Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Kemal DEMİRKIRKAN
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

ÇANLAR BEŞ KEZ ÇALIYOR

Söz eski bir hikaye ile başlamak istiyorum. Çok eski yıllarda İngiltere’de bir gelenek varmış. Sıradan bir vatandaş öldüğünde kilisenin çanı bir kez çalınıp herkese duyurulurmuş. Bir asil öldüğünde iki kez, kralın bir yakını öldüğünde üç kez, kral öldüğü takdirde, çan dört kez çalınırmış. Günün birinde, herkesin hak aramak için sığındığı mahkeme, bir vatandaşı haksız yere mahkum etmiş. Ve kilisenin çanı tam beş kez çalmış. Ahali merak içinde, papaza koşmuş: “Ey papaz efendi, kraldan daha önemli biri var mı ki, O ölünce çan beş kez çalınsın…��� Papaz yanıt vermiş: “Kraldan daha önemli bir şey var!.. Adalet. Bugün ADALET öldü.”
Adaletin egemen olmadığı toplumlarda kardeşlik, eşitlik, özgürlük gibi kavramlardan, huzur ve mutluluktan bahsetmek zordur. Bizim toplumumuz için adalet duygusu çok önemliydi. Padişahlarımızın ne kadar adil olduklarını, Hz. Peygamberin ve halifelerin adalet üzerine sözlerini tekrarlar dururuz. Hepimiz “Adalet mülkün temelidir” değişinin ne anlama geldiğini bilirdik. Bize bir şeyler oldu. Sanki eski hassasiyetlerimizi, doğrularımızı kaybediyoruz. Devletlerin en önemli görevi toplumdaki adaleti sağlamak, kişiler arasındaki eşitsizlikleri gidermektir. Victor Hugo “İyi olmak kolaydır, zor olan adil olmaktır” diyor. Adaletin zıt anlamlısı zulümdür. Eğer bir devlette adaletten söz edilemiyorsa orada zulüm vardır, eşitsizlik vardır. “Bir memleket adaletle yaşar, adaletsizlikle yıkılır.” diyen Aliya İzzet Begoviç’in devlet tecrübesini yabana atmamak gerek.
Deyim yerindeyse ülkemizde de çanlar beş kez çalıyor. Hiçbirimizde adalete güven kalmadı. Ancak CHP İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu’nun MİT TIR’larına ilişkin casusluk suçlamasıyla önce ömür boyu hapse çarptırılması, ardından da 25 yıl hapse mahkum edilmesi, ülkemizde adalete olan inancı tamamen bitirdi.
Canlı yayınlarda yapılan aramalarda bombaların bulunduğu, düzmece delillerin savcı ve hakimler tarafından görmezlikten gelinerek onlarca askerin, akademisyen ve gazetecinin haksız yere hapse atıldığı Ergenekon, Balyoz, Oda TV gibi davalar ülkemizde adalete olan inancı sarstı. Ardından Silivri mahkemelerindeki skandal yargılamaları üzülerek seyrettik.
AKP iktidarında gerek vatandaşlarımız gerekse gazeteci, yazar ve siyasetçilerin üzerindeki baskıların dozu giderek arttı. Ülkemiz dünyada en fazla tutuklu gazetecinin olduğu ülke durumuna getirildi. 2010 yılında yargıda reform adı altında yapılan referandumla FETÖ’ne bağlı hakim ve savcılarla mahkemeleri dolduran AKP iktidarı, bu sürecin sonunda insan hakları, demokrasi, adalet kavramlarında sınıfta kaldı. FETÖ davaları sırasında yaşanan adaletsizlikler, kurunun yanında yaşın da yanması, üniversitedeki akademisyenlerin sorgusuz sualsiz işten atılmaları, FETÖ’cü olmadığı herkesçe bilinen öğretim üyelerinin cezalandırılmasına, Sözcü, Cumhuriyet gibi gazetelerin FETÖ’cülükle suçlanmasına tanık olduk.
15 Temmuz kalkışması sonrası 3 günlük erlerin tutuklandığı, ailelerin, çocukların zor durumda bırakıldığı, göz altına alma ve tutuklamaların cezaya dönüştürüldüğü, üzerine suç atılan herkesin önce hapse atılıp ardından mahkemeye sevk edildiği hak ve özgürlüklerin kısıtlandığı bir OHAL dönemi yaşıyoruz. Garibanların hapiste suçunu öğrenebilmek için aylarca iddianamelerini beklediğine tanık oluyoruz. Meslek hayatı boyunca FETÖ ile mücadele etmiş gazeteciler hapse atılırken, parası olanın ya da kayınpederi AKP’li olan damatların özgür bırakıldığı, belediyelerdeki, meclisteki, siyasi ayaklara dokunulmadığını görüyoruz. Adaletin herkes için eşit ve tarafsız tecelli etmediğini, adalete karşı güvenin zedelendiğini gördük. Enis Berberoğlu’na yapılan son darbe hepimiz için bıçağın kemiğe dayandığı andı. Türkiye Adalet yoksunu bir ülke haline geldi. Artık tuz koktu. Mahkemeler iktidara muhalif kesimleri susturmak için kullanılan birer araç haline getirildi.
Bütün bunlar yaşanırken Türkiye tarihinde ilk defa ana muhalefet partisinin lideri “adalet istiyoruz” diyerek yollara düştü. Bu yürüyüş sadece cezaevindeki Enis Berberoğlu için ya da bir kaç kişi için yapılmıyor. Hakları gasp edilen KHK ile işinden atılanlar için, hukuk garabetine uğramış herkes için yapılıyor. Sendikalar, STK, kadın örgütleri, akademisyenler, işçiler, öğretmenler, öğrenciler, gençler velhasıl adalet isteyen, işlemeyen ve geciken adaletten şikayeti olan herkes için yapılıyor.
Bizler baskı rejimine, yaratılan korku toplumuna ya da kaygılarımıza yenik düşmemeliyiz. Korkuya yenik düşerek, sessiz sedasız kabullenerek olup biteni düzeltemeyiz. Korkunun ecele faydası yok. Adalet hepimiz için gerekli. Bu ülkenin vatandaşları olarak bizlere düşen görev provakasyonlara kapılmadan tepkimizi göstermek, adalet için yürüyenlere destek olmaktır.
Son söz; “Adaletsizliği engelleyecek gücünüzün olmadığı zamanlar olabilir; ama itiraz etmeyi beceremediğiniz bir zaman asla olmamalı.” Elie Wiesel
Düzeltme: Geçtiğimiz haftaki yazımızda “Referandum sürecinde Ankara OSTİM’de Evetçi’lerle Hayırcı’ların camilerini ayırdıklarına tanık olduk” cümlesi sehven yanlış yazılmıştır. Doğrusu “Referandum sürecinde Ümraniye Modoko Camisinde Evetçi’lerle Hayırcı’ların camilerini ayırdıklarına tanık olduk.” şeklinde olacaktır. Düzeltir, özür dilerim.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER