğu korkudur, o saygının getirdiği titremedir. Normal hayatta bunu yaşarsınız. Çok saygı duyduğunuz bir yönetici veya bir insanı görünce ürker, ürperir, bir titrersiniz. Korktuğunuz için değil. Size herhangi bir şey yapmayacaktır ama saygıyla ilgili bir titreme hissedersiniz.
“Vecel” ile kastedilen mana ayetlerle ilgili bir hali anlatır, “Havf” ise tanımladığınız bir olaydan korkmaktır. Tanımladığınız bir iş veya başınıza geleceğini bildiğiniz bir şey vardır, o işten korkmak havf’dır. “Şu iş, şu günah, şu olay, şu yaşantı” diye korktuğunuz bir şeyi tarif edersiniz ya, havf işte öyle bir korkudur. Haşyet ise sizde Allah ilminin oluşturduğu duygudur; sizde Allah ilminin oluşturduğu duygunun adıdır haşyet.
Bu konuda önemle vurgulanması gereken ve kişiyi Rabbine ihbat ettirecek, yani muhbit yapacak, boyun bükmüş yapacak önemli şeyi paylaşalım: Bu kavramların her birinde önemli olan dengedir. Dengeli yapmadığınız takdirde bu tarif edilen halleri başaramazsınız, havf ve reca yani korku ve ümit dengesini kurmayı öğrenmek gerekiyor. Vecel’deki saygı ve korku da dengede olmalı. Yani saygı kadar korku olmalı. Havf ve reca’da da korku ve umut dengeli olmalı; korkuyla ilgili olarak tanımladığınız şeyin karşılığı kadar umut taşımalısınız, mutlaka. Korku fazla olursa ruh dengeniz bozulur. Ümit fazla olursa amelleriniz bozulur. Bir denge olmalı ki hiç biri bozulmasın. Ama bu denge için mutlaka korkuyu teşvik etmelisiniz. Korku ne kadar az olursa dengeyi o kadar iyi sağlarım fikri doğru değildir. Korkuyu ve ümidi yükselterek oluşturulacak denge doğrudur. Ne kadar yüksek korku, o kadar yüksek umut. Korku ve umudu dengede tutabilmek ancak muhbitlerin (Allah’a boyun büküp teslim olmuşların) başardığı bir iştir, bu dengeyi başarabilmek onlara aittir. Haşyette denge ise Allah hakkındaki ilminizle ilişkilidir; ne kadar ilim o kadar huşu; ilim kadar huşu yaşarsınız, ilminiz artıkça haşyetiniz artar. Bu yüzden sizdeki Allah ilminin oluşturduğu duygunun bedeninize mutlaka yansıması gerekir. Ne kadar haşyet duyuyorsanız o kadar huşu duyan bir beden oluşmalı. Bu denge de önemlidir. Diyelim ki birisi size gelip haşyeti anlatıyor, ama halinden de hiç haşyet duyduğu belli değil. O zaman onda “ilim huşu dengesi” yok demektir. Hiç halinden belli değil, anlattığın bu ilim nerene yansıdı dersiniz. Birisi gelip size sağlıktan bahsediyor, ama ilk molada elini sigaraya atıyor veya başka zararlı şeylerle meşgul, yaşantısına bakıyorsunuz hiçbir şeye dikkat etmiyor, “o zaman bu bilgi neye yarar?” demez misiniz? İşte haşyette de öyle. Ne kadar Allah ilmi varsa o kadar huşu yaşanır. O ilmin size yansımış olan huşusu kendiliğinden görülür; o huşuyla durmak ve yaşamak çok önemlidir. İşte ayette müjdelenen o muhbitler (Rabbine ihbat edenler, Allah’a kalbi ihbat edenler), Vecel’de korku ve saygıyı, havf ve recada yüksek korku ile yüksek umudu dengelemiş, haşyette Allah ilmi ve huşuyu dengelemiş olanlardır.
Onlar bu hali amel olarak ilkin nerede uygular? Salâtta. Onlar bunu salâtta yaşıyorlar, bu hali önce salâtta uyguluyorlar. İşte bu gösterge, ihbat edenlerin önemli özelliğidir. O zaman kendimizi bu konuda test edebiliriz.
Huşu halinin Allah’a kalbini teslim etmiş muhbitlerin işi olduğunu, onların bu hali önce salâtta yaşadıklarını, uyguladıklarını gördük. Bu kapsamda, salâttaki bir uygulamayla ilgili olarak şimdi paylaşacaklarımıza takliden bile olsa başlamak gerekiyor, özellikle de havf ve reca olarak uygulayabileceğimiz haliyle bir başlamak lazım. Zor değil. Kesinlikle yapabileceğimiz şeyler. Kişi eğer vecel halini gerçekleştirebilirse o saygı ve o saygının getirdiği titreme tüm ayetler için geçerlidir, yani tüm ayetlerle ilgili olarak görülür. “O titreme nedir?” onu da konuşacağız.
Salâta durdunuz, salâttasınız, salâtta bu kalbi ihbat ettirmelisiniz, muhbit olmalısınız. Salâtta kalbi ihbat ettirmek için ilk yapacağınız şey Fatiha Sûresi 6. ve 7. ayetlere dikkat etmek, orada takliden de olsa kalbi ihbat ettirip titretmektir: “İhdinas sıratal müstakıym, sırat elleziyne en’amte aleyhim, ğayril mağdubi aleyhim ve laddaalliyn.” Bu ayetlerde siz bir duadasınız, duanın ne istediğinizi söylediğiniz önemli bir yerindesiniz…

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti